Dolar
Euro
Altın
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kilis °C
Kilis
°C
°C
°C
°C
°C

Be Biz Kilisliyiz Bizde Edip Çoktur

Be Biz Kilisliyiz Bizde Edip Çoktur
A+
A-
16.06.2020
1.063
ABONE OL

Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

 

İstiklal Savaşımız ile alakalı edebi eserler deyince hemen herkesin aklına Tarık Buğra’nın Küçük Ağa ve Küçük Ağa Ankara’da, Hasan İzzettin Dinamo’nun Kutsal İsyan ve Kutsal Barış, Turgut Özakman’ın Şu Çılgın Türkleri, Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşı ve Çanakkale Destanı, Nazım Hikmet’in Kuvay-ı Milliye Destanı dizeleri gelir. Bugün koronavirüs salgını dolayısıyla hala sokağa çıkmalarına müsaade edilmeyen bizim nesil bu eslerden beslenmişlerdir. Dolayısıyla bu kuşağın maddi-manevi sosyal sorumluluğu, fedakârlığı, okumayı ve okutmayı hep önceledikleri için ile nefes alınmıştır.

Bunu yerel baza indirirsek henüz okuduğum ve keyif aldığım iki kitap var; M. Ali Aykın’ın Dağlar Benim Vatanım ve Yazgılarını Gözyaşlarıyla Yoğuranlar. Sayın M. Ali Aykın ile tanışıp, sohbet ettik mi? Hatırlamıyorum. Ancak biri şiir kitabı “Yoksa Dert Mi Bana Bunca Başıboşluğum?” adında olmak üzere üç eseri imzalı (20 Ekim 2013) olarak kütüphanemde mevcut. Yeni fırsat buldum, okudum. Elinize, kaleminize, yüreğinize, birikiminize ve emeğinize sağlık… Kitapların arkasında yazarın tanıtımına göre; yazar benim gibi üçüncü çeyreğini yaşıyor. Kilis’te doğmuş. Eğitimini Kilis’te tamamlamış. Tapu Kadastro Okulu’ndan mezun olmuş, ülkemizin değişim kentlerinde tapuda müdür olarak çalışmış. Evli, iki çocuklu…

Ben de nasibi olan şair, yazar Hasan Şahmaran Ağabeyin kardeşi olduğunu öğrenmem benim için de bir sürpriz oldu.

aykin

M.ALİ AYKIN ve İKİ ROMANI

Yazar, Kuvay-ı Milliye’nin meçhul Kahramanlarına ithaf edilen Dağlar Benim Vatanım adlı romanın hikâyesini önsözünde özetlemiş. Son atamasının Hatay’ın küçük ve şirin bir kasabasına çıkan M. Ali Aykın, kendisini ziyarete ve tebrike gelen Türkmen muhaciri hemşerisi Kilis Ali Amcanın anlattıklarından yola çıkıyor. 50 Sahifelik bir kitap çalışmasını öğretmen arkadaşının tavsiyesi ile yerellikten kurtararak “romanlaştırma” tavsiyesi üzerine şiirden sonra böyle bir denemeyle roman yazmaya karar vermiş. Ortaya 300 sahife kadar başarılı bir çalışma çıkmış. Kilis’in milli mücadelede günlerini roman kahramanıyla, o günün mücahitlerinin şahsında örtüştürerek aktarmış.

Gerilimi ustaca kullanmış yazar. Bir sonraki bölümü merakla bekliyorsunuz. Keşke senaryolaştırılıp filme alınsa… Alışılmış hamaset dolu prodüksiyonların çok ötesinde bir ürün ortaya çıkabilir. Kilis’te maruf ve zengin aileler vardı ama ciddi boyutlarda acımasız bir ağalık düzeni yaşanıyor muydu ben bilmiyorum. Romanda böyle bir iddia mevcut… Bildiğim kadarıyla bahçe ve köylerdeki tarlaları işleyenlerin ortaya çıkardıkları ürünler, bütün masrafları gören mal sahibi (ağa) ile ortaklaşa paylaşılırdı. Yani yarıya verilirdi. Yaşar Kemal’in İnce Memet adlı romanıyla başlayan ve epeyi müddet “toplumsal gerçekçilik” diye köy romanları modasına konu olan (tümünü de okuduğum Mahmut Makal’ın Bizim Köy, Orhan Hançerlioğlu’nun Ekilmemiş Topraklar, Kemal Tahir’in Sağır Dere, Talip Apaydın’ın Sarı Traktör, Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü bunlara örnektir) çalışanları köle gibi gören, istediklerini köyde bırakan, istemediğini gitmeye mecbur eden, onları sonunda isyan ettirip dağlara salarak, eşkıya olmaya zorlayan böyle bir ağalık düzenin Kilis’te de yaşandığını öğrendik.

Yazar M. Ali Aykın da her iki romanda da Kilis ve çevresinde böyle merhametsiz bir ağalık düzeni olduğunu savunuyor. Gerçi yönetimin bunlara çanak tutan uygulamalarını, hep varlıklı ailelerden yana olduklarını, hediye alma gibi zaafları olduğunu (günümüzde rüşvet karşılığı), yanlış din algılarını, kötü örfleri, geleneği, taassubu ve hurafeleri de hatırlamadan edemiyor. Bu konuda yazar M. Ali Aykın haklı. İletişim ve ulaşımın hızlanması ve sıfır saniyede her tarafa uluşması dolayısıyla günümüz insanları bunları hep yaşıyor.

MEMLEKETİN BİRİNDE

Balkan Savaşından yeni dönen roman kahramanı Ali, zalim Veli Ağa’nın küçük oğlu Faik için yapılan teklifi; o’nun yerine askere gitmeyi kabul ediyor ve karşılığında 10 altın alıyor, geriye kalanını ise ailesine vermek üzere anlaşıyorlar. Ali Askere gidiyor, ama zalim Veli Ağa taahhüdünü yerine getirmiyor. Artık bundan sonra oyun içinde oyunlar sergileniyor, Bizans oyunlarını aratacak entrikalar içinde roman sürüyor. Silahlar konuşuyor, birbiri ardından öldürmeler yaşanıyor. Dik duranların yanlarında lehlerine şahitlik yapacak kimse bile bulunmuyor. Fitneler alıp başını gidiyor. Dağa çıkan eşkıyalar da Kuvvaya katılarak istiklal savaşımıza katkıda bulunuyorlar. Bulunuyorlar ama Reşo Ağa Kuvvanın kendilerine desteklemekte tereddüt etmelerine karşı, “Fransızların çekilmesine sevinmedik. Keşke Fransızlar kalsaydı. Heç olmazsa hasmımızı bilorduk. Şimdi düşmanımızın kim olduğu belli değil” demek durumunda kalıyor. Böylesine bir zalim rejim var. Öte yandan da Torlak Çavuş gibi Fransız İşgal Kuvvetleriyle işbirliği yapanlar da mevcuttu. Ancak sonunda romanın kahramanı olan Ali Zikke ve karısı Feride çocuğunu yanına alarak köyünden ayrılmaya mecbur kalıyor. Romanın sonunda önce Ali Zikke’nin ağzından yazar mesajını veriyor “Bu günlerin destanını yeni doğanlara eyicene belletsinler ki, bu günler unutulmasın.

Yazılarını Gözyaşlarıyla Yoğuranlar romanında da yazar eserini “sosyal ve toplumsal içerikli bir çalışma” diye değerlendiriyor. İstiklal Savaşı sonrasında bağımsızlığını kazanan Türkiye’deki bir sınır kasabası olan Kilis ve bazı kaçakçı ağaları ve köyleri anlatılıyor. Bu romanda artık ağalar yörenin en güçlü derebeyi olarak tanıtılıyor. Ağaların savaşı da var, emekçilerin savaşı da. Bir yandan Suriye’den o günlerde at sırtında biniciler vasıtasıyla karaborsaya düşen otomobil lastiği kaçakçılığı yapılıyor, öte yandan da hükümet kapısında hak aramaya çalışılıyor!… Romanın sonuna kadar Gazioğlu ve Çolakoğlu Ailelerinin kıran kırana mücadelesini izliyoruz. Romanın kahramanı bu defa Derviş Ali… Kaçakçılıkta askerlerin haberi olmadan sınırın geçilmesinin mümkün olmadığı, bunun için karakol komutanına göz yumması için hediyeler gelmesi bölümleri çok başarılı. Romanda şeyhler de unutmamış. Cahil din adamı Çolak Memo buna örnek olarak veriliyor ve yaraların tükürükle, üfürükle iyi olması, cinlerin kovulması konusundaki bölümler de başarılı.

ROMANLAR ve YORUMLAR

Doğrusu isterseniz Kilis’in baran baran bitki örtüsünü; çakalboğanı, kengeri, çakırdikeni, kekik gibi yabani bitkileri, cırcırböceği, çayırkuşu, çalıbülbülü, ibibik, incirkuşu, üveyik ve sığırcıkların bugün hangisi var bilemiyorum ama literatüre girmesi açısından bile bu iki roman çok önemli. Hele o kuşçuluk öyle bir yansıtılıyor ki içinde güvercinini yiyen kedinin nasıl öldürüldüğü tüyler ürpertiyor. Kilis’in kelamı kibarlar da sık sık hatırlatılıyor. Beşinci bölümde yazar roman kahramanlarını bir yana bırakıp sürekli kendisi mesaj veriyor. Keşke aynı söylemleri kahramanlarının ağzından dobura dobur verseydi sırıtmazdı.

Romanda köy evleri ve odaları öyle bir detayla anlatılıyor ki duvar halılar en fazla dikkat çeken konu oluyor. Sonra nargile fasılları ve sarma sigara bölümleri, terlerini silmek için ceplerinden çıkarılan yağlıklar, deve tüyü poşular 17 bölümde de detaylar başarılı ama, biraz fazla; üzerine basa basa tekrar ediliyor. Bu romanda yazar zaman zaman kahramanlarını unutarak kendisi yorumlar yapıyor. Keşke bazı romanda adı geçenlere bunu yorumlatsaydı, mesajı daha inandırıcı olur, zorlamalar görünmezdi. Veysel’le Rüstem’ın ahıra girdiklerinde hayvanları sevmesi, bakımı, sulaması, yem vermesi süper bir anlatımdı. Ama bazen olay ve gelişme bu tasvirlerin gerisinde kalıyor. Kilis’in ve köylerdeki iyi yahut olmaması gereken gelenek ve görenekler iyi yansıtılmış. Bürokrasinin zaafları ne yazık ki hala aynı, değişmedi. Kaçakçıların Şeriat Meclisi, hala önce ahilik kültürünün devamı gibi olmasa da bugün esnaf arasında kuyumcuların, çiftçinin, şoförlerin şıhı biçiminde devam ediyor.

TELEVİZYON DİZİLERİNE ÖRNEK

Tasvirler ve tanıtımlar bir senaryo gibi ince işlenmiş. Yazar, sanki prodüktör kameramana nasıl filme çekeceğini belirtir gibi titizlik göstermiş. Arazilerdeki mantara bekçileri ve kuyuları da öyle… Ama “ata binmiş eğerin üzerine kurulmuş kucağında nargilesi (shf. 132)” ve tek parti döneminin anlatıldığı particilik bölümü (shf. 201-202) aşırı abartılı. Kitabın 12. bölümü roman anlatımından sanki sadece mesaja endekslenmiş intibaı uyandırıyor. Keşke burası ayrı bir yazı konusu olsaydı. Ama kaçakçıların bağ evinde eğlenmesi nefis anlatılmış.

Romanlar genelde başarılı. Kurgu, mizansen, tasvirler, anlatım rahat ama mesajlarda zorlama hissediliyor.

Yazgılarını Gözyaşıyla Yoğuranlar çok nefis bir televizyon dizisi olabilir. Keşke biri çıksa da bu romanı yapımcılara gösterse ve anlatsa… Zaten beyaz perde ve ekrana aktarılsa tekrarlar kendiliğinden kaybolur, ışkı geçilirdi. Her iki eserin de yeni baskıları dilerim yapılır ama çok ciddi bir redaksiyondan geçirilmesi elzem. Bu her iki eseri de Kilis’i yönetenler ve öğretmenler mutlaka okumalı. Kilis’in yaşaması gereken kelimeleri, atasözleri de çok güzel yedirilmiş. Öyle ki bazı unutulmaya yüz tutmuş deyim, lakap ve kelimeleri bile yazar bulup ortaya çıkarmış.

“KOŞUN KOŞUN BOZULDU BÜYÜ”

Yazar, Şair M. Ali Aykın’ın eşi Esma Hanıma ithaf ettiği “Yoksa Dert Mi Bana Bunca Başıboşluğum”  adlı şiir kitabının kapağı bir yazarın ressam yeğeni Gökçen Şahmaran imzasını taşıyor. Kapağı görünce kitabın içinde Ümit Yaşar Oğuzcan, Şemsi Belli ve Turhan Oğuzbaş tarzı şiirler bekliyorsunuz. Tam tersi romantizm değil de Sayın Aykın’ın edebi kumaşında politika, değişim, dönüşüm ve eleştiri kültürünü yakalamak daha mümkün. “Akşamın getirdiği sükûn kadar yumuşak / Nedir gözlerdeki o doyumsuz tatlı hüzün / İlk güneşin okları gibi nemli ve sıcak / Akseden çizgilere karşı aynadır yüzün/Akşamın getirdiği sükûn kadar yumuşak” derken “Gümrük emeklisi Nazım Baba”, “Yıldızlar gördük, portakal sarısı yıldızlar” ve “Kana susamış Azrail, ölüm kokar nefesi” dizeleri değişik ve karşı bulvarda yürüyor. “Koşun koşun! Bozuldu büyü” derken bir gizemi var. Kelcik’in Türküsü de Fayık’ın Türküsü de romanlarını hatırlatıyor.  Nazım’ın etkisini hissettiğim Güneşe Yürüyenlerin Türküsü’nde ise idealizmin yansımasını görebiliyoruz. Ah Şu Demokrasi Dedikleri’ndeki Baplarda politikanın sıcaklığını hissettiriyor. Devlerin Destanı’nda ise şairin ulusalcılığını görüyoruz. Romanında da anlattığı gibi Sakıp Bey’in Şahadedi’nde de “Ölüm, ateş, ihanet, kokusu kan/Nefesler alev alev, gözleri volkan” hatırlatması yapılıyor.

VAR MISINIZ?

Kilis’i yönetenler ve temsil edenler bir KİLİS KÜTÜPHANESİ kurmalı. Erzurum, Kayseri ve Malatya yönetimi bunu yaptı. Bu kütüphanede önce Kilisli ediplerin, yazarların, müelliflerin, akademisyenlerin eserleri yayınlanmalı, raflarda yerini almalı. İşte M. Ali Aykın’dan öncelikli üç eser size. Sonra bunların senaryoları yazılıp sinemacılarımız tarafından filme çekilmeli. Var mısınız?

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.