Büyümenin Neresindeyiz? Şeffaf, Hesap Verebilir ve Rasyonel Olmak
Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ
Fransa’da doktorasını yaparken başarısından dolayı Paris’te Türk Bayrağını üniversitesinin gönderine çektiren Yarın Türkiye’nin yazarı Nurettin Topçu şöyle diyor “Büyük adam, eseriyle hayatını birleştiren adamdır. Biz onda şu vasıfları arıyoruz; önce bütün ömründe aynı kanaatin, aynı imanın sahibi olan adamdır. Devirlere, zaruretlere, cemiyetlere göre değişmez, muhitine uymaz, muhiti kendine uydurur, uydurmazsa çarpışır. Cemiyetten kuvvetlidir, cemiyetin sürükleyicisidir.
Günümüzde böyle örnekler vermek için hemen tarihe uzanır, yaşadığımız zaman diliminden uzaklaşırız. Ya asr-ı saadetten örnek insan seçeriz, ya Hazreti Ömer adaletinden veya Fatih Sultan’ın cehtinden, bilgisinden, şiirinden, Ebussud Efendi’nin fetvalarından misaller verebiliriz. Bunları verirken örneklemeyi hep kendimizle örtüştürme gayreti içine girilir. Dolayısıyla iki taraf da ne Nazım’ı geçebildi, ne Akif’in önüne çıkabildi. Hep miras yedi oldu yönetimler ve yöneticilerle, onların muhatabı olan kitleler.
BİN KERE DÜŞÜNMEK, BİR KERE SÖYLEMEK
Gücü elinde bulunduran siyasi irade bir bakıma kurumların güvenirliğini zedeledi. Kamuoyu araştırmalarında görülüyor ki % 100 güven veren bir kurumumuz kalmadı. Daha önce üst sıralarda olanlar bile gerilere düştü; adalet ve yargı gibi. Bunun sebebi de liyakatin yerine sadakatin geçmesi diye özetleyebiliriz. Öyle ki bu konudaki ithamlar da sertleşti, sivrileşti. Sadece kendileri yorulmadı bu süreçte, toplumu da, kurumları da yordular. Herkes gördü ki “güven” verilmedikçe hiçbir şey olmuyor. Her şey tartışılar hale geliyor. Bugün böyle bir hayat içinde yuvarlanıp gidiyoruz. Bu gelişmelerde kimlerin ne kadar sorumluluğu var, biz bunların neresindeyiz, acaba düşünebiliyor, algılayabiliyor muyuz?
Türkiye’de ve dünyada adeta hedef haline gelen “Müslüman, İslam, toplum” bile tartışılır hale geldi. Eğer siz yanmayan kefen ve namaz kıldıran seccadeye müsaade edip kayıt dışı din adamı tüccarlara imkan ve fırsat verirseniz olacağı da bu, gelinecek nokta da bu. Keşke din ve siyaset ilişkisi iç içe girmeseydi. Gücü dağıtmamak adına, din istismarcılığına fırsat verilmeseydi. Onlara televizyon ekranları teslim edilmeseydi, holdingleşmelerini görmezden gelmeseydik. Çünkü nesillerin din algısı yara aldı. Tahrip edildi. Hurafeler öne çıktı. İnsanlarımızın safiyeti ve bilgisizliği hoyratça kullanıldı. Siyasetçiler dini otorite gibi yükseldi. Diyanet sus pus kaldı. Dindar diye bilinen kimselerin özel hayatlarında, insan ilişkilerinde sergiledikleri kabalıklar, görgüsüzlükler, çarpıklıklar, din ile bağdaşmayacak davranışlar, dini duyguların önüne geçen çıkar hesapları toplumu gerdi. Bu tiplemelerin cerbezesinden de korkuldu. Bunların yüzünden güzel dinimiz ve güzel insanlarımız bedel ödüyor. Neticede problemli alanlarımız azarak arttı.
BU DA GEÇER YA HU!
AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan bu grupları ve insanları toplumda en iyi bilenlerden biridir. Cumhurbaşkanı bunların ağzına biber sürmezse, bir başkası bu konuda değişik ithamlara maruz kalacağından veya bir başka damga yemekten çekineceğinden mesafe koyuyor. Amerika’da, Almanya’da, Fransa’da, Güney Kore’de birçok tarikat vardır. Hiç biri devlet içinde örgütlenememiştir. Hem siyasi kültürün demokratikleşmiş olması, hem sağlam ve güvenilir denetim ve denge mekanizmaları buna izin vermez. Bizde ise kurallar, hatta anayasa delinebiliyor. Tarihi vesikalarda da sabittir ki İslami veya gayri İslami dini bütün kanaat grupları “cemaatler nizamnamesine” göre Osmanlı’da siyaset ve ticaret hariç her türlü özgürlüğe sahipti.
Hep Osmanlıyı misal veren günümüzdeki siyasiler, yeniden de öte yepyeni Osmanlıcılık akımının öncüleri olduğunu iddia edenler bunu nedense görmezden geliyor. Liderlerini 2. Sultan Abdülhamit Han ile örtüştürerek, tehlikeli bir hataya düşüyor; farkındalar veya değiller Bunlar İttihat ve Terakki’nin şahsında bir anıt müellif Mehmet Akif Ersoy düşmanlığına kadar götürüyorlar. Sebebi de Mehmet Akif Ersoy’un İttihat ve Terakki Partisi üyesi olması! Böyle bir görüşe sıcak bakan bir meclis başkanına hatırlattım; Vatan Şairi Namık kemal, büyük İslam âlimi Bediüzzaman, Osmanlı Cihan Devletinin son zaferine imza atarak İngilizleri ağır bir yenilgiye uğratan Kutülamare Komundanı Halil Kut Paşa, Kutsal Emanetlerin muhafızı (ki sonradan bütün bunları Mekke’den İstanbul’a getiren) Fahrettin Paşa da, o dönemin bütün aydınları İttihatçı idi. “Bunlara ne diyeceksin?” diye sordum. “Yorum yok” diye cevap verdi. Dolayısıyla onların da kafaları, kendi öncüleri ve öncülükleri adına karışık.
Günümüzde 45. vefat yıl dönümünde andığımız Nihal Atsız’ın Türk Ülküsü’nden öğrendiğimiz kadarıyla Gök Sultan dediğimiz ve ülkemizi 33 yıl yöneten 2. Sultan Abdülhamit Han bu tartışmalar içinde kalınca halife olmasına rağmen bor içtiği, sarayda opera izlediği, sürekli İngiltere’den getirttiği hafiye romanlarının etkisinde kalarak fikri özgürlüklere müsaade etmediği, eleştirilere tahammül edemediğinden dolayı sürekli aydınların tutuklandığı gerçeği ortaya çıktı. Görüldü ki sevgi bir de bakmışsınız eleştiriyi peşinden getiriyor. Bununla şöyle bir gerçek ortaya çıkıyor gerektiği kadar sevmek, gerektiği kadar eleştirmek, gerektiği kadar değerlendirmek.
BİR İLERİ BİR GERİ DEĞİL; HEP İLERİ OLMALI
Çünkü son birkaç senedir Türkiye’de toplumumuz siyaset ve zihniyet krizi yaşıyor. Kararlar akla, ilme, ileriye göre değil kanaatlere göre alınıyor. Komplo teorileriyle kurumsallaşan bir yapıya doğru gidiliyor. Stratejik bir planlama yok veya varsa da bilinmiyor, uygulanmıyor. Akılcı davranılmıyor. Oysa bilinen bir hakikat ki yöneticilerin, sorumluluk almış kişilerin bilgiye sahip olmaları ve istihdamda liyakate sahip bulunmaları gerekiyor. Başarı ve başarısızlıkların ölçüsü eğitimin kalitesi, teknolojik yenilenme kapasitesi, kurumların rasyonel çalışması, hukuk düzeninin iyi işlemesi, toplumun kendi içinde barışık olması, özgürlüklerinin sağlanmasıyla mümkündür. Bunlarla ancak zihin açıklığıyla gelinebilir. Bunun ölçüsü de Dünya Ekonomik Formu WEF’in rekabet gücü raporlarıdır.
Türkiye 2014 yılında 64. sıradaydı 2019 yılında ise 71. sıraya düştü. Dünya Adalet Projesi‘nin Hukuk Devleti sıralamasında ise 2014 yılında bir üzerinden 0.50 iken, 2020 yılında 0.43’e düştük. Bununla dünyada 107. sırada olduğumuz görülüyor. Sadece bunlar olsa iyi. Bir örnek daha vermek istiyorum; Uluslararası Şeffaflık Derneğinin açıklamasına göre, Türkiye 2003’te 133 ülke arasında 77. sırada iken, 50. sıraya kadar yükselmişti. 2019 yılında ise ülkemiz 180 ülke arasında maalesef 91. sıraya geriledi! Şeffaflaşma, özgürlüklerin ve yolsuzlukların azaltılması yönündeki çalışmalar ihmal edilirse böyle bir fatura ödemek ve dünya sıralamasında gerilere düşmek gibi bir resim ile karşı karşıya kalınabiliyor.
Bununla da bitmiyor özgür birey, açık toplum ve hukuk devleti kavramları hayati ehemmiyet arz ediyor. Gücü ve iktidarı tahkim etmek yerine demokratik kurumları güçlendirmeliyiz. Çünkü son birkaç senede Türkiye’nin kurumsal kapasitesi, toplumsal ve siyasal enerjisi ve ekonomik gücü gözle görülebilecek kadar zayıfladı. Kurallar ve kurumlar ilkesine yani modern hukuk devleti standardına dönmek ve yönelmek zorundayız. Kul ve kamu hakkını hep önde tutmalıyız. İnatlaşmaktan vaz geçilmeliyiz. Daha iyisi bulunduğunda değişimlere gönüller ve siyasetler açık olmalıdır.
UNUTMAYANLAR
Bugün Sokrat’ı hatırlamayan yok. Atina’da yargılanırken insana endeksli doğruluktan, hukuktan ve haktan vazgeçmedi. İdama mahkum oldu. Onu idama mahkum eden hakim ve o dönemin yöneticisi veya kralı kimdi? Hiç kimsenin aklına bile gelmiyor, bilinmez oldu gitti. Oysa Sokrat’ın Savunması hala basılıyor, alakayla okunuyor, hakkında bilimsel araştırmalar yapılıyor.
Bir de doğudan örnek vermek gerekirse Gandi de olabilir, Nehru da ve Cinnah da olabilir. Ama bir başkası var ki; Türkiye’de “Ölümsüz Müdafaa” adıyla neşredilen eserin sahibi ve idamı istenilen savunmanın kahramanı. Bu savunmayı yapan Türk’ün İstiklal Savaşı’na evdeki ziynetlerini göndererek katkı veren, gerçekleşen Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti tecrübesiyle Pakistan’a istiklalini kazandıran (1947) inanmış insanların temsilcilerinden Mevlana Ebul Kelam Azad veya Ahmet adıyla bilinen büyük alim. İngiliz sömürgesi altındaki Hindistan’da Londralı hakimlere karşı ölümü hiçe sayarak ülkesinin istiklalini savunuyor, katliamların durdurulmasını, emperyalizmin nihayetlenmesi istiyor. Ölümün hiçlik olmadığını biliyor ve gerektiğinde bu canın feda edilmesinin farkında. Bu savunma önce Ömer Rıza Doğrul tarafından Osmanlı Türkçesine, sonra Dr. Bekir Turgut tarafından günümüz Türkçesine tercüme edilerek neşredildi. Hala da yeni baskıları yapılıyor.
Unutulmaması icap edenler unutulmuyor işte. Aradan onca zaman geçse de.
EN SAYGIN İSLAMİ ARAŞTIRMALAR MERKEZİ NEREDE?
Her şeye ve bütün bunlara rağmen Türkiye bölgesinde ve İslam coğrafyasında örnek bir ülke. Ama onca açılan İlahiyat Fakültesi ve İmam Hatip Okullarına rağmen dünyanın en tanınmış, itibarlı, referans gösterilen, tercih edilen İslami bilimler merkezleri Türkiye’de de değil, Müslüman devletlerde hiç değil. Oturup ciddi ciddi düşünmemiz gerekmiyor mu? Peki nerede? Ciddi İslami ilim çalışmaları öncelikle İngiltere (Oxford ve Cambridge) ile Amerika (Chicago ve New York ) Birleşik Devletlerinde. Üstelik daha geçen hafta İstanbul Marmara Üniversitesi’nde dini bütünselliğin takviyesine yönelik statükocu girişimin saldırılarıyla Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün tartışılabilecek görüşlerinden dolayı kellisinin istenmesi ve istifaya zorlanması ilim kanallarını tıkadı. Batının engizisyon mahkemelerini hatırlattı. Fotoğrafımız ortada; dolayısıyla İslami ilim merkezi de hiçbir İslam coğrafyasında değil. Buna bizim kadar en az YÖK’ün üzülmesi gerekirken pek de önemsemedi bile. Başkanı ve bütün üyeleri nasılsa rahatlar, maaşlarını alıyorlar, protokolde da en üstteler!
Bütün bu yaşadıklarımız büyümemizin ve gelişmemizin de çıtasını gösteriyor. Mutlu muyuz? Hayır. Peki çözümü? Demokrasi, hukuk devleti, ilim, şeffaflık, insan haklarına riayet, hesap verebilirlik, liyakat, fikir ve inanç hürriyeti, kamu ve kul hakkını gözetmekle ortaya çıkıyor. Yeri doldurulmazsa miras yediciliğimiz devam edecek, bunlar ısıtılıp ısıtılıp gündeme gelecek ve Nurettin Topçuları daha çok arayacak, örnek vermeye devam edeceğiz.