Cumhuriyetimizin 91. Yılı Kutlu Olsun

Mehmet YALVAÇ
Kıymetli okuyucular; bu yazı Cumhuriyetimizin kuruluşunun 71. yıldönümü münasebetiyle (1994) üniversitemiz (İnönü Üniversitesi) tarafından Hoca Ahmet Yesevi salonunda “Kuruluşundan Günümüze Türkiye Cumhuriyetinin Karşılaştığı İç ve Dış Tehditler” konulu panelde yaptığım konuşmayı hiçbir değişiklik yapmadan yayınlamayı uygun buldum. Takdir kıymetli okuyuculara aittir.
KURULUŞUNDAN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN KARŞILAŞTIĞI
İÇ VE DIŞ TEHDİTLER
Cumhuriyetimizin kuruluşunun 71. yılını çeşitli etkinliklerle yurdumuzun her köşesinde kutlamaya başladığımız bu günlerde ülkemizin karşı karşıya bulunduğu iç ve dış tehditler her gün değişik şekillerde biraz daha artmaktadır. Tam tersine cumhuriyetin ilanından günümüze aradan geçen bu kadar uzun bir zaman sürecinde bu tehditlerin hiç olmaması veya en alt düzeye inmesi gerekirdi. Maalesef günümüzdeki bu iç ve dış tehditler içte ve dışta düşmanlarımızın ne kadar çok olduğunu göstermektedir. Ülkemiz ise o kötü niyetli düşmanlara dost olarak kucak açmıştır. Bizim Türk Devleti olarak hiçbir devlete karşı kötü emellerimiz olmamıştır.
Ülkemizin iki türlü düşmanı vardır: Birincisi harici dış düşman, ikincisi dâhili iç düşmanlardır. Her ülke dış düşmanların tehlikeli olmamaları için her zaman gerekli tedbirleri alır. İçteki düşmanlara karşı da toplum olarak dış düşmana gösterdiğimiz birlik ve beraberliği daha etkili daha uyanık bir biçimde göstermeliyiz. Toplum kendi hâkimiyetini kendisi sahip çıkmalıdır. Bir ülkenin dış düşmanlardan zarar görmesi acıdır. Fakat kendi toplum fertlerinden zarar görmesi çok daha acıdır.
Bu konuda cumhuriyetin kurucusu Atatürk her şeyden önce gençliğe güvenmiş, gençliği geleceğin teminatı olarak görmüştür. Dünyanın hiçbir ülkesinde çocuklara ve gençlere hitap eden milli bayramlar yapılmamıştır. Atatürk Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı 23. Nisan gününü “Milli Egemenlik”, emperyalizme karşı savaş açtığı 19 Mayıs’ı “Gençlik” ve 29 Ekim’i “Cumhuriyet Bayramı” yapmıştır. Hep gençliğe güvenmiş, onlara seslenmiş, ülkeyi, cumhuriyeti onlara emanet etmiştir. Gençliğe hitabesi bunun açık örneklerindendir.
Mustafa Kemal Atatürk aynı zamanda Türk gençliğinin yetiştirilmesine eğitimine de büyük önem vermiştir. Bunu şu sözlerinde görmekteyiz: “Eğitim bir milleti hür, egemen, yüce, şanlı bir toplum halinde yaşatır. Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri öğrenim sınırı ne olursa olsun, ilk önce ve her şeyden önce Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi yurduna ve milli geleneklerine düşman olanlarla savaşmak geleneği öğretilmelidir derken halka giden yolların üstünde öğretmeni görüyordu. Yarınki Türkiye’nin de okullarda kurulacağına, çağdaş uygarlık düzeyine onlarla ulaşacağına inanmıştı. Ülkemizde tarih boyunca “hocaya” karşı toplum içinde bulunan saygının Cumhuriyet öğretmenliğinin kişiliğinde yoğunlaşmasına dikkat ediliyordu.
Atatürk aynı zamanda insan yaşamında, toplum yaşamında, devlet yönetiminde hep düşünceye önem vermiştir. O’nun için düşüncenin bir kaynağı vardır. Bu kaynak da toplumdur, insanlardır. Bunu şu sözleriyle açıklamaktadır: “Şimdi bizim yöneteceğimiz insanların düşüncelerini, emellerini, ruhlarında saklı olan özellikleri aramalıyız. Şüphe yok ki bizim Ulusumuzun karakteri yükselmeye, istenilen biçime uymak için değişmeye elverişlidir” derken topluma ne kadar değer verdiğini görmekteyiz. O’nun düşünceleri yeni Türkiye Devleti’nin kuruluşu ile ilgilidir. Bu düşüncelerin kaynağı da bağımsızlık düşüncesidir. Bir insan, bir toplum, bir devlet için en güzel şey bağımsız olarak yaşamaktır. Bağımsızlık bir topluluğun yalnız siyasal özgürlüğü değil, siyasi özgürlüğü de içine alan ekonomide, adalette, askerlikte, kültürde vb. konularda tam bağımsızlık demektir.
Türk toplumunun çok güzel değer yargılarından biri sayılan ana-baba sevgisi ana-baba-evlat ilişkisi ayrı bir kuvvet ve özellik taşıya gelmiştir. Türk milletinin en kutsal değeri olan toprağına “anavatan, Anadolu” isimlerini vermiş olması, aynı zamanda milli bütünlüğümüzün temelini sağlayan diline anadil deyişi, devletini baba olarak görmesi, devletinin verdiği karara “şeriatın kestiği parmak acımaz” demesi, tesadüfen kullanılmış sözler değildir. Bu zengin sevgi ve saygının Türk tarihinden süzüle gelmiş açık bir delilidir. Devletimizin babalık görevine gelince, baba evlatları arasında hiçbir zaman bir ayırım yapmaz. Hepsine eşit davranır. Haklarını korur. İşte devletimiz de tüm vatandaşlarının haklarını koruyarak onlara eşit davranır. Fertleri arasında adaleti sağlar. Bir evlat nasıl babasına güvenip inanıyorsa, toplumun fertleri de aynı şekilde devletine güvenir ve inanır. İşte devletimizin babalık görevi buradan gelmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin evlatları, anaları ve babaları, bu güçlü duyguyu korumayı ve daha ileri götürmeyi başarmakta, sarsılmaz, parçalanmaz bir toplum ruhunun devam ettirilmesi bakımından da en güçlü katkıyı yapmış olacaklarını asla unutmamalıdırlar. Her ana-baba ihmal edeceği çocuğuyla, ülkemizin geleciğine zararlı olabilecek bir evlat yetiştirdiğini unutmamalıdır. Her evlat da sevgi ve saygı bakımından işleyeceği hataların affedilmez suçlar olacağını vicdanında hissettikçe, sadece aile için değil, Türk toplumu için gelecek daha aydınlık ve daha mutlu olur.
Bakınız Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, “Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara bilhassa devletin varlığı ve milletin birliği ile bağdaşmayan bütün zararlı unsurlarla mücadele lüzumu ve milli fikirleri, zıt fikirlere karşı fedakârca ve heyecanla savunma zarureti öğretilmelidir” demiştir. Gençlere ise “Milli bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin gelecekteki sorumluluklarını sizler yükleneceksiniz. Sizlerin ödevi sorumluluklarınızın bilinci ile çalışmak daha çok çalışmaktır. Sizler Türkiye Cumhuriyetini sonsuza dek yaşatacak ve savunacaksınız” demiştir.
Türkiye jeopolitik özelliği nedeniyle her zaman iç ve dış tehditlerin sataşmasına maruz kalmıştır. 1923-1952 yılları arasında 24 örgütlü komünist faaliyeti ortaya çıkarılarak ilgilileri hakkında gerekli kanuni işlemler yapılmıştır. Türk milleti hiçbir zaman Marksist-Leninist bir düzene taraftar olmamış ve olmayacaktır. Bunu düşünenlerin hayalleri kursaklarında kalmış ve bundan sonra da kalacaktır. Her tarafı şehit kanlarıyla sulanmış bu cennet vatanımızı bölüp parçalamak isteyen dış ve iç düşmanlarımız mevcuttur. Bunların bir kısmı açıktan, bir kısmı sinsice gençlerimizi kullanma yolunu seçmişlerdir. Maalesef gençlerimizin bir kısmı farkında olmadan bu tehlikeli unsurlara alet olmuşlardır. Olmakta da devam etmektedirler. Geçmişte bunlara alet olan gençlerimizin bir kısmı ile zaman süreci içerisinde karşılaştığımızda, gençlik yıllarındaki düşüncelerinin devam edip etmediğini sorduğumuzda kesinlikle o zaman yaptıklarının yanlış olduğunu veya o yaşlarda yaptıklarının doğru olduğunu fakat gerçeği sonradan anladıklarını ifade ederek pişmanlık duyduklarını söylemektedirler. Zararın neresinden dönülürse kârdır. Bu açıklamalar ışığında önce dış tehdit unsurlarının özellikle de yakın komşularımızın ülkemiz hakkındaki düşüncelerine çok kısa bir göz atalım:
RUSYA: S.S.C.Birliği döneminde zayıf bir ülke ortamında yıkıcı ve bölücü örgütlere her zaman yeşil ışık yakmıştır. Nitekim “Böl-Yut” siyasetini ana prensip kabul etmiştir. Bu faaliyetlerini enstitüler kurarak ve propagandalara ağırlık vererek sürdürmüştür. Günümüzde de aynı emeller devam etmektedir. Rus yetkililerinin ülkemiz hakkındaki aynı düşüncelerini açık olarak görmekteyiz. Bizim ata yurdumuz ülkelerle yaptığımız görüşmelerden dahi Rusya rahatsızlık duyduğunu açık olarak ifade etmektedir.
BULGARİSTAN: Geçmişteki milli politikası, içte ve dışta Sovyetler Birliği’ne ve komünist ideolojisine tam bağımsızlık ilkesinden kaynaklanmaktadır. Silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yoluyla büyük kazançlar sağlayan ve kaçakçılığın her çeşidini teşvik eden ve destekleyen bir ülkedir. Bölücü örgütlere sağlanan silahlar nedeniyle geçmişte ülkemizdeki terörü tırmandıran ülkelerden biri durumundadır. Bugünde o emellerinden yaz geçmemiş ülkemiz aleyhine bölücü örgütlere çeşitli imkânlar sağlamaktadır.
YUNANİSTAN: Geçmişte de günümüzde de içte Türk düşmanlığını devamlı surette canlı tutmak isteyen Yunanistan, dışta Türkiye’nin uluslararası her alanda zararına olan her şey Yunanistan’ın yararınadır. İçte ve dışta Türkiye’deki yönetim aleyhine her zaman yoğun bir karalama kampanyası yaptığı, bir taraftan çeşitli uluslararası kuruluşlardan Türkiye aleyhine kararlar çıkartmaya uğraşırken, diğer taraftan Türkiye’den kaçan teröristlere kucak açıp onları himaye etmekle kalmamış, kendi kamplarında devletimiz aleyhine eğitimlerini sağlama imkânı vermiştir. Aynı zamanda bunları Türkiye’ye karşı uluslararası platformlarda birer propaganda vasıtası olarak kullanmış ve kullanmaktadır.
SURİYE: Her ne kadar Türkiye’ye karşı bir faaliyette bulunmadığını iddia etmişse de Hatay’ın Suriye’nin bir parçası olduğunu iddia etmektedir. Türkiye’den kaçan yıkıcı ve bölücü unsurlara sığınma ve barınma imkânları verdiği gibi çeşitli kamplarda eğitilme imkânını sağlamaktadır. Güney sınırlarımızdan yapılan her türlü kaçakçılığı desteklemektedir. Suriye’de bulunan Türk terör örgütlerinin birleşme ve cepheleşme çalışmalarını desteklemektedir. Bunlar yetmiyormuş gibi Ermeni asıllı vatandaşlarının ülkemize terörist olarak gelmelerine göz yummaktadır.
IRAK: Bugün için gerek savaşın yol açtığı, gerekse savaştan önce var olan sorunlarıyla uğraşmak zorunda kalan Irak’ın öteden beri bilinen ve önemini halen koruyan bazı konularda ülkemizi tehdit edebileceği düşünülmektedir. Bize yakın topraklarında bölücü unsurların serbestçe faaliyet yapmaları sağlanmıştır.
İRAN: İran’ın bazen gizli ve bazen da açık ve pervasızca Humeyni rejimini çevre ülkelere ihraç etme çabalarını geniş bir propaganda faaliyeti ile yoğun bir şekilde sürdürmektedir. Zaman zaman Tahran radyosundan ülkemiz aleyhine yayınlar yapmaktadır.
LÜBNAN: Lübnan’da barış ve istikrar bozulunca, Türkiye’ye karşı eyleme geçen bazı terörist grupların Suriye üzerinden geçerek oradaki kamplara gitmeleri ve çeşitli illegal örgütlerle işbirliği yaparak destek görmeleri, ASALA’nın ülkemize yönelik faaliyetlerini bu ülkeden organize etmesi, Lübnan’ın istikrarsız ortamından kaynaklanmaktadır. Ayrıca Lübnan’ da bulunan zengin Ermenilerin Türkiye aleyhinde, gerek propaganda yönünden, gerekse Türklere karşı eylem yapan Ermenilere yardım yönünden sürekli bir tehdit oluşmaktadır.
Bakınız yakın komşularımızın bu tehditleri yetmiyormuş gibi, batı ülkeleri de aynı şekilde devamlı olarak aleyhimize çalışarak Türkiye’nin aleyhine her türlü davranış ve hareketlere kucak açıyorlar. İşte dıştaki tehditler. Bu tehditlerin tüm halkımızı düşündürmesi gerekir. Buradan şu sonucu çıkarmak mümkündür. Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur.
İÇ TEHDİT UNSURLARI:
İçteki duruma gelince asırlardan beri birlikte yaşadığımız, askerlikte aynı yatakta yatan, aynı karavanadan yemek yiyen, bizi yok etmek isteyen emperyalist güçlere karşı tek vücut olarak birlikte savaşan, bu vatanın birlikteliğini sağlamak için çekinmeden canını seve seve veren dedelerimizin torunlarına bugün sen şusun, busun diye bölüp parçalamaya çalışıyorlar. Burada çok dikkatli olmamız gerekir. Amerikan toplumu, yerli Kızılderili’lerin üzerine Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden giden farklı toplumlardan oluşmuştur. Günümüzde bir Amerikan vatandaşı ben Avrupalıyım veya Avrupa’nın şu toplumundanım diyor mu? Cevabı hayır. “Ben Amerikalıyım” diyerek içte ve dışta her yerde Amerika’nın çıkarına savunuyor. Bu tabii bir olaydır. Her ülkenin fertleri böyledir. Bizde ise bazıları asırlar boyu bu cennet vatanda birlikte yaşamış inancı, ahlakı, örf ve adedi bir olan canımız kadar kıymetli insanlarımızı sen şusun, busun diyerek ülkeyi bölüp parçalamaya çalışıyorlar. Burada üstünde düşünmemiz gereken husus niçin başka ülkelerin vatandaşları kendi ülkelerinin aleyhinde bir davranışta bulunmuyor? Bizim ülkemizin bir kısım fertleri tehdit unsuru oluyor. Bunun nedenleri üzerinde düşünerek araştırılması gerekir. Bu konuda gençlerimize çok büyük görevler düşmektedir. Gençlerimiz hiçbir zaman bu iç tehdit unsurlarının sözlerine inanmadan her zaman devletimizin yanında olmaları gerekir. Devletimizin de yıkıcı unsurların ülke güvenliği yönünden hala tehlike teşkil etmekte olan iç tehditlere karşı devlet otoritesini güçlü tutmak, yıkıcı unsurların destek bulduğu dış kaynakları kurutabilmek ve bunların üremelerine yol açan ekonomik ve sosyal sorunların giderilmesine çalışmak gerekmektedir. Milli birlik ve beraberlik içinde Türk milletinin yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Yeter ki toplum olarak birlik beraberlik içinde olalım.
Sevgili gençler; Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir hukuk devletidir. Ve hukukun üstünlüğü prensibi geçerlidir. Çoğulcu demokrasilerde siyasi partiler vazgeçilmez unsurlardır. Aynı zamanda demokrasinin gereğidir. Demokratik rejimlerde siyasi partilerin birinci hedefi iktidar olmaktır. Bu doğal bir olaydır. Bize göre ise önce devletin varlığıdır. Devlet var ise demokrasi, dolayısıyla partiler vardır. Devlet yok ise hiçbir şey yoktur. O halde siyasi partilerin birinci hedefi devletin varlığı meselesi olmalıdır. Dünyanın hiçbir ülkesinde o ülkede yaşayan insanların veya partilerin bir kısmı kendi ülkesini yıkıp parçalamak isteyen iç ve dış tehdit unsurlarıyla birlikte hareket etmez. Herhangi bir devlet kendisini bölüp parçalamak yok etmek isteyenlere karşı hoşgörü ile bakmaz. Bu konuda bir örnek vermek istiyorum: Geçmişte Almanya’da ortaya çıkan bir terörist örgütün yakalanan üst düzey dokuz elemanı için Alman hükümeti, “Aynı zamanda dokuzu da kendi kaldıkları hücrelerinde intihar etmişlerdir” diye açıklamada bulundular. Bize göre ise onlar intihar etmedi, öldürüldüler. Bu olay üzerine hiçbir ülke de onlardan bu konuda hesap sormadı. “İnsan haklarını ihlal ediyorsunuz” demediler. Şayet demiş olsalardı, birinci haberi nasıl basın yayın yolu ile öğrendiysek ikinci durumu da öğrenirdik. Ülkemizde ise karakollarımız basılıyor, güvenlik güçlerimiz pusuya düşürülüyor, köylerimiz basılıyor, çocuk, kadın ve yaşlı demeden hepsi öldürülüyor. Hiçbir batı ülkesinin sesi çıkmıyor. Terörist ölürse kıyamet kopuyor. Bizim vatandaşımızı bize düşman ediyorlar. Ülkemizde toplum olarak, tüm partiler olarak tek yumruk şeklinde birleşerek bu geçici olduğuna inandığımız problemin çözümlenerek Misak-ı Milli sınırlarımız içinde yaşayan tüm vatandaşlarımızın geçmişte olduğu gibi günümüzde de birlik beraberlik huzur ve güven içinde yaşamaları gerekir. Hepimizin özlemi budur. Kıbrıs Barış Harekâtında gördüğümüz o birlik ve beraberliği yeniden yaşatmak için herkes üstüne düşen görevi yerine getirmelidir. Özellikle tüm siyasi partilerimizden bunu görmek istemekteyiz. Bu da bizlerin doğal hakkıdır.
Atatürk’ün geleceğin teminatı olacak gençlerimizle ilgili düşüncelerini açıkladık. Gençlerimizin neler yapması gerektiğini de söyledik. Devletimizin de günümüzde gençlerimizin yetiştirilmesi konusunda bize göre yapması gereken birtakım görevleri vardır. Öncelikle eğitim sistemimizin üzerinde durmak istiyorum. Bize göre ülkemizin en önemli meselelerinden biridir. Her ne kadar eğitim sistemimiz konusunu çeşitli kaynaklarda Türk Milli Eğitim Sistemimizin ana prensipleri belirtilmiş ise de maalesef bu sisteme uygun gençler yetiştiremiyoruz. İlkokula başlayan bir çocuğun en çok sevdiklerinden biri öğretmenidir. Her konuda öğretmeninin dediğini yapar. Bazen anne-babasına “Öğretmenim böyle dedi” diye itirazlarda bulunur. Bu nitelikleri taşıyan çocuklardan bir kısmı nasıl oluyor da kendi toplumuna ihanet eder duruma geliyor. Bu durumdan kim sorumludur? Günümüzde devletimiz öğretmen alımında hangi yöntemleri uyguluyor? Öğretmen yetiştirme konusunda milli bir politika var mıdır? Çocuklarımızı gençlerimizi emanet ettiğimiz öğretmenlerimizin hangi nitelikleri taşıması gerekir? Daha sorularımızı çoğaltabiliriz. Öncelikle bu sorulara cevap bulmak gerekir. Vatanını, milletini sevmeyen bir öğretmene nasıl çocuklarımızı teslim ederiz? Kendi koltuk çıkarından başka bir şey düşünmeyen öğretmeni nasıl okul yöneticisi yaparız? Bu ve benzer sorunların üzerine öncelikle edinilmesi gerekir.
Biz çocuklarımızı ve gençlerimizi gerçekten milli bir eğitim sisteminden geçirmemiz gerekir. Bu sistemle iktidara gelen hükümetler yaz-boz gibi oynamamaları gerekir. Maalesef bizde her bakan kendine göre birtakım değişiklikler yapar. Bunun zararı da sonunda devlete mal olmaktadır. Gerçekten milli bir eğitimden geçen bir insan şu sorumlulukları taşır:
1- Devlete karşı sorumluluk,
2- Türk toplumuna karşı sorumluluk,
3- Kendisine karşı sorumluluk.
Bu sorumlulukları taşıyan bir insan şu nitelikleri taşır:
1- Medeni cesaret,
2- İnsanın kendi kendisini hareketlerinden sorumlu kılması,
3- Kendi kendisiyle tutarlı olması, bunu gerek ferdi ve gerekse devlet hayatında gerçekleştirmesi,
4- Sosyal faydayı ferdi faydadan üstün tutması.
Bu nitelikleri kendine prensip edinen bir insandan ne devletine, ne milletine ve ne de ailesine zarar gelir.
Sevgili gençler, günümüzde ülkemiz için tehdit oluşturan bir unsur da Müslüman başka devletlerin dini prensiplerini ülkemize sokma olayıdır. Bu da bir dış tehdit unsurudur. İslamiyet ortaya çıktıktan sonra Türkler İslamiyeti kabul edince, bu dinin yayılmasına en büyük katkıyı sağlamışlardır. Devletimiz dini vecibelerini yerine getiren hangi vatandaşına karşı çıkmıştır? Kime namaz kılma, oruç tutma, zekât verme demiştir? Bu konuda da bana göre en iyi Müslümanlık Türk’ün Müslümanlığıdır. Bu konuda da dış güçlerin tahriklerine kapılmayalım. Kendi devletimizin din yetkilileri ne diyorsa onlara inanalım ve güvenelim. Bir sorumluluk varsa onlara aittir. Biz devletimize bağlıyız.
Sevgili gençler; ülkemizde yaşayan vatandaşlarımız kendilerini hangi etnik gruba bağlı olarak hissederlerse hissetsin, kendine Türküm diyen her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Türk’tür. Bu bir ırkçılık değildir. Biz de ırkçılığı şiddetle reddediyoruz. Tarihte ırkçılığı uygulayan devletler de başarılı olamamışlardır. Olsalar dahi yanlış bir uygulamadır. Bizim için önemli olan ırk değil devletin varlığı ve bütünlüğüdür. Atatürk de bu düşünceden hareketle “Ne mutlu Türküm diyene” sözünü söylemiştir.
Sözlerimi burada tamamlarken devlet olarak geleceğin daha güzel, daha huzurlu ve daha mutlu olmasını diler, saygılar sunarım.