Ayrılık Türküleri
Mahmut İhsan KANMAZ
Selam, sevgi ve saygılarımla birlikte, bir yazıma daha başladım bile sevgili arkadaşlarım.
Malumlarınız olduğu üzere, bir süredir yatılı okul anılarımdan söz etmiş ve bu anlamda, yaşadıklarımı, gördüklerimi ve de bildiklerimi, mevzuyla alakalı görseller eşliğinde, sizlere aktarmanın gayreti içinde olmuştum.
Ancak, büyük oranda teveccühlerinize mazhar olan bu anıları sunmaya, izninizle birazcık ara verip, bir başka yazı dizisine başlamak istiyorum bugünden itibaren.
Hemen arz edeyim bu yazı dizisinin ne olacağını ve ana başlıkların hangi konuları içereceğini…
Yazı dizimizin ana omurgasını, halk türkülerimiz, geleneksel âşık edebiyatımız, şiirlerimiz ve sanat müziğimizin seçkin örnekleri oluşturacak evvelemirde.
Yani, bizim duygularımız, bizim acılarımız, bizim coşkularımız ve yine bizim yaşadıklarımız olacak bunlar.
Güzel yurdumuzun her bir köşesinde bulunan, kültürel değerlerimiz, anonim birikimlerimiz yazılarımıza kaynaklık edecektir. Burası kesin ve mutlak…
İşte bu noktadan hareketle de, dizimizin ilk yazı başlığı, çok önemli bir konuya yönelik olacaktır. Nedir bu konu?
Bu konu ve ilk başlığımızın adı, “Ayrılık”… Ancak, ayrılığın türkü ve şarkıcasını, belki de ağıtcasını ele alacağız.
Hazırsanız, ya Allah ya Bismillah deyip, başlayalım o zaman. Buyurunuz…
Ayrılık zordur sevgili dostlarım, hem de çok zor. Düşünün bir kere, insanın en çok sevdiği birinden ayrı kalmasını. Onu özlemle anıp hayaller kurmasını. Belki de tek yapabildiği odur kişinin.
Onunla teselli olur ve onunla mutlu olmanın buruk sevincini yaşar olabildiğince. Zaten ona sebeptir, bütün hayallerin, kavuşmalara evrilmesi.
Zor dedik ayrılmak, onun ıstırabını yüreğinin en derininde duyumsamak… Tahmin edersiniz ki, onu da ancak ayrılığa duçar olanlar bilir. Zaman akmaz ve durur sanki özlemle beklenen birileri varsa eğer yüreklerde.
Yollar gözlenir, aranır her yerde, ama ne gelen vardır ve ne de giden. Tek çare kalır geriye, o da sabretmektir. Zira bilir ki, “Sabırla koruk bile helva olur” bir zaman sonra. Biliyor musunuz, atalarımız ne mübarek insanlarmış gerçekten de. Hepsi de nur içinde uyusunlar. Her soruna, her sıkıntıya bir çare bulmuşlardır. “Atasözleri” adı altında da, biz torunlara onları miras bırakmışlar, bir dede, bir nine sorumluluğuyla…
Çünkü onlar da yaşamışlar ayrılığın belki de en çaresiz olanını. Yollar uzadıkça ve araya aşılmaz dağlar girdikçe, daha bir dert yüklenir olmuş gönüller. En sonunda da kabullenmişler her şeyi. Kaderimdir deyip, tevekküle yönelmişler. Ne güzel…
İşte bütün bu dediklerimizi, günümüz şarkılarından biri anlatıyor zaten.
Ne mi diyor? Aslında ne demiyor ki!
Ayrılık kolay değil
Onu, gel sen bana sor
Günlerim yalnız seni
Aramakla geçiyor.
Kader ayırdı bizi
Elimizden ne gelir
Sabrın sonu selamettir
Başa gelen çekilir…
Bazen de, daha onyedisine yeni girmiş gencecik bir gelin kızın gözyaşı olur ayrılıklar… Anasından, babasından ve de köyünden koparılıp, diyarı gurbette gelin olmakla yüz yüze bırakılan bu güzel gelinin, ağıtı olur hasret denilen yürek yangını.
Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler
Uçan da kuşlara malum olsun
Ben annemi özledim
Hem annemi, hem babamı
Ben köyümü özledim…
Diye, özlemini haykırır gelin kızımız. Ama bir duyan var mıdır sesini, işte orası, biraz sisler içindedir. Zira ancak son kertede kavuşma ve vuslat gerçekleşir.
Ama her şey için artık çok geçtir. Acılar vardır, hastalıklar ve ölümler yaşanır bu zaman zarfında…
Keşke ayrılıklar olmasaymış hiç… Keşke, seven sevene bu kadar özlem duymasaymış, ne iyi olurmuş ama yok öyle bir şey tabi ki. İnsanlık var olduğundan beri, hemen yanı başında bitmiş ayrılık denen şey de…
Ayrılık zor da, unutulmak kolay bir şey midir? O da zordur bilene. Hele bir de hem ayrı kalıp, üstüne üstlük bir de dargın olmaları yaşamak ve gözden çıkarılıp unutulmaya terk edilmek, daha bir acı gelir insana… Bünye zor hazmeder böylesi halleri… Tıpkı, rahmetli Ekrem Güyer’in nihavent makamındaki, şu eserinde olduğu gibidir durum ve vaziyet:
Ayrılmak ne kadar zor,
Unutulmak ne acı…
Dün gülen bakışların,
Bugün bana yabancı…
O kadar zalim olma,
Bu mahzun kalbe karşı…
Evet, unutulmak ve özlemlere maruz kalmak işte böylesine besteler yaptırır insana.
Yaptırırken de, bizatihi kendisi elem verir, dert getirir ve yaş akıtır gözlerden ayrılık denen şey… İşte o gitmelerden biri daha var şimdi sırada. Ama giderken ağlatan, geride kalanı çaresiz bırakan bir ayrılık, bu vereceğimiz örnek…
Yine Türk Sanat Müziği ve yine bir duygulu makam, muhayyerkürdî…
Beste Yusuf Nalkesen’e ve güfte de büyük şairlerimizden Orhan Seyfi Orhon’a ait:
Hani o bırakıp giderken seni
Bu öksüz tavrını takmayacaktın;
Alnına koyarken veda buseni.
Yüzüme bu türlü bakmayacaktın.
Gelse de en acı sözler dilime
Uçacak sanırım bir kaç kelime
Bir alev halinde düştün elime
Hani ey gözyaşım akmayacaktın.
Karslı halk âşıklarımızdan Murat Çobanoğlu da bir uzun havasında, ayrılıkları ve gurbetin yaşattığı acıları anlatır. Hatta bunları, Aslı ile Kerem ve Leyla ile Mecnun özelinde dile getirir. Demek ister ki, Leyla’dan ayrı kalan Mecnun, deli olup çöllere düşer. Kerem, Aslı’nın derdinden yanıp yanıp kül olur. Hazreti Yakup’un sevgili oğlu Yusuf da kardeşlerinin gazabına uğrar ve sırf onu kıskandıkları için, kör kuyulara atılır. Babaları Hazreti Yakup’un da, oğlu Hazreti Yusuf’un hasretinden ve ona olan özleminden ötürü, gözlerine perde iner.
Bu da bir ayrılıktır aslında. Bir babanın evladına karşı, onu arayıp ta bulamamasının feryadıdır bu. Yusuf, Yusuf diye kendini dağlara ve taşlara vurduğu bir acının, bir ayrılığın dile getirilmesidir.
Neyine güvenem yalan dünyanın
Kerem’i yandırıp kül etmedi mi?
On bir ay bülbülü ettirdi feryat
Gül için bülbülü lal etmedi mi?
Bülbül âşık idi gonca güllere
Arzusun söylerdi esen yellere
Mecnun Leyla için düştü çöllere
Ferhat’a dağları yol etmedi mi?
Çobanoğlu yaram döndü çıbana
Kurduğum bağlarım oldu virane
Kardeşi Yusuf’u attı zindana
Kaderi Mısır’da kul etmedi mi?
Ayrılık acısının en çok yaşandığı haller, sevdaya ilişkindir değerli arkadaşlarım.
Sevda çekenlere, zor gelir ayrılık.
Onu ancak yaşayanlar ve çekenler iyi bilir. Günlerini ay, aylarını yıl eder insanın.
Çaresiz bırakır kişiyi. Ellerini belinde, gözlerini ise yollarda bırakır.
Böylesine bir derttir, böylesine bir eziyettir ayrılık ve hasretlik… Onu da en iyi ozanlar anlar. İşte o ozanlardan biri olan Âşık Sıtkı, gurbet ellerdeki sevdiğinin haberini almak için, hazin hazin esen seher yellerinden bile, medet umar bir haldedir. Zira, sevdalı âşık, onulmaz acılar içinde bulur kendini… Ayrılığın girdabına kapılıp, dermansız gönül yârelerine merhem bulmanın yollarını arar.
Bulur mu, bulamaz mı, onu da yaktığı bir türkünün nağmesiyle ve dertli dertli çaldığı sazının telleriyle anlatır.
Ayrılık hasreti kar etti cana
Seher yeli sevdiğimden ne haber?
Selamın tebliğ et kutb-i cihana
Seher yeli sevdiğimden ne haber?
Bülbül gibi bağlamışım kareler
Ayrılık derdine nedir çareler?
Merhem kabul etmez dilde yâreler
Seher yeli sevdiğimden ne haber?
Sıtkı’yam kalmışam ıssız çöllerde
Böyle dert bulunmaz gayrı kullarda
Dilim intizarda gözüm yollarda
Seher yeli sevdiğimden ne haber?
Ozanımız, seher yelinden beklediği cevabın karşılığını almış mıdır, alamamış mıdır bilinmez, ama bilinen bir şey varsa da, o da ayrılık şerbetini içen birilerinin, bunun faturasını belki, taşlara, belki akan sulara ve belki de, başı dumanlı yalçın dağlara çıkarmış olmasıdır.
Pek de haksız sayılmaz aslında kişi.
Neticede, sevdiği kişi onun ardındadır.
Yani sözün özü, dağlardır yârini elinden alıp götüren.
Yine onlardır, aşk ateşiyle yakıp yakıp kül eyleyen kendi canını. İşte bu yüzden alır sazını eline ve geçer, sevdiğini elinden alan dağın karşısına ve hesap sorar ona…
Ayrılık badesin tatlı mı sandın?
Ne tez tebdil olmuş dumanın dağlar
Bu güzellik geçer sana da kalmaz
Daha neye bağlı gümanın dağlar.
Nice güzellerden alırsın bac’ı
Al yeşil renklerden giyersin tacı
Yardan ayrılması zehirden acı
Bu yüzden gitmiyor dumanın dağlar.
Ruhsat’ gibi karaları bağlarsın
Aşkın ateşiyle yürek dağlarsın
Benim ahvalime sen de ağlarsın
Var ise zerrece imanın dağlar.
Ayrılık demek, dağların ötesi, ardı demek… Ayrılık demek, daha ziyade gurbet demektir sevgili arkadaşlarım…
Sevdalı insan, derdini, acısını ve yüreğinin feryadını yeri gelir, bir bülbüle yükler ve söylemek istediklerini, onun dilinden iletmek ister gurbetteki sevdiğine.
Oturur, gül dalında öten ve güle âşık olan bülbülle dertleşir.
Aynen, Çopur Ahmet’ten alınan Konya yöremize ait bir türküde olduğu gibi…
Gitme bülbül gitme bahar erişti
Gonca güller maverdesin kavuştu
Sılada sevdiğim aklıma düştü
Çekilmez gurbetin cefası bülbül
Bahar eyyamında bülbül sesinden
Çıkarır perçemin finor fesinden
Hoşlandım yârimin gül nefesinden
Çekilmez gurbetin cefası bülbül.
Ayrılık elinden ah çeken bütün kardeşlerimize, sonsuz sabırlar ve tez zamanda hoş vuslatlar dilemek istiyorum.
Bu güzel temennilerden sonra, bizlerde gelmiş olduk bugünkü yazımızın sonuna…
Tekrar birlikte oluncaya kadar, gönlünüzden yaşama sevinci, yüreğinizden sevgi, bedeninizden sağlık ve afiyet, hiç eksik olmasın inşallah.
Ayrılıklarınızın ve özlemlerinizin de en kısa zamanda son bulmasını can-ı gönülden ister, herkese selam, sevgi ve saygılarımı iletirim.
Hoşça kalın sevgili arkadaşlarım ve değerli dostlarım.