Dolar
Euro
Altın
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kilis °C
Kilis
°C
°C
°C
°C
°C

Atatürk’ün Kur’an Kültürü

Atatürk’ün Kur’an Kültürü
A+
A-
24.11.2018
1.484
ABONE OL

Mehmet YALVAÇ

Emekli Öğretim Üyesi

 

Sayın hanımefendiler, beyefendiler, kıymetli arkadaşlarım; yazıma başlamadan önce hepinizi saygı ile selamlıyorum.
Malatya İnönü Üniversitesinde görev yaptığımız yıllar; Kilis 7 Aralık Kurtuluş günü ve 24 Ağustos Mercidabık törenleri vesilesiyle lise öğretmenimiz eski Gaziantep Milletvekili Av. rahmetli Şinasi Çolakoğlu’nun Ankara Kilis Kültür Derneği Genel Merkezi Başkalığı yaptığı yıllarda Kilis’imizin çeşitli sorunları ile ilgili birçok panel ve konferanslara katılmıştık.
ADD Kilis Şubesi eski Başkanı rahmetli arkadaşım Yusuf Okatan bizden bir konferans istemişti. Yöneticilik yaptığımız yıllar zamanımızın olmaması nedeniyle gelememiştik. Bu konferansımızın başlığını gördüğümüz lüzum üzerine biz belirledik. Kendisine adıyorum. Rahmetle anıyorum. Ruhu şad olsun.
Tüm canlılar doğa kanunlarına tabidir. Her canlı doğada belli bir süre sonra kendi kanunlarına göre yok olacaktır. Diğer canlılar gibi insanlar da yok olurlar, ölürler. Bu ölümün zamanı insanlar için de kesin olarak belli değildir. Ancak insanların diğer canlılardan birtakım farkları vardır. Bu farklar her insanda bir değildir. İşte toplumlarda ve insanlık tarihinde bazı insanları ölümsüzleştiren birtakım ortak değerler vardır. Bu değerler ancak insanın ölümünden sonra incelenir, değerlendirilir. Bugün varlığımızı borçlu olduğumuz Yüce insan Atatürk’ü ölümsüzleştiren kişiliğin nedeni içimizden biri olmasıdır. Bu nedenle duyduğumuz kıvanç ve gurur sonsuzdur.

O’nu vicdanlarda ölümsüzleştiren en büyük eser, kurduğu modern Türkiye Cumhuriyeti ve uygulamaya koyduğu inkılaplar olmuştur. Biz bunlar için Atatürk ölmedi kalbimizde yaşıyor diyoruz. Çünkü bizler Türkiye Cumhuriyeti’nin çocuklarıyız.
Kıymetli okuyucular, bizler Selçuklu Türkleri ve Osmanlı’nın yaptıklarını inkâr etmiyoruz. Onlar bizlerin atalarımız ve soyumuzdur. Hiç birimiz soyumuzu inkâr edemeyiz. O dönemler için de birtakım törenler ve anma programları yapılmaktadır. Bilecik’te görev yaptığımız dört yıl Söğüt Ertuğrul Gaziyi anma törenlerine, İstanbul Üniversitesinde görev yaptığımız yıllar İstanbul’un fethi törenlerine katılmıştık.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, büyük devlet adamı, eşsiz kahraman ve değişmez başkomutan, insanlık tarihinin yetiştirdiği müstesna insan, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk hakkında çok şey söylendi ve çok şey yazıldı. Dünya var olduğu süre içinde yine söylenecek, yine yazılacaktır.

2016 yılında Umre’ye gittiğimizde Mekke’de kaldığımız otelin mescidine gitmiştim. Orada yabancı birine “Ben Türkiye siz nerelisiniz?” diye sorduğumda Mısırlı olduğunu öğrendim. Cemal Abdülnasır’dan Sisi’ye kadar cumhurbaşkanlarını saydım. Türkiye’yi bilmiyordu. Orada bir başkası Atatürk dedi. Daha sonra onun Afrikalı olduğunu öğrendim ve duygulandım. Kim ne derse desin, Atatürk’ün adını tarihten silemez.
O halde hakkında bu kadar güzel sözler söylenen ve yazıları insanın gerçek kişiliğini, düşüncesini bilmek gerekir.
Her insan, yaşam süresi içerisinde bilerek veya bilmeyerek hatalar yapabilir. Kendi inancımıza göre hatasız kul olmaz. Ancak, hatasız olan Yüce Allah’tır. Her insan ölümünden sonra öte dünyada yaşam süresi içinde yaptıkları yanlışların hesabını Allah’a karşı verecektir. Diğer insanların bu dünyada birini yargılamaya hakkı yoktur. Bir insanın özel yaşamı ile ilgili hareketlerini bizler yargılamayız. Bizler o insanın toplum için devlet için yaptığı hizmetlere bakar, değerlendiririz. Ölmüş insanların arkasından özel yaşamı ile ilgili kendilerine göre uygun olmayan şeyleri tekrarlayarak anmak da bize göre doğru değildir. O, bu dünyadan elini, eteğini çekmiştir.
Meslek hayatımız boyunca ve günümüz toplumunda Atatürk’ü karalama kampanyaları hâlâ devam etmektedir. Bunların özel olarak eğitildiklerini düşünüyorum.
Ölmüş insanların arkasından iyiliklerini anarak hatırlamak doğru olan davranıştır. Bir insanı kötüleyerek bir yere varılamaz. Ölmüş insanla bu dünyada helalleşme imkânı yoktur. Bu tür davranışlar İslam’ın kaynakları olan Kur’an, Sünnet, Hadis ve İcma’da elbette karşılığı mevcuttur.

Biz, bugün sizlere yalnız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “KUR’AN KÜLTÜRÜ” ile ilgili düşüncelerini açıklayacağız. Gönlüm isterdi ki sizlerin yanında Atatürk’ e karşı olanlarda olsaydı da onlara gerçekten Atatürk’ün Kur’an’la ilgili düşüncelerini tek tek açıklasaydım. Söyleyeceklerim çoktur. Sizleri sıkmamak için mümkün olduğu kadar Atamızın bu düşüncelerini özet olarak vermeye çalışacağız.
Kültür, kişiliğin temel belirleyicilerinden biridir. İnsanın kişiliğini toplum kültüründen bağımsız olarak düşünmek büyük bir eksiklik olur. Kültür ve kişilik iç içe düşünülmesi gereken kavramlardır.
İnsanın kişilik özelliklerinin şekillenmesinde ailesi, daha sonra okul çevresi ve içinde yaşadığı toplum büyük rol oynar.

Atatürk’ün kişiliğinin şekillenmesinde içinde yetişmiş olduğu kültür ortamı etkili olmuştur. O, inanç ve manevi değerlerle ilgili unsurları, çevresini kuşatan kültür ortamından edinmiştir. Manevi dünyasını oluştururken, İslam kültüründen ve onun temel kaynağı olan Kur’an’dan önemli ölçü de etkilenmiştir. Başta aile ortamı olmak üzere, hayatının çeşitli evrelerinde Kur’an’dan doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenmiştir. Kur’an’ın onun hayatında önemli bir yere sahip olduğunu görüyoruz.
Atatürk, kişiliğinin dini yönünü ifade ederken “dinine bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Elhamdülillah, hepimiz Müslüman, hepiniz dindarız” demiştir. O İslam dininden, “Bağlı bulunmakla mutlu olduğum İslam dini” diye söz etmiştir. Gerçek bir Müslüman olduğunu bütün hayatı boyunca göstermiştir.

Atatürk, konuşmalarında Kur’an ayetlerine referansta bulunmuştur. O, İslam dini ve İslam’a özgü temel kavramlar hakkında geniş ve zengin bilgi sahibidir. Dinine bağlı bir insan olan Atatürk, dinini hiçbir zaman reddetmemiştir.

 

 
Her insan için olduğu gibi, Atatürk için de kişiliğinin oluşmasında doğup büyüdüğü, çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği ortam ve çevrenin büyük etkisi vardır. Dini duygular ve dini kültür de kişiliği bir parçasıdır.

Atatürk, döneminin din kültürüne oldukça üst düzeyde sahip Müslüman ve dindar bir anne-babanın çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Temiz bir Türk ve Müslüman ailenin kucağında büyümüş olması, burada aldığı manevi terbiye Atatürk’ün dini inancının oluşmasında etkili olmuştur.

Atatürk Türk soyundan bir aileden, Müslüman bir Osmanlı olarak doğmuştur. İsim olarak İslam Peygamberinin adı Mustafa tercih edilmiştir. Ali Rıza Efendi’nin babası Kırmızı Hafız Ahmet Efendi tarafından ezan okunmuştur. Atatürk doğduğunda babası iki rekât namaz kalıp Kur’an okumuştur. Zübeyde Hanım Konya Yörüklerinden, Türklüğüyle gurur duyan bir Osmanlı Hanımefendisidir.

Annesi oğlunun işi bir din eğitimi almasını hatta hafız olmasını istiyordu. Dini eğitim veren okullara gönderildi. Atatürk Kur’an’ı tercüme ve tefsir edecek derecede Arapça bilgisine sahiptir.
Çanakkale savaşındaki manevi atmosfer, Atatürk’ü derinden etkilemiştir. Çanakkale Savaşında kurşunların yağmur gibi yağdığı ön saflarda yer almış, onu gören Mehmetçikler, düğüne gider gibi hücuma kalkarak, “Allah Allah!…” sesleri arasında şehit olmuşlardır. Atatürksüz Çanakkale Savaşı düşünülemez.

Atatürk Çanakkale Cephesinde elde ettiği başarılardan söz ederken, bunun Allah’ın yardımıyla gerçekleştiğini dile getirmekten geri durmamıştır.

Atatürk Salih Bozok’a yazdığı bir mektupta, Çanakkale Savaşı’nın en zor günlerini Allah’ın Yüceliğine, korumasına ve desteğine sığınarak aşmaya çalıştığını ifade etmektedir.

Çanakkale’deki şehitliğe iki defa gittim. Her tarafını inceledim, düşman askerlerinin ölüleri için yazılan yazıları okudum, çok duygulandım. Yine tekrar ediyorum; Atatürk’ü anlamadan Çanakkale anlatılamaz. Tün şehitlerimizin ruhu şad olsun.

MİLLİ MÜCADELE YILLARI
Atatürk, 1921 yılında Azerbaycan temsilcisi İbrahim Abilof’u Çankaya’da kabulünde şu açıklamayı yapmıştır:
“Bu kutsal mücadelede, milletimiz, İslam’ın kurtuluşuna dünya mazlumlarının refahlarının arttırılmasına hizmet etmekle övünendir.
Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı Müslümanların Batılılardan kurtuluş mücadelesi olarak değerlendirmiştir.
Kührevizade Şeyh Abdulhaki Efendi’den Bitlis halkını milli mücadele hakkında aydınlatmasını isteyen Atatürk, ona yazdığı mektupta şu ifadelere yer vermiştir:
Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın amacını, İslam’ın kurtuluşu olarak nitelemiştir. Bu amaç için savaşan Türk ordusunun başarısı için dua edilmesini istemiştir.
Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı Allah’a her fırsatta dua ederek geçirmiştir.

Erzurum Kongresi’nin on üçüncü birleşiminde gündem konuları arasında Mustafa Kemal Paşa’nın kapanış nutkundan sonra Kur’an ve dua okunması vardı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılış günü Hacı Bayram Veli Camii Şerifinde Cuma namazı kılınarak, Kur’an ve namazın nurlarından ilham (feyz) alınmıştır.

Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın yürütülmesi aşamasında dini inançlara her zaman saygılı olmuş ve aslında kendisi de inançlı bir Müslüman olarak hareket etmiştir. O da diğer Müslümanlarla birlikte namaz kılmış, dua etmiş, hatta minberden hutbe okumuştur.

Atatürk’ün 7 Şubat 1923 tarihinde Balıkesir Zağnos Paşa Camii’nde okuduğu hutbe:
“Ey millet Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selameti, yardımı ve hayrı üzerimize olsun. Peygamberimiz Efendimiz, Cenab-ı Hak tarafından insanlara hakayık-ı diniyeyi tebliğe memur ve resul olmuştur. Kanuni esasisi, cümlemizce malumdur ki, Kur’an-ı Azimüşşandaki konudur. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. Mükemmel (ekmel) dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa ve hakikate tamamen tedavuk ve tedabuk ediyor. Eğer akla, mantığa ve hakikate tevafuk etmemiş olsaydı, bununla diğer kanunlar ilahi kanunlara (kavanin-i tabüyye-i ilahiyye) beyninde tezat olması icap ederdi. Çünkü bilcümle kavanin-i kevniyyeyi yapan Cenab-ı Hak’tır.
Arkadaşlar; Cenab-ı Peygamber mesaisinde iki dara, iki haneye malik bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini, Allah’ın evinde yapardı. Hazreti Peygamberin isr-i (tutulan yol, gidiş) mübareklerine iktifaen bu dakikada milletimize; milletimizin hal ve istikbaline ait hususatı görüşmek maksadıyla bu dar-ı kutside Allah’ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna mazhar eden Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağım ümit ediyorum.
Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek, yani danışma (meşveret) için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni başlı başına faaliyette bulunmak elzemdir.
İşte biz burada din ve dünya için, istikbal ve istiklalimiz için, bilhassa hakimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşüncelerini anlamak istiyorum. Amel-i milliye, irade-i milliye (ulusal istem) yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, bilumum efradı milletin arzularının, emellerinin muhassalasından (birleşke) ibarettir. Binaenaleyh benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.”
Bu hutbe o caminin avlusunda bir mermer üzerine yazılmıştır. Günümüzde durmaktadır.
Harp okulunda okurken arkadaşı Ali Fuat Cebesoy’un başına bir sıkıntı gelmiş, Atatürk ona, “Merak etme kardeşim, Allah büyüktür” diyerek teselli etmiştir.

 

Atatürk, milli mücadeleye önderlik etmek üzere Ankara’ya geldiğinde ciddi bir şekilde maddi sıkıntı çekmekteydi. Bu durumdan haberdar olan Ankara Müftüsü Atatürk’ü ziyaret etmiş ve ona bin lira gibi azımsanamayacak miktarda maddi destek sağlamıştır. Sağlanan bu maddi imkânın ardından Atatürk, Mazhar Müfit Kansu’ya, “Gördün mü, akşam ne kadar sıkışmıştık. Bu hatıra gelir miydi? Allah bize yardım ediyor” demiştir.

Yaptığı konuşmaların sonunda, “Cenab-ı Hak’tan niyaz ederim” ifadesini kullanırdı. Yine yaptığı konuşmalarda, “Cenab-ı Hak daima bizimledir. Ulu Tanrı bizimledir. Allah bizimle beraberdir” ifadelerini kullanmıştır.

Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın en kritik anlarında Hz. Peygamber’in kullandığı “İnnallahe meane” ifadesini kullanmaktadır. “Allah bizimledir” ifadesini kullanmıştır.
Atatürk’ün hayatından aktardığımız bu kısa kesitler gösteriyor ki, o, Allah’ın yardımına ve desteğine, duanın gücüne bütün samimiyetiyle inanan bir insandı. Hem kendisi dua etmiş hem de annesinden, kardeşinden, çocuklardan, çevresinden dua istemiştir.

Atatürk, Birinci İnönü Zaferi dolayısıyla Batı Cephesi Komutanı İsmet Bey’e gönderdiği tebrik telgrafında, 1922 İkinci İnönü Zaferinin yıldönümü münasebetiyle ordulara yayınladığı beyannamede, Sakarya Zaferi dolayısıyla orduya ve millete yayınladığı bildiride, Allah’ın yardımından söz etmiştir.
21 Ağustos sabahı Kocatepe’ye doğru çıkarken; “Allah Türk Milletini ve ordusunu koruyacak, muvaftak edecektir” diye temennide bulunmuştur. O sırada namazını bitirmekte olan Fevzi Paşa’ya yaklaşmış, “Paşam ordularımızın muzafferiyeti için dua edelim” demiştir. Bütün toplantılarında benzer ifadeleri görmekteyiz.
Atatürk, kazanılan başarılar dolayısıyla, her fırsatta hamdederek Allah’a yönelmiştir. Hamd, Kur’an’ın anahtar kavramlarının başında gelir.

ATATÜRK’ÜN SON HASTALIĞI ve VEFATI
İslam dininin, özellikle de Kur’an’ın Atatürk’ün kişiliği üzerindeki etkisi ömrünün sonuna kadar devam etmiştir. Şifasız hastalığı teşhis edildiğinde, namaz süreleri ile daha yakından ilgilenmeye başlamıştır. Bu süreler hakkında Ahmet Hamdi Akseki ve Ali Rıza Sağman hocalardan bilgi almıştır. Bu iki hocayı kastederek; “Şimdi bana şifa ve huzur getirenlerle beraberim” demiştir.
Vefatından önce 25 Ekim 1938’de, Türk milletine ve bütün Müslümanlara “Allah’ın son peygamberi Hz. Muhammed’i bütün Müslümanlar önek almalı, İslam’ın hükümlerine uymalıdırlar. İnsanlık ancak bu şekilde kurtulup kalkınabilir, hastalığının son günlerinde devamlı “Allah, Allah” diyerek salavat getirmiştir. Başını biraz sağa çevirip dikkatle doktoruna bakan Atatürk’ün son sözü “Aleykümselam” olmuştur.

ATATÜRK’ÜN OKUDUĞU DİNİ İÇERİKLİ KİTAPLAR
İslam dinini iyi bilen Atatürk’ün, yaklaşık 6500 kitaplı kütüphanesi incelendiğinde,122 adet İslam dinine ait kitap okuduğu görülmüştür. Diğer dinlere ait okuduğu kitap sayısı 21 olduğu tespit edilmiştir.
Atatürk, çok okuyan ve çeşitli konuları irdeleyen bir kültür adamıdır Cephede bulunduğu, en buhranlı günleri yaşadığı sıralarda bile kitap okuyarak tahliller yapmıştır.
ATATÜRK’ÜN KUR’AN KÜLTÜRÜ KUR’AN TASAVVURU
Atatürk, Kur’an-ı “Kitab-ı Ekmel” (Mükemmel Kitap) olarak nitelemektedir.

Efendiler, Allah birdir. Büyüktür, Kur’an mükemmel bir kitaptır. Cenab-ı Peygamber Hatemü’l-Enbiyadır. (En son peygamber)
Sık sık Kur’an dinlemiştir. Yakınları ve şehitler için Kur’an okumuş ve okutmuştur. Kur’an’ın Türkçeye çevirisiyle ilgilenerek, Türk milletine bu alandaki en büyük hizmeti gerçekleştirmiştir. Kur’an’ın tefsiriyle de yakından ilgilenmiş, pek çok ayetin yorumu üzerinde durmuştur. Kur’an ayetlerinin evrendeki yasalarla uyum içerisinde olduğunu açıklamıştır.

Her toplumda kutsal olan şeylere daima saygı gösterilmiştir. Müslümanlar da kutsal kitapları olan Kur’an’a saygı gösterirler. Bu saygının çeşitli boyutları vardır. Örneğin, okuyarak, öğretilerini düşünerek, inanarak uygulayarak Kur’an’a saygı gösterirler. Türkler, Kur’an’a olan saygılarını özellikle Kur’an metninin yazılı olduğu kitaba (Mushafa) saygı göstermektir.
Atatürk de her Türk gibi, Kur’an’a olan saygısını Mushafa saygı göstererek ortaya koymuştur. Bu saygıyı sadece şekli olarak değil, duygusal ve bilinçsel düzeyde göstermiştir.
Kur’an’ın/Mushafın, Atatürk’ün özel eşyaları arasında önemli bir yere sahip olduğunu görürüz. Anıtkabir Atatürk Müzesi’nde Atatürk’ün bizzat kullandığı eşyalar arasında küçük bir Kur’an’ı Kerim’de vardır. Ruşen Eşref kitap dolabının üstünde bir Kur’an’ı Kerim bulunduğunu ifade eder.
KUR’AN ÜZERİNE YEMİN ETME
Yeminler insanların benliğinde güçlü etkiler bırakabilirler. Yemin, bir durum ya da düşünceyi insanın benliğinde yerleştirip pekiştirmeye yönelik etkinliktir. Kur’an’da yeminler, şüpheleri giderme, boşa çıkarma, kanıt getirme, aktarılan bilgi ve haberlerin doğruluğunu destekleyip güçlendirme, bir saygıyı en etkili biçimde anlatma amacıyla kullanılmıştır.

Müslümanlar önemli işlerinde Kur’ an üzerine yemin etmeyi bir gelenek haline getirmişlerdir. Bu gelenek sadece sözlü yeminle sınırlı kalmayıp, Kur’an’ın yazılı bulunduğu mushafa el basma, onu öpme gibi fiili eylemlerle desteklenmiştir.
Nitekim Atatürk, Trablusgarp’ta bulunduğu sırada, yerli halkın ileri gelenlerini ikna edebilmek, onların kuşkularını giderebilmek düşüncelerinde verdiği haberlerde doğru/samimi olduğunu gösterebilmek amacıyla Kur’an üzerine yemin etmiştir. Atatürk, burada fiili olarak Kur’an’a değer verdiğini göstermek için onu öpmüştür. Kur’an’ın yüceliğini kabul ettiğini sözlü olarak itiraf etmiştir.
KUR’AN DİNLEMEYİ SEVMESİ
Hafız Yaşar Okur şöyle demiştir: Ramazanların Atam için büyük önemi vardır. Ramazan ayında ve kandil geceleri beni huzurlarına çağırır, Kur’an-ı Kerim’den bazı sureler okuturlardı. Ben okurken gözleri bir noktaya takılır, derin bir huşu ile dinlerlerdi. Ruhen çok zevk aldığı her halinden belli olurdu.

 

Eski Milli Eğitim Bakanı Cemal Hüsnü Toray, “Atatürk, Kur’an okunmasından gaşyolurdu (kendinden geçmek).
Vasfı Rıza Zobu, Kur’an’a çok hürmeti vardı. Ben Hafız Yaşar Okur, Hafız Hüseyin ve Hafız Mehmet’i O’nun yanında tanıdım. Onların okuduğu Kur’an’ı saygıyla dinlerdi.
İran Şahı Rıza Fehlevi, Atatürk’ü ziyarete geldiğinde, Atatürk vermiş olduğu ziyafette, Hafız Yaşar Okur’u ona tanıtmış ve “şimdi benim hafızım size bir şeyler okuyacak” demiştir. Ardından Hafız Kur’an-ı Kerim’den bir sure ve Süleyman Çelebi’nin Mevlidinden bir bölüm okumuştur.
Manevi kızlarından Nebile bir gün Atatürk’e; ben Yasin-i Şerif-i ezbere, hiç yanlışsız okurum iddiasında bulunmuştur. Nebile okurken Atatürk elindeki Kur’an’dan onu takip etmiştir.

Türkler İslam’ı kabul ettikten sonra, Atatürk’e gelinceye kadar, Kur’an’ı tümüyle resmi olarak Türkçeye çevirme düşüncesine sıcak bakmamışlardır. Bu bakımdan, “Kur’an çok eskiden beri Türkçeye çevrilmemiştir”. Örneğin Ahmet Cevdet Paşa, Kur’an’ın bazı bölümlerini Osmanlıcaya (Eski Türkçe) çevirmiştir. Meşrutiyet dönemlerinde İslamcılık akımı taraftarları Kur’an’ın bazı bölümlerini meal olarak hazırlamışlardır. II. Meşrutiyet döneminde yapılan Kur’an çevirisi, Şeyhülislam’ın emriyle toplattırılmıştır.

Türk halkı, öz benliğini etkileyen dini bilgileri bizzat kendi gözü ile okuyup anlayabilme imkânına Atatürk’ün çabaları sayesinde ulaşmıştır.

Atatürk’ün Kur’an’ın anlaşılması yönündeki çabaları. Camilerde dinlenen Kur’an’dan Türk halkının hiçbir şey anlamaması, Kur’an’ın çevirisinin yapılması ihtiyacını doğurmuştur. Atatürk, Kur’an’ı Türkçeye tercüme ettirmek suretiyle onu herkesin malı yapmayı amaçlamıştır. Halkın kendi dinini daha iyi öğrenmesi, anlaması ve tanıması için Kur’an’ın Türkçeye çevrilmesini istemiştir. Okuyanların, onun mana ve derinliğini kavramasını temenni etmiştir.

 

Kur’an’ın eşsizliğine ve sağlamlığına inanan Atatürk, İslam dininin taassuba saptırılmasını, politikaya alet edilmesini önlemek amacıyla Kur’an’ı en yetkili din bilginlerine tercüme ettirip yayınlamayı uygun bulmuştur. Atatürk Türk milletini batıl inançlardan arındırıp, gerçek dine
yönelmeyi amaçlamıştır.

Atatürk’ün girişimlerinde önce Kur’an Türkçeye çevrilmişti. Sınırlı sayıda da olsa Türkçe Kur’an çevirileri vardı. Çeviriler genç halk tabanına yayılmamıştı.
Atatürk’ün seçtiği hafızlar 1931 yılı Ramazan ayında camilerde Kur’an’ın Türkçe çevirilerini okumuşlardır. 1932 Yılında Atatürk’ün emriyle Hafız Yaşar, Yerebatan Camisinde Cuma namazı ardından Yasin süresini önce orijinal metninden okumuş, sonra da Türkçe mealini vermiştir. Bundan sonra, Hafız Furhan, Hafız Kemal, Hafız Zeki, Hafız Nuri, Hafız Rıza, Hafız Fahri ve Hafız Rıfat Beyler çeşitli camilerde Kur’an meali okumuşlardır. Günümüzde de bir kısım camilerimizde okunmaktadır.

Atatürk, Kur’an’ı Türkçeye çevirtmekle “Kur’an’a dönüş” anlayışının öncülüğünü yapmıştır.
Atatürk, Kur’an’ın sadece metniyle ibadet edilen bir kitap olmadığına onunla bilgi düzeyinde ilişki kurulması gerektiğini öğretmeye çalışmıştır.
Atatürk, Kur’an’ın Türkçe mealini okuyarak ve okutarak örnek olmuştur.

Atatürk, hurafelerden temizlenmesi için İslam’ı doğrudan doğruya Kur’an’dan öğrenmenin gereğine inanmıştır. Müslümanlar Kur’an’ı anlamayı ihmal etmişler. Allah’ın emirlerini doğrudan Kur’an’dan örenmemişlerdir. Atatürk, bu girişimiyle, dinin istismar edilmesini, batıl inançların din gibi kabul edilmesini önlemek istemiştir.
Atatürk, camilerde Kur’an okuyup sonra da onun mealinin anlatılmasını istemiştir.
Bu uygulama camilerimizde yeni başlamıştır.
Atatürk Kur’an’ın tercümesinin yapılması için 1932 yılında Mecliste ödenek ayırtmıştır. Bu görev Mehmet Akif Ersoy’a verilmiş olmasına rağmen

10 bin lira gönderilmiş,1936 yılına kadar netice alınamamıştır. Bunun üzerine Kur’an tercümesinin Elmalı Hamdi Nazır tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

Günümüzde cuma günleri hutbede okunan ayetin Türkçe anlamı da verilmektedir. ”Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder. Kötülükten, edepsizlikten, fenalıktan sakındırır…” (Nil Süresi 16/90) Ne kadar güzel.
YÖNETİCİLERİN İSTEKLERİNİN KUR’AN’IN EMRİ GİBİ ALGILANMASI

Atatürk, bazı yöneticilere bazı kesimleri tarafından Peygamberlerin misyonuna benzer bir rol verilmesini doğru bulmamıştır. Bir padişahın istek ve iradesinin, Kur’an’ın emriymiş gibi değerlendirilip algılanmasının millet için yarar sağlamayacağını ileri sürmüştür. Padişah emirlerine Tanrısal buyruklar gibi kutsallık atfedilmesini yadırgamıştır.
Atatürk’e göre dinden maddi çıkar sağlanmamalıdır. Siyasi ve kişisel menfaat için din alet ve vasıta kılınmamalıdır.

Atatürk’e göre bazı yöneticilerin istismar ettiği değer sadece Kur’an değildir. Hz. Peygamberin hadisleri de istismardan nasibini almıştır.
Atatürk, başta Kur’an olmak üzere her türlü kutsal değer ve sembolün çıkar ve hâkimiyet vasıtası yapılmasına karşı çıkmıştır. Kur’an’ın haksız amaçlara vasıta yapılmasını, dine bozgunculuk karıştırmak olarak değerlendirmiştir.
Atatürk, dini değerlere bağlı görünen, fakat çıkar söz konusu olunca bu değerlerden vazgeçenlerle mücadele etmiştir. İnancın ölçüsü şekilde değildir.
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, geleneksel bir kapalı tarım toplumu yapısı içerisine hapsolmuş Türk halkı arasında kaderci anlayış oldukça yaygındı.
Atatürk’e göre, Kurtuluş Savaşı yıllarında bazıları kaderci anlayışın etkisinde kalmışlardır. Bu anlayış, bazı kimselerin iradelerinin milli mücadele ve bağımsızlık yönünde tecelli etmesini engellemiştir. Atatürk’e 10 bin lira gönderilmiş, 1936 yılına kadar netice alınamamıştır. Bunun üzerine Kur’an tercümesinin Elmalı Hamdi Nazır tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Günümüzde cuma günleri hutbede okunan ayetin Türkçe anlamı da verilmektedir. “Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder. Kötülükten, edepsizlikten, fenalıktan sakındırır.” (Nahl Süresi 16/90) Ne kadar güzel.
YÖNETİCİLERİN İSTEKLERİNİN KUR’AN’IN EMRİ GİBİ ALGILANMASI
Atatürk, bazı yöneticilere bazı kesimleri tarafından Peygamberlerin misyonuna benzer bir rol verilmesini doğru bulmamıştır. Bir padişahın istek ve iradesinin, Kur’an’ın emriymiş gibi değerlendirilip algılanmasının millet için yarar sağlamayacağını ileri sürmüştür. Padişah emirlerine Tanrısal buyruklar gibi kutsallık atfedilmesini yadırgamıştır.

Atatürk’e göre dinden maddi çıkar sağlanmamalıdır. Siyasi ve kişisel menfaat için din alet ve vasıta kılınmamalıdır.
Atatürk’e göre bazı yöneticilerin istismar ettiği değer sadece Kur’an değildir. Hz. Peyganıberin hadisleri de istismardan nasibini almıştır.

Atatürk, başta Kur’an olmak üzere her türlü kutsal değer ve sembolün çıkar ve hâkimiyet vasıtası yapılmasına karşı çıkmıştır. Kur’an’ın haksız amaçlara vasıta yapılmasını, dine bozgunculuk karıştırmak olarak değerlendirmiştir.

Atatürk, dini değerlere bağlı görünen, fakat çıkar söz konusu olunca bu değerlerden vazgeçenlerle mücadele etmiştir. İnancın ölçüsü şekilde değildir.
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, geleneksel bir kapalı tarım toplumu yapısı içerisine hapsolmuş Türk halkı arasında kaderci anlayış oldukça yaygındı.
Atatürk’e göre, Kurtuluş Savaşı yıllarında bazıları kaderci anlayışın etkisinde kalmışlardır. Bu anlayış, bazı kimselerin iradelerinin milli mücadele ve bağımsızlık yönünde tecelli etmesini engellemiştir. Atatürk’e göre, Batılı emperyalistlere boyun eğmek, onların baskısına sabrederek her şeyin kendiliğinden düzelmesini beklemek “sabırlılık” değil, yalnızca cehalettir. Fakat ne yazık ki bazıları kaderci ve teslimiyetçi bir anlayışı eylemsizliği tercih etmişlerdir.

Atatürk, gerek özel sohbetlerinde, gerekse ülke sorunlarına eğildiği önemli çalışma faaliyetlerinde “kader” konusu üzerinde hassasiyetle durmuştur. Boynunu büküp “kader buymuş” diyenlere çok kızmıştır. Kaderci tutumla karşısında, “tembelliğin, beceriksizliğin adını kader koymuşlar”. Kaderciliğe karşı çıkmış, onu “tembellik ve becerisizlik”le bir tutmuştur.
Felsefe hocamız Prof. Dr. İsmail Tunalı derslerinde bu hususu örneklerle açıklamıştır. Trafik kazaları, mayınlı sahaya girme, intihar vb. gibi.

Atatürk, 25 Ağustos’ta Kocatepe’ye çıktığı zaman orada şöyle dua etmiştir: Allah’ım, senin bana verdiğin fikir ve zekâyla ben bütün planlarımı gerçekleştirdim. Bundan sonrası artık senin mukadderatın…” Burada doğru tevekkülün (Tanrı’ya boyun eğme) ve Kur’an öğretilerine uygun kader anlayışının tam bir uygulamasını sergilemiştir. Bir insan olarak üzerine düşenleri yerine getirmiş, sonra da beklentilerinin gerçekleşmesini ilahi takdire havale etmiştir. İnsani gerekleri yerine getirmeden, Allah’tan bir şeyler beklemenin yanlışlığına dikkat çekmiştir. Allah’tan temennide bulunmak da güzel bir istek veya temennidir. Atatürk, inşallah temennisini de sık sık kullanmıştır.
ATATÜRK’ÜN HZ. MUHAMMED TASAVVURU
Atatürk birçok açıklamalarında Hz. Muhammed’den saygıyla ve övgüyle söz etmiştir. O Peygamberimizi çağdaş bir biçimde anlatmıştır. Yeryüzünde en hayran olduğu kimse Hz. Muhammed’dir. Ona duyduğu hayranlığı her fırsat dile getirmiştir. Hz. Muhammed’de layık olduğu değeri vermiş, onu yanlış tanıtmaya çalışanlarla mücadele etmiştir. Hz. Muhammed’i küçültür tarzda konuşmalar yapılmasına izin vermemiştir.
Hz. Muhammed’in hayatına ait bir kitabın tercüme edilmesi için de emir verdim demiştir. Konuşmalarında Hz. Muhammed demeye özen gösterirdi.

ATATÜRK’E GÖRE HZ. MUHAMMED’İN DUASI

Atatürk her şeyden önce büyük bir asker ve komutandır. Onun savaş konusundaki tecrübesini ve dehasını tartışmaya gerek yoktur. Atatürk, askeri alandaki tecrübe ve deneyimlerine dayanarak, Hz. Peygamber’in Bedir Savaşındaki savaş stratejisinin eşsizliğini belirtmekten kendini alamamıştır. Bedir’de kazanılan meydan savaşının, Hz. Muhammed’in peygamberliğinin en büyük delili olduğunu söylemiştir. Hacca gidenler orayı gördüklerinde alınan savaş düzenine hayran kalacaklardır. Aynı şekilde hayatını okuyanlar da hayranlıklarını söyleyeceklerdir.

Kur’an’ın referans göstermesiyle, tarihin tanıklığıyla ve Müslümanların kolektif bilinci uyarınca Hz. Muhammed örnek alınabilecek en büyük model şahsiyettir. Bu örneklik sadece Hz. Peygamber’in çağdaşlarını değil, daha sonra gelen nesilleri de içine almaktadır.

Millete efendilik yoktur, hizmet etmek vardır. Bu millete hizmet eden onun efendisi olur. Atatürk, “Hâkimiyet milletindir” ilkesini bu hadiseye dayandırmıştır.
Buhari’nin “Sahih”i 1921-1928 yılları arasında Eski Türkçe olarak basılmıştır. Atatürk’ün okumuş olduğu kitaplardan birisidir.
AHİRET TASAVVURU
Atatürk, Allah ve ahiret inancına sahip, dindar bir insandır. Atatürk, insanın dünyada olduğu gibi, ahirette de mutlu olmasının belli kurallara bağlı olduğunu belirtmektedir.

Atatürk’e göre, insanların ahiret mutluluğunu sağlayacak temel ilkelerden birisi, dini inançları, kutsal değerleri, dünyevi çıkar aracı yapmaktır.
Vatan uğruna şehit olan Türk askerlerinin ahiret hayatında cennetle ödüllendirileceğini belirtmiştir.
Atatürk, dinin özüne değil, din olarak kabul edilen geleneğe ve eskimiş kurumlara karşı tavır almıştır.
Allah kelimesini yükseltmenin Müslümanlar için bir görev olduğunu vurgulayan Atatürk, bu görevi yerine getirmenin yollarından birisinin, bilim ve teknoloji alanında güçlü ve ileri düzeyde olmaktan geçtiğini söylemiştir. O, içinde yaşadığı çağda üstünlüğü ve gücü ele geçirmenin yolunun bilim ve teknolojiye sahip olmaya bağlı olduğunu görmüştür.

Türk halkı kurtuluş savaşını kazanmıştır. Fakat üstünlük sadece savaş alanında başarıyla sınırlı değildir. Savaş olmayan dönemlerde de üstünlük için çaba harcanmalıdır. Barış dönemlerinde Allah kelimesini yükseltmeyi bu manada yorumlamıştır.
Hz. Muhammed’in getirmiş olduğu Kur’an’da, milli hatta her türlü beşeri bağın varlığı sosyolojik bir gerçeklik olarak kabul edilmiştir. İnsanların milletler halinde yaratılması Allah’ın sosyolojik yaratılış düzenlemesidir. Kur’an’a göre milletlerin varlıklarının devamı, aralarındaki bağların ve duyguların korunması sosyolojik yasalar açısından bir zorunluluktur. Müslüman toplumlar arasında inanç bağları, onları kendi milli varlıklarından vazgeçmeye zorlamaz. Kur’an’da, insanlar arasındaki toplumsal birliktelik olgusunu vurguladığı bilinen en dikkat çekici kavram “tearuf”tur.
Tearuf, grup içi olduğu gibi, gruplar arası toplumsal bağları ve ilişkileri kapsayan bir kavramdır. Ayet, sosyolojik bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde “tearuf” kavramının her türlü grup içi ve gruplar arası toplumsal birlikteliğe işaret ettiği görülür. Biz, buna kolektif bilinç olayları diyoruz.
TOPLUMUN İNŞASINDA BİREYSEL FARKLILIKLAR
Bütün insanlar sahip oldukları ve olmadıkları özellikler açısından birbirlerinden farklılık gösterirler. Doğrusu aşağılık duygusunun kaynağı, en genel anlamıyla bireyler arasındaki eşitsizliktir. (Özcan KÖKNEL)

İnsan türünde iki çeşit eşitsizlik görülür. Birincisi insanın iradesi dışında meydana gelen yaş, sağlık, bedendeki güçler, zekâ ve psikolojik nitelikler arasındaki farklılıklardır. Bunlara doğal ya da fizik eşitsizlik denir. İkincisi ise, bir çeşit uzlaşmaya dayanır, insanların onaması ile kurulur ya da hiç değilse onlar tarafından kabul edilir. Zenginlik, şeref, güç ve otorite farklılıklarını bu tür eşitsizliğe örnek verebiliriz. Buna da manevi veya politik eşitsizlik denir. (Jean-Jacques ROUSSEAU)
Atatürk, Yüce Allah’ın insanları birbirine ihtiyaç duyacak şekilde yarattığını ifade etmiştir.  İnsanların birbirlerinin işini görmelerinin ilahi bir ihtiyaç olduğunu belirtmiştir. Atatürk’ün işaret ettiği bu ilahi yaratılış düzenlemesi Kur’an’da Zuhruf suresinde açıklanmıştır. Farabi de kendi eserinde iş bölümünden söz etmiştir.
DÜNYADAKİ NİMETLERİN İNSANIN YARARINA VERİLMESİ

Atatürk, evrendeki varlık ve oluşların Allah tarafından insanın yararına olacak şekilde düzenlendiğini söylemiştir. Özellikle Müslümanların dünyadan azami derecede yararlanmaları gerektiğine vurgu yapmıştır.
Atatürk, Allah’ın diğer varlıklara vermediği akıl yetisini insanlara verdiğini söyler. İnsanın evrenle ilişkisinde aklın önemli bir yeri olduğuna işaret eder. Atatürk’ün işaret ettiği bu gerçek birçok Kur’an ayetinde tekrar edilir. (Nahl Suresi 16/78 ayet).
Kur’an öğretisine göre insan, yaratılışın başlangıcında bilgiden yoksun bir durumda dünyaya gelir. Sonra Yüce Allah ona bilgi, deneyim ve tecrübe ihsan eder. Varlıkları algılayacağı, iyi ile doğruyu ayırt edeceği akıl yetisi ile donatır. (Nahl. 17/78, Ahkaf.46/26).
Atatürk, sanatın İslam dinine uygun bir anlayışla ortaya konulmasına dikkat etmiştir. Özellikle İslam inanç esaslarına ters düşen, putlara tapınmayı ifade eden anlayışın sanattan uzak tutulmasına özen göstermiştir.
Putlara tapma ile mücadele eden Peygamberimiz, dolayısıyla, heykel şeklinde tasarlanan tanrı tasvirlerine de karşı çıkmıştır.
Atatürk, sanatsal olarak heykeltıraşlıkla uğraşmanın İslam dinine aykırı olmadığını savunmuştur.
Kur’an’a göre Allah’ın yarattığı her şey, insan ve filleri de dahil sürekli bir gelişim içerisindedir.
Atatürk, peygamberlerin, toplumların maddi ve manevi ilerlemesinde etkin rol oynadığı kanaatindedir. Ona göre, Hz. Musa, içinde yaşadığı toplum insanlığın temel erdemlerini kazandırmıştır. Özellikle onun getirdiği “On Emir” çağlar boyu insanlığa yol göstermiştir. Yine Hz. Muhammed’in getirdiği mesajlar sayesinde insanlık ilerleme kaydetmiştir. Özellikle Hz. Muhammed, Hz. Musa döneminden sonra din anlayışına karışan hurafeleri ayıklamıştır.
Atatürk tarihin ilk çağlarından günümüze kadar insanlığın bir gelişim içerisinde olduğunu kabul eder. Tıpkı bir çocuk gibi evre evre gelişip günümüzdeki olgunluğa ulaştığını belirtir.

Kur’an insanları bilime teşvik ederken, zamanla Müslümanlar İslam’dan uzaklaşmış ve bilimsel çalışmalar durmuştur. Bu dönemde Müslümanlar genellikle bid’at ve hurafelere inanmaya başlamışlardır.

Atatürk, İslamiyet’i çağdaş medeniyetle yüz yüze getirmiş, hem Türkiye hem İslam dünyası için yeni bir çığır açmıştır.
Atatürk, dinin özüne değil, din olarak kabul edilen geleneğe ve eskimiş kurumlara karşı tavır almıştır.
Atatürk’e göre din hakkındaki bilgi ve kanaatler, uzmanlık ve derin araştırmalar gerektirir. Böylece dini düşünce hurafelerden ve boş inançlardan arındırılabilir.
Atatürk, mensubu bulunduğu İslam dininin çok olgun bir inanç sistemi
olduğunu kabul etmiştir.
Atatürk, dinin özünde bilince ve ilerlemeye engel bir durumun olmadığını düşünmektedir. Bununla birlikte doğu toplumlarında algılanan ve yaşanan dinin özden uzaklaşmış olduğu kanaatini taşımaktadır. Atatürk, Türk milletini “bütün sadeliğiyle dindar olma’ya çağırmaktadır.

Atatürk’e göre, İslam dinine mensup olduğu halde birçok toplumun sefaletinin temelinde, yanlış ve batıl inanışları İslam’a sokmuş olmaları yatmaktadır. İslam’ın özünden uzaklaşmış olmaları onları düşmanlarının tutsağı haline getirmiştir.

 

İSLAM’DA MÜŞAVERE

Toplumsal faaliyetlerin başarılı olabilmesi, büyük ölçüde o toplumu oluşturan bireylerin desteğine dayanır. Bu yüzden önemli karalarda halkın
desteği sağlanmalıdır.
İstişare, toplumsal katılımı gerçekleştirme amacına yönelik iletişim kanallarının kullanılması anlamına gelen bir Kur’an kavramıdır. Hz. Peygamber’den toplumla olan ilişkilerinde iletişim kanallarını açık tutması istenmiştir. (Al-i İmran 3/159. Müşavere etmek, istişare etmek).

Atatürk, bizzat kendisi farklı kimselerin görüşlerini almaya büyük önem vermiştir. Atatürk’ün ifadesiyle, “İslamiyet’te müşavere idarenin en önemli şartıdır.”
Kur’an’ı ve Hz. Peygamberin uygulamalarını referans göstermiştir. Kur’an’ın “danışma” ilkesini, Türkiye Cumhuriyeti’nin hükümet esaslarından biri olarak uygulamaya koymanın bir övünç vesilesi olduğunu belirtmiştir.
Atatürk, Kur’an’da Yüce Allah tarafından vurgu yapılan müşaverenin temel özelliğinin adalet ilkesine dayanması olduğunu söylemiştir. Adalet mülkün temelidir.
İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ

Dinde zorlama yoktur. (Bakara-1/256). Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. İslam’a girmesi için kimseye baskı ve zorlama yapılmaz. Ancak irade hürriyeti ve seçme imkânı verilir.
Türkiye Cumhuriyetinde herkes Allah’a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dini fikirlerinden dolayı bir şey yapılmaz. (1982 Anayasa madde. 10 Temel hak ve hürriyeti kötüye kullanma Madde. 14)
Atatürk, Müslüman olan Türk milletinin, hiçbir zaman hâkimiyeti altında bulunan başka din mensuplarını İslam’a girmeye zorlamadıklarını, onları inançlarını yapmakta özgür bıraktıklarını açıklar. Osmanlı dönemini örnek gösterir.
Atatürk’e göre İslam dini “hoşgörü”yü en geniş anlamıyla insanlara sunan bir dindir. Hoşgörü anlayışı İslam dininin temelini oluşturur.

 

İNANÇ BAĞI

Dinin en önemli fonksiyonlarından birisi, içerisinde çeşitli nedenlerle ortaya çıkan sosyal farklılıklardan dolayı bölünüp parçalanmak tehlikesiyle karşı karşıya bulunan toplumu birleştirmek, kaynaştırmak, bütünleştirmek olmaktadır. E. Durkheim’e göre, dinin toplumdaki dört temel görevinden birisi, insanlar arasında birleşme ve dayanışma sağlamasıdır. Din, diğer farklılıklarını asgariye indirerek toplumu birbirine kaynaştırır.
Atatürk, Türk milletinin hem kendi içinde, hem de diğer Müslüman topluluklarla birlik, yakın ilişki, dostluk, kardeşlik ve dayanışma oluşturmasında inanç bağının büyük bir etkisinin olduğuna inanmıştır.
Atatürk, 1933’te Cumhuriyetin 10. yılı konuşmasında şöyle demiştir:

“Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bu günden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Burada dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız.”
Atatürk, dinin birleştirici etkisinin Türk milleti için de geçerli olduğunu belirtmiştir.
Atatürk yeni Türk devletinin kurucu fikrini üç temele dayandırmıştır. Bunlar; milli değerler, çağdaş değerler ve dini değerlerdir.
Atatürk “bizler” diyerek, mensubu olduğu Türk milletini hem dini inançlarına hem de milli emellerine bağlı bir topluluk olarak tarif eder, “Biz Türk’üz; tam manasıyla Türk’üz, işte o kadar. Bize iyi Müslüman olmak kâfidir (yeterlidir).”
Askeri lisede okurken, Mehmet Emin Yurdakul’un milli içerikli şiirinden etkilenmiştir. “Ben bir Türküm, dinim, cinsim uludur.”

 

Atatürk, bir milletin varlığını devam ettirmesinde dini zorunlu bir kurum olarak görmektedir. Din gerekli bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur.
Atatürk, milli mücadelede, Türk vatanında yaşayan etnik unsurların aynı amaç etrafında bit araya getiren en büyük unsurun din faktörü olduğunu savunur. Bu birlik ve kardeşlik ruhu bütün Müslüman unsurları Milli mücadele etrafında kenetlemiştir.
Atatürk, birbiriyle dindaş ve kardeş olan Türk ve Kürt unsurların mukaddes birliği korumadaki kararlıklarının vatanın bağımsızlığının garantisi olduğunu belirtmiştir.
Atatürk, her türlü ayırımcılık ve bölücülük karşısında milli birliğin ve din kardeşliğinin korunmasını zorunlu görmüştür.

Atatürk, Suriye ile Türkiye arasında çıkarılmak istenen husumet ve anlaşmazlıkları önlemek için, iki halk arasında din kardeşliğine dikkati çekmiş, din kardeşi olarak barış içinde yaşamayı sürdürmeyi önermiştir. Aramızda tahrik edilen ve bizleri birbirinizden ayıran husumete ehemmiyet vermemenizi bir dindaşınız olarak temenni ediyorum. Bütün anlaşmazlıkları ortadan kaldırmalıyız ve bütün silahlarımızı ülkemizi bölmek isteyen hain partilere karşı çevirmeliyiz. Eğer dinlemezseniz sonunda siz üzülebilirsiniz. Dinimizin imansız düşmanlarının vaatlerine kanmayınız.
Din kardeşi gibi yaşayalım ve düşmanlarımızı perişan edelim. Tüm Müslüman devlet yöneticilerine birlik beraberlik için mektuplar yazmış ve karşılığını görmüştür.
Atatürk’e göre hutbelerin okunmasından maksat Cuma namazına gelen Müslümanların, “İslam’ın umuma ait meseleleri hakkında dertleşmeleridir.” Atatürk, Türk milleti daha iyi anlasın diye, hutbelerin öğüt ve nasihatlerden oluşan bölümünü Türkçeleştirmiştir.
Atatürk’ün 7 Şubat 1923 Cuma günü Balıkesir Zaganos Paşa Camii’nde verdiği hutbe, hutbenin Türkçeleşmesi hakkından bir örnektir. Namazdan sonra mevlit okunmuş ve İstiklal savaşı şehitleri anılmıştır.

 

Atatürk’e göre, hutbelerin içeriği çağın ihtiyaç ve gelişmelerini dikkate almalıdır. Sadece tarihe mal olmuş birtakım meseleleri sürekli tekrarlamanın yararı yoktur. Bu tür hutbelerin cemaati sıktığını düşünüyorum. Hutbelerde toplumun sosyal ve medeni ihtiyaçları gözetilmelidir. Hutbelerin içeriği bilimsel ve teknolojik gelişmelere ters düşmemelidir. Hutbenin halkı eğitime yönlendirme görevi arka plana itilmemelidir.
Atatürk’e göre hutbeler, ruhi ve ahlaki eğitim için, halkı aydınlatmak ve onlara doğru yolu göstermek için önemli bir yere sahiptir. 1928 yılında hutbe ilk defa Türkçe okunmuştur. İlk Türkçe hutbe uygulaması Süleymaniye Camii’nde gerçekleştirilmiştir. Bu hutbeyi Saadettin Kaynak okumuştur. Okuduğum hutbeyi önceden Atatürk’e yazıp verdim, beğendi.

Fakat Paşam, bende hitabet kabiliyeti yok. Bu başka iş hafızlığa benzemez. Zararı yok, bir tecrübe edelim, buyurdular.
Atatürk, 1932 yılında Ankara’da, bir akşam yemekli toplantıda ülke sorunları ile ilgili tartışmalar yapmış, meseleler ayrıntılı olarak görüşülmüştür. Atatürk yanında oturan Salih Bozok Bey’e, “Yarın günlerden ne?” diye sormuştur. Bozok, cuma olduğunu söyleyince, Atatürk, “Yarın Hacıbayram Camisi’nde Cuma hutbesini kim verecek?” diye sormuştur. Atatürk’ün emriyle Hacıbayram Camii’nin imam misafir olarak toplantıya davet edilir. Atatürk kariyeri hakkında bilgi sahibi olduğu hocayı güler yüzle karşılar, ona yakın ilgi gösterir. Sonra hocaya şöyle sorar:
Hoca efendi, yarın daha doğrusu bugün Cuma. Cuma hutbesinde cumaya gelenlere ne anlatacaksınız?
– Cennetten, cehennemden bahsedeceğim.
– Günahtan, sevaptan bahsedeceğim.
– Haramdan, helalden bahsedeceğim.
Atatürk, “Hoca efendi elbette bunları anlatacaksınız. Bu sizin göreviniz. Ama başka görevleriniz de var. Başka şeyleri de anlatacaksınız. Asırlardan beri kara cehalet içerisinde bırakılan bu halka kimler doğruları anlatacak? Camiler sadece namaz kılınan yerler değildir. Camiler yalnız dinin değil, siz aydın hocalar sayesinde başka doğruların, başka güzel şeylerin de konuşulup öğrenildiği yerler olacaktır. O gece “Cumhuriyet ve nimetleri” hakkında cuma hutbesinin verilmesi kararlaştırılır. Hutbenin muhtevasıyla ilgili değerlendirme ve fikir alışverişinde bulunulur. O gece toplantıya katılanlar, gündüz cuma namazda Hacıbayram Camisi’ne giderler. Hoca efendi (Sürmeneli Osman Hoca) Cumhuriyetin getirdikleri konusunda nefis bir hutbe verir.

CAMİLERİN İMARI

Tevbe süresinin 18. Ayeti: “Allah’ın mescitlerinin, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onlar, doğru yolu bulanlardan olabilirler.”

Atatürk, Tevbe süresinin 18. ayetini bilen ve bu ayete göre camilerin bakımının yapılmasına inanan bu insandır.
Atatürk, Selimiye Camii’nde minberle avize arasında durur ve etrafındakilere; “Beyler, hiçbir dine bağlı olmayan kalp istirahatten mahrumdur” diyerek söze başlar. “Bakınız ecdadınız İstanbul’un fethinden 125 sene sonra, bu şaheser camiyi İstanbul’da değil de Edirne’de yaptırmış; böylece Edirne’ye mührünü basmış, tapulamıştır. Dahi Mimar Sinan, sanat ve din aşkıyla bu eseri bina etmiştir.” Camiler bulundukları toprakların tapuları olarak değerlendirmektedir.

DİYANEN İŞLERİ BAŞKANLIĞI
Diyanet İşleri Başkanlığı, Atatürk’ün 1924 yılında Şer’iye ve Evkaf Vekaleti’nin kaldırılmasıyla, yerine Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. Din adamlarını bir devlet teşkilatı olan Diyanet İşleri Başkanlığı çatısı altında toplamıştır. Bu kurum sayesinde dinin doğru anlaşılması ve yaşanması hedeflenmiştir.

Atatürk, dinin doğru anlaşılması ve yaşanması için ciddi çaba göstermiş ve bu amaçla Diyanet İşleri Başkanlığını oluşturmuştur.
MUHARREMAT (EGZOGAMİ KURALI) İLE İLGİLİ AYET

Nisa süresi 22. ayet: “Geçmişte (Cahiliye Devri) olanlar hariç, artık babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin. Çünkü bu edepsizliktir, (Allah’ın) hışmıdır ve iğrenç bir yoldur.”
Nisa suresi 23. ayet: “Size şunlarla evlenmek haram kılındı” diye evlenilmesi yasak olanları belirtmektedir.

YÜKÜMLÜLEKTE KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ
Allah insanları iki cins halinde yaratmıştır ve bunlardan biri diğerini tamamlar. (Hucurat suresi 49/13)
Atatürk’ün kadınerkek eşitliğinde Kur’an’ı referans gösterdiği açıklaması şu şekildedir: “Allah’ın emrettiği emir, Müslüman ve Müslime’nin ve evli kadınların da beraber olarak her türlü ilim ve irfanı elde etmesidir. Dinin emrettiği budur. Hz. Muhammed ilim Çin’de de olsa gidip öğreniniz.”

YETKİN DİN BİLGİNLERİNE DUYULAN İHTİYAÇ
Atatürk, dini konulardaki bilgi ihtiyaçlarının karşılanması için gerçek din bilginlerine başvurulmasını ve onlara güvenilmesini tavsiye etmiştir.

Atatürk, din görevlilerinin müspet ilim esasına dayalı yüksek okullarda yetiştirilmesini öğütlemiştir. İslam dininin ilmi kriterler doğrultusunda incelenip araştırılması amacıyla ilahiyat fakültesi, İslam enstitüsü gibi kurumlar oluşturulmuş, aydın din adamlarının yetiştirilmesine çalışmıştır. Atatürk, bilgisizliğin yol açacağı dini taassup (bağnazlık) ve istismarın önüne geçebilmek için, sahasındaki uzman olan bilginlerinin yetiştirilmesini bir zorunluluk olarak görmüştür. 1924 yılında ilahiyat fakültesi açılmıştır.

Cumhuriyetin ilk Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi, Ata’nın huzuruna geldiğinde beni ayakta karşılardı. Utanır, ezilir, büzülür, “Paşam beni mahcup ediyorsunuz” dediğim zaman “Din adamına saygı göstermek Müslümanlığın icaplarındandır, buyururlardı.

GENEL DİN EĞİTİMİ
Atatürk, Türk Milli Eğitimi’nin amaçlarından birinin, yeni yetişen nesle dini tanıtmak ve bunun için de onlara yeterli dini ve ahlaki bilgiyi vermek olduğunu açıklamıştır.

Allah’a, Kur’an’a, dine her zaman saygı göstermiş olan Atatürk, başta askerler olmak üzere herkesin dini bilgi sahibi olmasını gerekli görmüştür. Daha henüz hayattayken, büyük din bilgini Elmalı Hamdi Yazır’a asker için özel “din kitabı” yazdırmıştır. Silahlı kuvvetler mensuplarına bu kitabı okutturmuştur.
AİLEDE DİN EĞİTİMİ
Aile, çocuğa ilk dini bilgilerin verildiği kurumdur. Çocuğun dini hayatla olan ilk ilişkileri aile içerisindeki gözlemleriyle gerçekleşir.
Atatürk, Türk halkının dindar olduğunu ve dinin gereklerini yeni yetişen nesle aktarmasının doğal bir ihtiyaç olduğunu belirtmiştir. Dinin temel ilkelerinin aile içerisinde çocuklara anne-baba tarafından öğretilebileceğini söylemiştir. Böylece okul dışında da ailelerin ilk dini bilgileri çocuklarına verebileceklerine dikkat çekmiştir.
DİNİ GELENEKLER
Türk halk inançlarında Zekeriya Sofrası ya da Zekeriya Sinisi diye adlandırılan bir gelenek vardır. Bu gelenek, Cumhuriyet sonrasında Ankara’da görülmeye başlamıştır. 1930 yılından sonra yaygınlaşarak günümüze kadar gelmiştir. Sofra, adını Zekeriya Peygamber’den almıştır. Adak adama, dileklerde bulunma gibi amaçlarla yapılan yemekli toplantı şeklinde gerçekleştirilmiştir. Bu toplantıda genellikle çerez, yemiş ve yeşillikler yenir. Ankara’dan başka, İstanbul ve Bursa’da da geleneğin benzerleri görülmüştür. XI. Yüzyılın başlarında Hicaz bölgesinden gelen bir kadın tarafından Türk kültürüne katıldığı söylenir. Bu gelenek yalnızca kadınlar arasında yapılır. Sofra, dileği yerine gelmiş bir kadın tarafından düzenlenir. Daha çok Şaban ayı içerisinde yapılır. Sofraya komşu ve akrabalardan kadınlar katılır.

Atatürk, dinler tarihi hocası Şemsettin Günaltay’ı dinledikten sonra bu Zekeriya Sofrası, adından da anlaşılacağı üzere sanırım Musevilikte kalmış. Onlarda da oruç vardır.
Atatürk, Zekeriya Sofrası gibi dini gelenekleri insanın maddi yararları açısından değerlendirmenin daha doğru olacağını düşünmüştür. Doğal besinlerin yenilmesinin insan sağlığı için yararlı olduğunu belirtmiştir. Zekeriya Sofrası gibi dini motiflerin insanları sağlıklı beslenmeye teşvik edebilecek gelenekler olduğunu açıklamıştır.

Atatürk, ”ölülerden yardım isteme” biçiminde ortaya çıkan dini geleneği medeni bir toplum için utanılacak bir durum olarak nitelemiştir.

Ölülerden yardım istemek medeni bir toplum için yüz karasıdır. Al-i İmran suresi 3/38—40 ayetlerinde insanların her türlü dileklerini Allah’tan istemeleri gerekir.
Sonuç olarak şu hususları söyleyebiliriz:
Müslümanlar dua ve ibadet amaçlı Kur’an okumalarının yanında, bilgiye dayalı okuma ve dinlemeleri de arttırmalıdır. Camilerde yapılan Kur’an okumalarının, mealleriyle birlikte sunulmasına önem verilmelidir. Günümüzde bu husus yavaş yavaş yapılmaktadır.
Allah ile iletişimde, ilahi yardım talebi, tevekkül (Tanrı’ya, yazgıya boyun eyme) hamd ve şükür, ilahi adalete güven gibi ilişki biçimlerini kişiliğinde özümsemiştir. Allah’a güvenmenin sağladığı moral ve güce bütün benliğiyle inanmıştır.
Dindarlık adına, dünyadan vazgeçmenin doğru olmadığını savunmuştur.

Atatürk din eğitimiyle yakından ilgilenmiştir. Her türlü eğitimde kadın erkek arasındaki eşitsizliği gidermenin dini bir görev olduğunu söylemiştir. Yaygın din eğitiminin temeli olan Cuma hutbelerini ıslah ederek bu alanda Türk tarihinin en büyük devrimlerinden birisini gerçekleştirmiştir.

Ülkemizde Kur’an eğitiminin verildiği Kur’an kurslarında, imam hatip liselerinde ve ilahiyat fakültelerinde Atatürk’ün Kur’an kültürü öğrencilere öğretilmelidir.
Atatürk’ün model kişiliği öğrencilere aktarılmalıdır.
Atatürk’ün Kur’an kültürünü ve manevi dünyasını doğru bir şekilde öğrenmek ona duyulan sevgiyi ve onunla özdeşleşme isteğini daha da arttırıp güçlendirecektir.

Gelecek aydınlık günler milletimizin olsun.
Biz, tarih boyunca Selçuklular, Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurtuluşundan günümüze kadar ülkemize hizmet eden ve ebediyete intikal edenleri rahmetle, minnetle, yaşayanları şükranla saygı ile anıyoruz.

Cumhuriyetimizi, devletimizin birlik ve bütünlüğü için her türlü bölücü örgütlerle mücadele ederken şehit olanları rahmetle gazilerimizi saygı ile anıyoruz. Şehitlerimizin ruhu şad olsun.
Siz kıymetli yazımızı okuyanlara özel yaşamında sağlıklı mutlu günler dilerken, yaşamınızda başarılar dileriz. Saygılarımla…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.