Beklenmeyen Misafir-3
Şimdi ağlama sırası babamdaydı. Hem de burnunu çeke çeke, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. “Vay” diyordu. “Vay” Şu Allah’ın işine bak! Dağ dağa kavuşmazmış ama insan insana kavuşurmuş. “Sonra bir fasıl ağıt da annem geçti. Aynı hikâyeyi önce rahmetli dedemden, sonra babamdan kaç kez dinlemiştik! Anlatılan şeyler hemen hemen aynıydı. Fakat hiçbirisi de bu kadar güzel, etkileyici ve detaylı anlatılmamışlardı. Yıllar sonra yakın bir akrabamızın çıkması müthiş bir olaydı. İki dağın birbirine kavuşması gibi bir şeydi.
Artık, babam misafirin karşısında değil, yanında değil yanında oturuyordu. “Vay emmioğlu vay!” diyerek boynuna sarılıyor, kokluyor, öpüyordu. Sarılıyorlar, koklaşıyorlar, öpüşüyorlardı. Bir o anlatıyor, bir babam anlatıyordu. Evde bayram havası esmeye başlamıştı.
Misafirin ikinci haberi daha müthiş oldu:
Diyeceksiniz ki, “Bizi nasıl buldun” Büyük oğlum Ankara’da yüzbaşıdır ağa! Sizin orada bir çocuk varmış asker. Bizim oğlanın bataryasına düşer bir tesadüf sonucu… “Nereli, kim” olduğu sorulunca çorap söküğü gibi gelir arkası her şeyin. Sizin çocuğu alır eve getirir, rahat ettirir. Geçen hafta telefon geldi oğlandan. Baba böyle böyle dedi. Sizin adresi verdi. “Git bul akrabalarımızı. Sonucu bana bildir, ya da sen gel!” Gideceğim ben de oraya. Torunlarımı özledim, gelinimi özledim! Bir de sizi buldum ya, gözlerim açık gitmez! Kim bilir ne kadar sevinecektir oğlum!
Annemin nemli gözleri şimdi ışıl ışıldı. Doğrusu sevinince diyecek yoktu. Dedim ya evde bir bayram havası esmeye başlamıştı. Babamın iki lafının biri, “Emmioğlu”ydu artık. Hepimiz sevinçli, hepimiz mutluyduk. Üstelik oğlu yüzbaşı da ağabeyimin komutanıydı. Ne büyük tesadüftü. Her şeyde bir hayır vardı. Zaten annemin gözünün seğirmesi boşa çıkmazdı. Misafir oğlu vasıtasıyla ağabeyimden haber bile getirmişti. Bir afta sonra da yanına gidecekti. Şüphsiz bizi gördüğünü ballandıra ballandıra anlatacaktı
Annem ağabeyime göndereceği şeyleri şimdiden üşünmeye başlamıştı bile. Canı sıkılmasın diye teyp, harcasın diye para, üşütmesin diye yeni iç çamaşırları gönderecekti. Daha bilmem neler neler!…Annemin dili açılmıştı artık. Misafirin yüzünü, gözünü hatta yürüyüşünü dahi babama benzetiyordu.
Ağzını tutarak gülüşü bile babam gibiydi. Tenlerinin esmer veya boz oluşu önemli miydi? Kanları aynıydı ya! Hep eskilerden anlattılar. Meğer misafir eskiye ait ne de çok şey biliyormuş. Artık babamın hastalığı filan kalmamıştı, canlıydı ve diriydi.
Nihayet Muhtarlar’ın Muhammed’e.
Kes dedi. Ahırdaki tokluyu kes!
Muhammed, denileni yapmak üzere keskin bir bıçakla aşağı indi. O gün Demrek köyündeki ablama haber saldık. Yeniliyor, içiliyor, köylüler bile yeni misafirimizi eski akrabamızı ziyarete geliyorlardı.
Artık misafirin gelmek kendi gönlüneydi ama gitmek kendi gönlüne değildi. Çaylar, börekler, tatlılar, kızartmalar, kebaplar yapılıyor, yeniliyor, içiliyordu. Yarına gidecek misafiri bin nazla dört gün daha eğledik. Annemin ayak değmemiş sakız gibi yorganlarında o yatıyordu. Derken Demrek’teki evli ablam da davet etti. O gün eniştemin vurduğu tavşan gerçekten çok lezzetliydi. Fakat misafir, karnının bozulduğu gerekçesiyle yemedi. Hatta tavşan suyu ile birleşmiş pilavdan bir kaşık dahi uzanmad
Gideceği günün akşamı, “İhtiyarladım…” dedi. Kilis’teki kumaş mağazasını evdeki oğlana teslim edeceğim. Şöyle helal süt emmiş eli yüzü düzgün birisini bulsam?…
Babam söylenenleri gözleri yerde sessiz dinliyordu. Misafirin beni alttan alttan süzdüğünün farkındayım. Galibahafifçe kızardım. Artık annem, benim için cadı filan demiyordu.
Çocuk filan da… Meğer ne çok özelliğim varmış da bilmez mişim. İşlediğim kanaviçeleri ballandıra ballandıra anlatıyor, inekleri dahi tek başıma sağışımdan bahsediyordu. Dağdan sırtımda çalı-çırpı getirişimi de anlatmazsa daha iyiydi ya, onu da anlatıyor. Nihayet dördüncü günün sonunda misafiri, ağabeyime verilmek üzere iç çamaşırları, elli bin lira para ve teyple birlikte asfalta kadar uğurladık. Üşüdüğü gerekçesiyle babamın yeni aldığı pardösüsünü de omzuna attı. “Kilis’e geldiğinizde alırsınız” dedi. Israrla bizi evine davet etti. “Gelmezseniz gücenirim” dedi. Adreslerini, telefon numaralarını, itina ile tek tek yazdırdı bana. Babamla son kez sarılıp öpüştüler. Ağabeyime selamlarımızla birlikte yüreğimizi de yolladık. Misafir gitti. Annem yola bir tas su serpti. İçimizde buruk bir sevinç eve doğru yürüdük.
O gün akşam ağabeyime uzun bir mektup yazdım.
Ekinlerin başa kalkıp, henüz süte durduğu zamandı.
Hadi, dedi babam. Gidiyoruz!…
Daha annemin “Nereye?” demesine fırsat vermeden kendisi ekledi. “Kilis’e gidip şu bizim emmioğlunu ziyaret edip de gelelim. Hatırlı adam Hısımlık gidip gelmekle olur. Hem çocuktan haber alırız.” Gezmeyi severdi annem. Apar topar hazırlandı. Yine her zaman ki gibi telaşlıydı. Başına yeni bir poşu bağladı, mor kadifeden bir fistan giydi. Bu haliyle kırmızı, iri bir gelinciği andırıyordu. Babamın üzerinde ise sadece bayramlarda giydiği, ütüsüzlükten yamuk-yumuk olmuş, omuzları tozlu yabanlıkları vardı.
Babam, “Maşallah, gelin gibi oldun maşallah” diyerek anneme iltifatlarda bulunurken, annem ise durmadan bana yasaklar ve emirler yağdırıyordu. Anlaşılan götürmeyeceklerdi beni Kilis’e. Nihayet hediye edilmek üzere yanlarına bir satıl kaymaklı keçi yoğurdu alarak apar-topar gittiler.
Hayret, aynı günün akşamı geri döndüler! Şaşırdım. Yorgunluktan ayakları şişen annemin yüzü şeker pancarı gibi kızarmış, babamın ağzını bıçak açmıyordu. İkisinin de suratı asıktı.
Nihayet annemden dinledim her şeyi: “Bir ellerinde adres, diğerinde koca satıl yoğurt: Babam önde annemde arkada durmadan adres aramışlar. Fakat bulamamışlar. Kime sordularsa: “Burada ne böyle bir kumaş mağazası, ne de böyle bir adam var! Demişler. Hatta böyle bir semt dahi yok! İnanmamış babam, daha başkalarına sormuş. Önüne gelen herkese… “Onlar da diğerlerinden farklı şeyler söylememişler. Telefon numaralarında ise başkası çıkmış.”
Ağabeyimin az önce gelen mektubunda galiba her şey daha iyi anlaşılıyordu. Yok ana diyordu, yok! Benim yanıma ne böyle bir gelen oldu, ne de böyle bir yüzbaşım var! Para da teypte almadım. Sakın sizi dolandırmış olmasınlar.”
Babamın ağzı bir karış açık. “Allah Allah şu işe bak yahu!” derken; annem dizlerine vuruyor. “Vay, dert sokasıca. Koca tokluyu da yedi, vay!” diyordu.
__________________________
Kültür Bakanlığı Yayınları 1368
Gençlik Halk Kitapları Dizisi 65
Yüreğimdeki Cemre
Necdet Ekici