Ceylan Sokağının Uşakları-3
Tülay SARICABAĞLI ŞİMŞEK
İnsanın aklında kalır mı o yaşta yaşanan şeyler?
Zihnime çakılıp kalmış tek odalı kerpiç bir ev.
Bahçe duvarları olmayan, komşuların birbirlerini kolayca gördüğü, her şeyine tanık olduğu varoşların yaşadığı kenar bir mahallede yoksul bir ev…
Meryem nenem(anneannem. Babamın aynı zamanda öz teyzesi )ucuza denk getirmiş babamı ikna etmiş. Bu evi satın almalarını sağlamış.
Meryem nenem, güçlü bir kadın… Kişilikli!
Asla tavrından ödün vermez. Sözü dinlenir.
Özü sözü bir hem de güzel mi güzel!
Aklımda kalan, onun masmavi gözleri ve bembeyaz teni.
Bizim evde nenem ne derse, o söz yerine getirilir.
Babam, kendi annesi gibi bellemiş Meryem teyzesini.
Kendi annesi yani Fatma nenem on kilometre uzakta olan Tibil köyünde.
Bu eve nasıl taşındık hatırlamıyorum ama tek aklımda kalan bu evi satın aldık diye annemin çok sevindiği, bu nedenle o hamile haliyle bile uçarcasına etrafta koşturduğu…
O evde bir beşik hatırlıyorum.
Annem hamile olmasına rağmen beşikte başlı k.çlı yatan iki çocuk daha var.
Ben onları sallar dururdum. Görevim buydu.
Annem onların her birini bir memesinden emzirirken ben ellerimi uzatır ikisinin arasından anneme dokunmaya çalışırdım. Daha ben küçüktüm ama annem peşpeşe dünyaya getirdiği o çocuklar ile bana benim abla olduğumu söylüyordu.
O iki bebekle birlikte ben de uyur uyanır, anneme bakar kalırdım.
O yıllarda abimi hatırlamıyorum.
Demek ki okula başlamış.
Babam askere gitmeden birkaç ay önce abim dünyaya gelmiş.
O yıllarda askerlik kaç yıl ise babam döndükten sonra da annem bana hamile kalmış.
Sadece abim ile benim aramda yaş farkı çoktur. Üç dört yıl fark var.
Fakat diğer üç kardeşim ile birer yada birbuçuk yıl arayla dünyaya gelmişiz
İşte o kerpiç evde böyle zamanlar geçerken, annem bir gün Mesut ile Nuray’ı kucağına aldı.
Bana da “eteğimi tut bırakma”dedi.
O haliyle pazara gittik.
Kırmızı toz biber aldığını hatırlıyorum.
Pazar yerinde bir kadın anneme” kızım yazık bu uşaklara! Kimi karnında, kimi kucağında!
Sana da yazık! Derdiniz ne böyle?” deyince annem, “Rızkı veren Allah! Ne’dek?” dedi.
Bunlar hep hayal meyal hatırımda.
Ancak eve gelir gelmez annemin sancıdan kıvrandığını ve beni Meryem nenemi çağırmaya gönderdiğini hiç unutmuyorum.
Sonra…
Sonrası bir erkek kardeşim dünyaya geldi.
İsmini “Hasan”koydular.
Mesut üç yaşını tamamladığı için beşikteki yerini bu kez Hasan ile Nuray ‘ a bıraktı.
Ben o gün annem sancı çekerken yarıda bıraktığı kızartma tavasında, gaz ocağında kalan patates kızartmasını pişirirken büyüdüm.
“İnsan dört beş yaşında genç kız olur mu ?”demeyin.
Şartlar gerektirirse öyle de bir büyüyorsunuz ki!
İşte o günden itibaren benim sorumluluklarım arttı.
Ben yaşımın üstünde yaş aldım.
Annemin çaresizliklerini gördükçe büyüdüm, büyüdüm, büyüdüm…
Çocuk olduğumu unuttum…
Hasan kardeşim doğduktan on gün kadar sonra Naci amcamı köyden biriyle nişanlamak üzere apar topar köye gittiğimizi hatırlıyorum.
Dedem bizi karşılamaya geldiğinde ona doğru koşarak, “Dede, bilong mu? Bizim bir kambur Hasan’ımız doğdu”dedim.Ortam buz kesmişti. Dedem kambur olduğu için, evde de böyle bir konuşma geçmiş ve benim aklımda bu kaldığı için dedemin hoşuna gider sanmıştım
Dedem önce sert sert bana baktı sonra güldü. Herkes gülmeye başladı.
O arada çeşmede iki genç kız bana işaret ediyor, ısrarla beni çağırıyorlardı.
Annem “hadi get yanlarına !” dedi.
Oysa onlardan biri amcamın nişanlanacağı, diğeri de kardeşi imiş.
Bizimkilerin evinin karşısında bulunan çeşmeden su doldurmaya gelmişler.
Beni evlerine götürmek için çabaladılar. Hayır dedikçe kollarımdan tutup havaya kaldırıyorlar beni kaçırıyorlardı.
Deli gibi çırpınıyor, ağlıyordum ama bırakmıyorlardı.
Evlerine götürdüler Arap atlarını gösterdiler beni bindirdiler ama ben salya sümük ağlıyordum.
Bir türlü susturamayınca beni getirip eve bıraktılar.
O hafta nişan düğün birlikte oldu.
Biz düğünden sonra Kilis’e döndük.
Ancak birkaç gün sonra tekrar gitmek zorunda kaldık.
Dedem vefat etmişti.
Nenem yalnız kalmasın diye sonraki günlerde ben, ara ara nenem ile aynı yatakta çok yattım.
Belki de kardeşlerimin çokluğundan ötürü bulamadığım annemin o teninin sıcaklığını hep babaannem de aradım.
O yıllarda nenemin bir karakaçanı vardı.
Ona biner birlikte zeytin ağaçlarımızın, üzüm bağımızın olduğu bahçeye giderdik.
Karakolun eteğinde olduğu için, nenem benimle daha rahat giderdi oraya.
Giderken yolda sumak çalılarından sumakları keser heybeye koyardık.
İncirler toplardık. Üzümleri keser hasır sepete doldururduk.O patika yolda nenem karşılaştığı komşular ile sohbet ederdi.
Heybenin diğer gözüne de yeşil zeytinler büyümüş ise tatlandırıp yemek için doldurur dönerdik.
Eve gelir gelmez, komşu ekmek yapmak için göçmen tandırını yaktıysa nenemle birlikte oraya geçerdik.
“İmirzalıAligil” derdi nenem onlara.Gerçek isimleri neydi hala bilmiyorum
Hamurları açar tandırın içine yapıştırır pişmesini beklerlerdi.
O tandır ekmeğinin kokusunu hâlâ arar dururum.
Okullar açılmaya başlayınca babam yaşımı nüfusta büyüttürüp beni okula göndermek için köyden aldı.
Keşke diyebilseydim “ babacım ben bir kaç yıl daha köyde kalayım biraz daha büyüyeyim. Çocukluğumu biraz daha yaşayayım !”diye.
Ama olmadı işte.
Hayata o kadar erken atılmak zorunda kaldık ki!
Her şey çok erken yaşandı ömür kaçıyor gibi!
Şimdi dönüp bir bakıyorum da gerçekten de ömür kaçıp gidiyormuş.
İyi ya da kötü belki de babam haklıydı!Ne dersiniz?
Çünkü kendisi de henüz kırklı yaşlarına yeni adım atmıştı ki aramızdan ayrılıp göçüp gitti.
Herkese sağlıklı ömürler diliyorum.
Selametle kalın!