Metin MERCİMEK
“TİYATRO, DRAM TRAGEDYA VE KOMEDİ GİBİ YAZIN TÜRLERİNİN OYNANDIĞI YERDİR. AYRICA TİYATRO BU YAZIN TÜRLERİNİN SAHNEDE OYNAMA SANATIDIR. TİYATROYU OYNAYAN KİŞİLER VEYA İŞLETEN KİMSELERE TİYATROCU DENİR.”
Her ne kadar sonbahar mevsimi doğanın öldüğü mevsim olarak bilinse de, şehir insanı için canlanma zamanı olmaktadır. Çünkü sanat hayatı sonbahar da rengine kavuşarak tiyatrolar, konser salonları; opera, bale temsilcileri, sergi açılışları, filim galaları hayatın akışına geri dönmektedir. Özellikle tatilden dönüş yapan insanlar, tiyatro sahnelerinin açılmasını görünce, sanki içinde biriken bir boşluğu giderircesine tiyatrolara koşmakta ve büyük bir keyif almaktadır.
Sanat olgusu çıktı çıkalı biçimden biçime, akımdan akıma, koşup durmuştur. 20. yüzyıl sonları sanatseverlere, özellikle klasik müzik ve tiyatro alanlarında “BU SANATLARIN GİDİLECEK YERİ KALMADI MI?” sorusunu sorduysa da arayışların, denemelerin devam ettiğini ve etmekte olduğunu görmekteyiz.
Klasik müzikler konservatuarların ve akademisyenlerin tekelinde kalmış gibi gözüküyorsa da; tiyatro da, özellikle 2000 yıllarında bir çok genç tiyatro yazarlarının çıktığını, yeni bir dilin gelişmekte olduğunu, yeni bir oyunculuk, yeni bir reji anlayışının filizlendiğini ve belli bir seyirci de bulduğunu söyleyebiliriz.
Türkiye’miz de tiyatro sanatının gelişmesi konusunda yeni bir şey yapmak için, elbette yeni bir repertuar da gereklidir. Yabancı yazarların yanı sıra, genç yeni yazarların da sayısının arttığını, salonların küçülüp sayıca çoğalmasıyla yeni eserlerin oynanma imkânının arttığını ve yazarlar açısında bir avantaja dönüştüğünü de memnuniyetle söyleyebiliriz.
Sanatın toplumdaki işlevi üzerine ilk görüşü belirten insan, Büyük Düşünür Platon’dur. Platon, şiir, müzik ve resim alanında hayli eğitim görmüştür. Ancak, Platon, felsefeye bağlanınca sanatı bırakmış ve şiirlerini yakmıştır. Bunun nedeni ise, Antik Yunan’da sanatın ve sanatçının özel bir yeri olmamıştır. Buna karşılık şiir sanatı ile felsefe arasında gizli bir rekabet de bulunmuştur.
Diğer taraftan Roma dönemi tiyatro kurumlarında, sanata önem verilmiş, hatta gelir fazlalıkları sanat ürünleri yapımına harcanmıştır.
Roma’da felsefenin Yunan felsefesinden farklı olarak asıl nedeni, insanın evrenle ilişkisi üzerinde değil, insanın bu dünyadaki yaşam biçimi üzerinde durmuş olmasıdır.
Bir de Ortaçağ tiyatro kuramına bir göz atalım. Ortaçağ’da güzelliğe ve sanatsal yaratığa karşı görüşler, felsefe sınırları içinde kalmış ve dinsel öğreti ile ulaştırılmıştır.
İşte toplumsal yaşamımızda tiyatronun çok önemi olduğunu özellikle vurgulamak isterim. Çünkü insanların diğer insanlarla ilişki kurarak çeşitli sosyal ve kültürel etkinliklere katılımıyla başarılı bir hayat sürdürdüklerini görmekteyiz. Bu başarıyı sağlayan etkinliklerden birisi de tiyatro’dur. O nedenle tüm insanların, tiyatro etkinliğinde yaşamlarını sürdürmelerini diliyor ve 27 MART DÜNYA TİYATRO GÜNÜ’nü kutluyorum.
Hoşça kalın.