Dolar 36,2225
Euro 38,0047
Altın 3.352,91
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kilis 11°C
Az Bulutlu
Kilis
11°C
Az Bulutlu
Cts 12°C
Paz 14°C
Pts 13°C
Sal 10°C

Al Karısı

Al Karısı
A+
A-
15.11.2014
1.254
ABONE OL

Sayın okurlarım;

Zaman zaman elime olayları Kilis’te geçen ilginç hikâyeler geçmektedir. Bunların kaybolmasını istemediğim için sizlerle paylaşmak istedim. Hikâyelerde Kilis’i anlatan anılar, mekânlar, tarihi bilgiler geçmektedir.

Şimdi sizlere Şevket BULUT’tan “AL KARISI” adlı hikâyeyi sunuyorum:

Fatma üç günlük lohusaydı. Kucağındaki çaput kundakta uyuyan çocuğu yatağının ucuna koyarak halsizce seslendi.

– Gitme aney, yalnız korkarım!

Kaynanası, içinde yufka ekmek, iki baş kuru soğan bulunan çıkınını beline sardı; eline ayran sitilini alarak:

– Ne var korkacak kız, evde heç mi yalnız kalmadın?

– Al karısı gelir aney!

– Al karısı canını alsın, dedi. Kapıya doğru yürüdü. Sonra durup düşündü. Elindeki sitili yere bıraktı. Ceviz sandığa doğru yürüdü, içinden bir kırık ayna çıkarıp çocuğun kundağının arasına soktu. Su kaplarının ağzını örttü. Ateş küreğine ocaktan biraz ateş çekti. Kuşağının arasından üzerlik çıkarıp üstüne attı.      Dumanını önce çocuğa, sonra gelinine doğru eliyle yelledi. Gelin, kaynanasının hareketlerini gözleriyle takip ediyordu:

– Izıcık su vir aney, dedi.

İhtiyar kadın, bütün hiddetiyle;

– Yedi gün su yasak! Bilmiyon mu? Başucunda pekmez var ondan iç, dedi.

Çomruk süpürgeyi ateşe sokup, uçlarını yaktı. Duvarda asılı oğlunun postalını kapının önüne dayayıp süpürgeyi üstüne koydu. Kapıyı çekip gitti. Al basmaması için her türlü tedbiri almıştı.

Fatma tek odalı evin içinde mutluydu. Bir “Elham”, “Kulhuvallah” okudu. Mışıl mışıl uyuyan çocuğunun yüzüne kor gibi yanan dudaklarını dayadı. Onu uzun uzun kokladı. Daha sonra doğruldu. Süt biriken memelerini ovaladı. Çocuğun göz pınarlarına sağarak tülbendiyle biriken çapakları temizledi. Bu çocuk onun için Kilis, Antep toprağından daha kıymetliydi. Sultan Süleyman’ın hazinelerini bağışlasalar, yine de vermezdi.       Yedi yıl başını vurmadığı taş kalmamıştı. Çeşitli hocalara, ziyaretgâhlara, doktorlara gitmişlerdi. Fakat bir türlü çocukları olmuyordu. Evlilikleri yedi yıl geçince, kaynanası sokranmaya başlamıştı.

– Sana demedim mi oğlum marazlı Elif’in kızının çocuğu olmaz diye? Deliosman köyünde başka kız mı kalmamıştı? Bavuk’tan, Martavan’dan, Beşenli’den istediğini alırdım sana.        Hisar köyünün kızları aşiretin bütün kızlarını satın alırdı. Kör olası oğlan döndü, fırlandı marazlı güdük Fatey’in döşüne kondu!…

Anası sokrandıkça, Hasan, ocağın başına oturur, meşe közleriyle yaktığı sigaraları üst üste içer, arpacı kumrusu gibi düşünürdü. Bütün mutluluklar, bir oğlan çocuğuna bağlıydı. Mallar, mülkleri olmasaydı da bir çocukları olsaydı, ne olurdu sanki. Kocası Hasan ocağın “son çıngısıydı” anası evinin “Körocak” kalmasına razı olmuyordu. Fakat Hasan sabırlıydı. Komşularının kızıydı; O’nu kaçırarak almıştı. Yanında hatırı dağlar    kadardı.

Kırıkhan’da, İslahiye’de, Kilis’te uğramadıkları doktor kalmamıştı. Fakat nafile çocukları olmuyordu. Pınarın gözü kurumuştu. Çevrenin bütün namlı hocalarına uğramışlardı. Muska üstün muska yazdırmışlar, ama hiçbir fayda vermemişti. Mayın tarlasını kaçak geçip, Suriye’deki bütün yaşlı hocalarda da dertlerine derman aramışlardı. Fakat derman bulunmuyordu. Urfa’ya, Halil İbrahim Hazretlerine, Kilis’te Şörhabil Hazretlerine, Maraş’ta Melik Ejder Türbesine, Salman Baba’ya gidip dua ettiler. Dipsiz ambar, boş kiler, bütün çıkınlar hava aldı. Beş yıl Güneydoğu kazan, onlar kepçe oldular, fır dönmeleri hiçbir fayda vermedi. Ravanda Kalesinde, karanlık gecede, kara kıllı sütlü keçinin derisi altında sabaha kadar kara toprak üstünde, koyun koyuna debelenmeleri, sevişmeleri bir işe yaramadı.

Allah’ın kapadığı kapıya Peygamber mühür vuruyordu.

Hasan, gayri ümidini kesmişti. Anasının sözünü dinlemekten başka çaresi kalmamıştı. Ama Fatma’yı razı edemiyordu. Ne zaman evlenmekten söz açılsa Fatma’nın gözleri doluşur, boynu bükülürdü.

Hasan eli böğründe, “Meyvesiz ağaçta yedi yıl kuş barınmaz Fatey” diye sitem ederdi. Oysa Fatma için kuma demek Kilis toprağının, sırtında mayınlara basa basa Suriye’ye taşınması demekti. Beraber büyüdüğü, harman yerlerinde evcilik oynadığı kocasını “El kızına” nasıl teslim ederdi. Eğer Hasan evlenirse, “kostik” içip bu vefasız dünyadan göçecekti. Bir şişe kostiği sandığında yıllarca saklamıştı.

 

Kaynanası çevre köylerde dünürlüğe başlamıştı. “Yedi yılda alınmayan murat yedi ayda alınmaz” diyordu. Bulamaçlı köyünde tam oğluna göre bir kız bulmuştu.

Fatey küçüldükçe küçüldü, sarardıkça sarardı. Gövdesi sam yeli        vurmuş bir gül yaprağına döndü.

Bir gün düğün-dernek hazırlığı ilerlediği sırada, Kilis’ten bir “çerçi” geldi. Fatma’ya Maraş’ta namlı bir doktorun türediğini haber verdi. Fatma’nın gözleri ışıldadı. Akşam beklemeden doğru tarlaya koştu, kocasına yalvardı, yakardı onu Maraş’a gitmeye razı etti.

Güdük doktor, Hızır gibi imdatlarına yetişti. Kucak dolusu paralar harcadılar. Fakat ümit olduğunu söylüyordu. Maraş’a gidip gele gele, iğneler, haplar Fatma’nın boş çeyiz sandığını ağzına kadar doldurdu. Fatma doğmamış çocuğunun bezlerini, iç çamaşırını, kundağını okşadı, kokladı, içindeki ümit ışığını körükleyip büyüttü. Elbistan İçmeleri’nde kırk beş gün zehir gibi suyu şifa niyetine içtiler. Tanrı yüzlerine güldü. Fatma gebe kaldı.

Fatma başından geçenleri düşündükçe heyecanlanıyordu. “Kurban olduğum yüce Allah, yedi yıldır kısır kalan ineğe süt verirsin, meyvesiz ağacın bahtını ağ edersin” diye mırıldandı. Ümitle keder, acıyla sevinç harman gönlünde büyüdükçe büyüdü. Bu karışık duygulardan sonra gözkapakları yavaş yavaş ağırlaştı; tatlı bir uykuya el salladı. Bir eli minnacık oğlunun üstündeydi.

Fatma, gürültüyle uyandı. Gözü ilk önce kapıya ilişti, kapı aralıktı. Çok kötü düşler görmüştü. Alnındaki terleri koluyla sildi. Dikkatle dinledi; odanın içinde bir “şapırtı” duydu, içi ürperdi. “Al karısı olursa ne yaparım?” diye düşündü. Halsizce yatağından kalktı, şapırtı bakır kapların yanından geliyordu. Yüklüğün altından, odun tahrasını kaptı. Bir kara kedinin gözleri odanın karanlığını yırtıyordu. Fatma, bu bir çift gözü görünce büyülendi. Dizlerinin bağı çözüldü. Kedi, kaynanasının boş Vita kutusuna bastı, tereyağını yalıyordu. Oysa bu yağ, onlar için çok kıymetliydi. Loğusa kadınlara sıcak yağlı şeker şerbeti verilmesi şart olduğu halde, kaynanası O’na vermemişti. Bir haftada biriktirilen bu yağ Kilis’teki nüfus memuru için saklamıştı. Huso, bu yağı şehre götürecekti. Deliosmanlı Huso’ya eli boş gitmek ağır geliyordu.

“Hediyeli” gidilirse, nüfus kağıdı kolay alınırdı. Çocuğuna nüfus kâğıdı alınma pahasına, bütün aile yağsız kalmayı mutluluk saymışlardı.

Fatma korkuyla, “Pişt, kıran giresice kara püsük!” diye bağırdı. Fakat kara püsük, bir başka kara püsüktü. Aldırmadı. Yağı iştahla yalıyordu. Fatma’nın korkusu büyüdü, odaya sığmaz oldu. Bu püsük olamazdı. “Al karısı” çocuğunu kaçırmaya gelmişti. Duyduğuna göre Al karısı madene, demire yaklaşamazdı. Elinde tahra olduğu için kendisi emniyetteydi. “Ya çocuğumu kaçırırsa ?” diye düşündü, çocuğunun yanına bir bıçak koydu. Kendi, beline de bir bakır kaşık soktu. Tahrayı attığı zaman üzerinde maden bulunsun istiyordu.

Bütün gücünü toplayarak, kediye yaklaştı; elindeki keskin tahrayı ileri doğru fırlattı. Tahra yağ kutusuna çarptı, kedi bir ok gibi kap kacak rafının üstüne fırladı. Bu çıldırtıcı gürültüler, Fatma’nın aklını başından aldı. Tahrayı yeniden kapıp fırlattı. Kollarında derman kalmamıştı. Bu ne Allah’ın belası kediydi? Herhalde cin olmalıydı. Cin olmazsa şimdiye kadar

çekip giderdi.

Tahrayı durmadan fırlatıyordu. Odanın içi, siyah kedilerle doldu. Nereye baksa siyah kediler görüyordu. Kediler bakışlarına tırmanarak üstüne üstüne geliyorlardı. O bakır kaplar, yataklar, duvarda asılı postallar, su küpü, süpürge, odanın alt başındaki inek, evin içinde ne varsa hepsi birer kara kedi olmuştu. Gözleri fal taşı gibi büyüdü, çığlık üstüne çığlık attı. Bir köşeye yığılıp kaldı, bayılmıştı.

Tekrar ayıldığı zaman, cümle kediler yattıkları yatağın çevresinde sıralanmışlar, yedi yılda zor bulduğu çocuğunun etini yiyorlardı. Kedilerin ağızları kan içerisindeydi. En irileri çocuğunun ciğerini iştahla koparıyor, diğer kedilere hiddetle homurdanıyordu. Daha sonra, çocuğun çevresinde el ele tutup oynamaya başladılar. Hayatında oynayan kedilere ilk defa rastlıyordu. Yerdeki keskin tahrayı kaptığı gibi kedilerin kümesine fırlattı; önce çocuğun haykırması işitildi. Daha sonra kurtardığı kirlenmiş yatak örtüsü beyaz renkten al-kırmızı renge boyandı. Kediler kahkahalar atarak toplandı, toplandı bir bir tane olup kapının aralığından süzüldüler. Siyah kedi, kadının mutluluğunu beraber götürüyordu. Koşarak yatağa eğildi, çocuğunu kucağına bastırdı, sıcak kanlar göğsünden yere doğru damlıyordu.

Elleri kan içinde, yalınayak, başı açık dışarıya koştu. Durmadan bağırıyordu: Komşular, komşular, çocuğumu al bastıııı!…

_____________________________________________

Kilis-1969, Şevket BULUT, Hareket Yayınları, Nisan 1971.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.