Eski Kışlar

Mehmet YALVAÇ
Şiir kitabının yazarı Uğur ELHAN Bey’i özellikle zeytin dalı dergisindeki şiir ve yazılarından tanımıştık. Şiir ve yazıları zevkle okurduk, emekli olunca Kilis’te ilkbahar ve sonbahar mevsimlerinde uzun süre 4-5 ayı aşkın bir süre kalmam nedeniyle tanıma imkânını bulduk. Daha sonra yakından tanıma fırsatını elde ettik.
Sayın Elhan’ın bu kitabının önsözsünde belirttiği “SEVDA TÜRKÜSÜ” adlı şiir kitabının okuma imkânını elde edememiştik. Bu sene sonbaharda Kilis’e geldiğimizde o kitabını da okuma imkânı bulabiliriz.
Sayın Elhan bu kitabını da kendi imkânlarıyla bastırarak dost ve arkadaşlarıma badem şekeri gibi sunacağım demektedir. Gerçekten de bu şiir kitabı şekerlerin en güzeli hangisi ise o dur. Badem şekeri mi? Yoksa fıstıklı lokum mu? Ne diyeceğimi bilemiyorum.
Sayın Elhan’ın Kilis’te okuma imkânını bulamamıştık. Ankara ya dönünce okuduk ve bu yazıyı yazmaya karar verdik.
Yüce Allah’ın verdiği özel yetenekler her insanda olmayan özelliklerdir. Şairlik, Hattatlık, Müzisyenlik, Ressam, Heykel tıraş vb. gibi niteliklerdir.
Sayın Elhan emekli edebiyat öğretmenidir. Aynı zaman da şair ve müzisyendir. Yani udidir. Birden fazla nitelikleri vardır. Bu nitelikleri en güzel şekilde kullanmaktadır. Meslek hayatında da öğrencilerine karşı objektif davrandığını sohbetlerimiz sırasın da anlatmıştı. Zaman zaman birlikte olduğumuz yerlerde eski öğrencilerinin yanına gelerek gerekli saygıyı gösterdiklerine tanık olduk. Ne güzel. Bir emekli öğretmeni mutlu eden şeyler…
Yine kitabının önsözünde; ben bu işin sevdalısıyım sadece, ustalığımda gözüm yok demesine rağmen Sayın Elhan gerçekten siz bu işin iyi bir ustasısınız. Sizi kutluyorum.
Biz şair ve edebiyatçı değiliz. Sosyologuz. Şiirlerinize sosyolojik açıdan bakmaktayız.
“ESKİ KIŞLAR” şiir kitabı 84 sayfa, 68 şiirden oluşmaktadır. İçindekiler kısmında kitaptaki şiirleri; Serbest, Aruz, Hece ve Yergiler başlıkları altında toplamıştır. Kitapta sayfa numaraları yoktur. Nedenini bilemiyoruz. Sehven de olabilir. Bilim adamlarının bir kısmının kitaplarında da baskı tarihi yoktur.
Kitap bastırmak kolay bir iş değildir. Maddi yönden bir külfettir. Emekli öğretmen için büyük bir fedakârlık ister. Kitabını hiçbir karşılık almaksızın kendisinin değimi ile dost ve arkadaşlarına badem şekeri gibi sunuyordu.
Biz Kilis’imizi bu kadar yakından ilgilendiren bu ve benzeri kitapları Ankara Kilis Kültür Derneği Genel Merkezi’nin karşılıksız bastıracağına içtenlikle inanmaktayız. Birçok Kilis’le ilgili kitapları bastırdığı gibi, bastırmaya devam etmektedir. Bu bastırdığı kitapları karşılıksız olarak Kilislilere ve çeşitli kuruluşlara yollanmaktadır.
“ESKİ KIŞLAR-1” adlı şiirinde çocukluk yaşlarımızdan günümüze kadar geçen Kilis’le ilgili yaşamımızı yeniden yaşamış gibi olduk. Şiirlere bir edebiyatçı olarak değil sosyolog olarak baktığımızda eskiden anlatılan ve yapılanları; develerin dama çıkması, çelik değnek oyunu, deveme ve hortlu deveme oyunu dallı gülle yapımı avlulu evlerdeki su kuyularındaki cadı, masal anlatımları, çıkrıkla pamuğu iplik haline getirme, tarihi eserler ve çıkmaz dehlizler, köşe başı sohbetleri, kapı önlerindeki binek taşları gibi konular şiirle çok güzel bir şekilde ifade edilmiştir.
“ESKİ KIŞLAR-2” şiirlerinde; kış mevsimine bağlı olarak tandır, yoğun karların erimesiyle çiçek açan sümbül ve nergis çiçekleri ile kış mevsiminin özellikle kapalı günlerin insana verdiği kasvet hüzün ve güneşin özlemi dile getirmiştir. İnsanlar kendi memleketinden uzak yerlerde görev yaptığı zaman o çocukluk yıllarının geçtiği yere karşı büyük özlemler duyarlar. Ne kadar güzel ifade edilmiş.
“ESKİDEN” adlı şiirinde eskinin yaşam biçimi ile birlikte kavun, peynir, sıcak ekmek yemenin özlemi anlatılmış. Karpuz peynir sıcak ekmek ile üzüm peynir sıcak ekmek nerede o günler.
“30 AĞUSTOS VE BENDE HÜZÜN VAR BUGÜN’’ adlı şiirlerinde geçmiş ve günümüzdeki Atatürkçü düşünce anlayışını net ve açık bir şekilde şiirle daha güzel anlatılmış. “Anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna az” atasözünde olduğu gibi.
“HATIRLAMA ve BAYRAMLAŞMA’’ şiirlerinde de çocukların oyunlarından, geceleri ağlayan veya yaramazlık yapan çocukları susturup uyumasını sağlamak için söylenen “Dam kazıyan’’, Zümrüt Anka Kuşu masalı ve Akcurun Çarsısındaki çınar ağacı adlında oturanlar ve sohbetleri günümüzde tarih olmuştur.
“BAYRAMLAŞMA” şiirinde de kurban bayramının 1. Günü kurban kesildikten sonra yapılan işlem anlatılmıştır.
“İNÖNÜ-ZİRAAT İLKOKULU MARŞI” ve “ZEYTİN DALI DESTANI” şiirlerinde hem Kilis’in tarihi ve turistlik özellikleri belirtilirken okulların tanıtımı yapılmıştır. Zeytin Dalı Destanında ise derginin başarılı çalışmaları, özellikle derginin faaliyetleri ile Kilis’in tanıtımı yapılmış. Zeytin Dalı dergisi yayınana tüm Kilislilerin ve okuyanların beğenisini kazanarak devam etmektedir. Bu vesile ile derginin yayımda emeği geçenleri içtenlikle kutluyoruz.
Sayın Uğur ELHAN Beye aile yaşamında sağlık ve mutluluklar dilerken yazacağı yeni şiirleri de bekliyoruz. Allah zihnine güç ve kuvvet versin
Biz şiir kitabında geçen Kilis’le ilgili kavramları yaşayan bir Kilisli olarak gençlerimizin okuyacağı inancıyla tek tek açıklayacağız. Eksiklerimiz varsa af ola.
DEVELERİN DAMA ÇIKMASI
Harmandan gelen veya hanlardan alınan buğdaylar elenir ve yıkanır. Elenirken hal burun altına düşen küçük buğday taneleri kalaylı don kazanlarına konarak üzerine kadar su doldurulur. Ağzı bir sini ile kapatılır. Buğday taneleri yumuşayıncaya kadar beklenir. Ezilecek kıvama gelince bakırdan kalaylı tislerde çiğnenir. Çiğnenen buğdaylar ve çıkan su teştlerde biriktirilir. Elle sıkılarak ilk suyu alınır. Sıkılan ezilmiş buğdaylar ayrı teştlere konarak üzerine biraz su ilave edilir. Bir süre sonra onlar tekrar elle yumaklar şeklinde sıkılır. Fosalar kurutularak hayvanlara yem olarak verilir. Elde edilen nişastalı sular dinlendirilir. Üzerine çıkan su süzülerek dibe çöken kısım kurutulur ve nişasta elde edilir. Daha sonraki yıllarda evlerdeki kıyma makinelerinde çekilerek aynı işlemlerden geçirilerek yapılmaktadır. Günümüzde bu işleri yapan aileler yok denecek kadar azdır. Bu işlemlere nişe çıkarma denilir.
Eylül ayı başlarında ceviz, badem ve fıstık taze kabuklu olarak alınır. Daha önce çıkrıklarda eğrilen kalınca pamuk ipliğine kırılan ceviz, badem ve fıstık içleri seyrek olarak saplanır. Çangallara sıra ile bağlanır. Ceviz, badem ve fıstık çangalları ayrı ayrı hazırlanır.
Sergiler toplanınca şıralık üzümler kesilir. Avlulu evlerde taş curun veya tahtadan yapılmış sallarda üzümün üzerine toz havada serpilerek çiğnenir. Çiğneme işini evin genç erkekleri kızları ve gelinleri yaptığı gibi bu işi para karşı yapanlara tepeletirler. Çıkan üzüm suları hallede biriktirilir. Yalnız üzüm tepelenirken sonuna doğru ezilen üzüm tanelerinin fosası özel bir torbaya (tort torbası) konarak tekrar çiğnenir. Çıkan su ayrı bir yerde biriktirilir. Çünkü o suyun pestil (bastık) veya sucuğu esmer olur diye pekmez veya kesme yapımında kullanılır. Hallede biriktirilen üzüm suyunun altında ateş yakılır. Biraz kaynayınca şerbet haline gelen üzüm suyu teştlere çekilir ve bekletilir. Kaynayan üzüm suyunun içindeki tortular dibe çöker. Üst kısımlardaki alınan şerbet tekrar hallede biriktirilir ve kaynatılır. Belli bir aşamaya gelince önceden çıkarılan nişe (nişasta) bir don kazanında önce soğuk şerbetle sonra kaynayan şerbet ilave edilerek karıştırılır. Hallede kaynayan şerbete bu hazırlanan nişastalı şerbet yavaş yavaş karıştırılır. B elli bir kıvama gelinde hâllenin altındaki ateş çekilir. Az bir ateş bırakılır. Böylece hapısa pişmiş olur. Önceden çangallarda hazırlanan cevizli bademli ve fıstıklı ipler haspaya 2 veya 3 defa batırılır. Kısa süre beklenir damlamalar durunca önceden hazırlanan iplere asılır. Batırılan sucuklar 2-3 gün sonra içeri odaya alınır birazda orada kuruduktan sonra ipler koparılarak şıra sandığına konur.
Hallede artan hapsa temiz bezlere bastık olarak serilir. İsteyen aileler biraz da kesme yaparlar. Bezlerde serili bastıklar biraz kuruyunca damdan güneşe doğru sarkıtılır. İyice kuruyunca rulo şeklinde sarılarak eve indirilir. Asılı kaldığı günler kimin bastığı esmer, kimin bastığı sarı ortaya çıkar.
Gerek kaynayan şerbete nişasta sarma ve gerekse beze bastık (hapısa) serme işlemini her kadın yapamaz bu işi bilenler komşularına yardımda bulunurlar.
Çangaldan koparılan sucuklar ayrı ayrı cinsine göre sandığa konur. Kuruyan bastıklar yüzülür. Bir kısmı ile önceden hazırlanan içle muska sarılır. Geri kalan bastığın bir kısmı niş elenerek katlanır bir kısmını da nişastasız katlanır ve sarılan muskalarla birlikte sandığa konur. Kesme yapılmış ise oda kuruyunca kesilerek sandığa konur. DEVELERİN DAMA ÇIKMASI beklenir. Şairin dediği gibi sandıklara hücum başlar. Rahmetli annem hazırlıkların her aşamasında bizlere sucuk, bastık ve muska verirdi. Esas yeme işlemi yağan karların damdan kürenmesi ile başlardı.
Günümüzde o eski sucuk ve bastıkları göremiyoruz. Dükkândan aldığımız sucukları nasıl yapıyorlar ki 1 ay sonra sertleşiyor ve yenmiyor. İyisini bulmak çok zordur. Bu işin ticaretini yapanlar o güzelim sucuğu yenmez hala getirmişlerdir. Kilis de bu tür gıda maddeleri de kontrol eden bir mercide görmedim. Eski vilayetimiz Gaziantep baklavasını bozuyor mu? Elbette hayır. Biz niçin işin yoluna gidiyoruz. Ürettiğimiz bütün ürünlerde her zaman kaliteyi korumamız gerekiyor. Yetkililerde bunları kontrol ederek sağlığa zararlı olanları imha ettiği gibi o ürünleri yapan ve satanlar hakkında yasal işlemler yapması gerekir. Nerede o eski kaymaklar, tas yoğurtları, peynirler, nar pekmezleri vb. gibi gıda maddelerimiz. Bozulma yerine daha katileri yapılarak ilimizin tanıtımının yapılması gerekir. Pekmezcilik öldü. Niçin nedenini herkes biliyor. Tokat’ın Zile ilçesinin yaptığı cıvık ve katı pekmezler tüm marketlerde satılıyor. Kilis’te bu işi yapan firmaların İSO-HASİP ve kalite kontrol belgeli olan yoktur? Bunlar acı gerçekler. Katmerimize niçin sahip çıkmıyoruz. Bu görevin yetkilisi kimdir?
ZEYTİN KIRMA (BUDAMA)
Zeytinler toplanırken ve toplandıktan hemen sonra budandığı gibi bir kısım zeytinlik sahibi çiftçiler ilkbahar aylarında zeytin budamayı tercih eder. Birinci kırımdan sonra kış mevsimi çok soğuk geçer ise zeytin ağaçlarının soğuk çalma ihtimali vardır. İlkbaharda bu risk olmadığı gibi zeytinler çiçek açar. Duruma göre zeytin budama işlemi yapılır. Budanan dalların odunları evlere getirildiği gibi yapraklı dallardan da bir miktar evlere getirilir. İşte evlere getirilen dallardan çocuklar çelik ve değnek yaparak çelik-değnek oynarlar.
DEVEM ÇEVİRME (HORTLU DEVEME)
Deve meyi naçarlar yaparlardı. Eski naçarlar çarşısındaki Yatalakoğlu’nun yaptığı deve meler iyi sayılırdı. Kavak, ceviz ve zindiyan (Meşe) ağaçlarından yapılan deve meler makbuldü. Bir kısmının uç ve üst kısımlarında kırmızı çizgiler olurdu. Sokaklarda düz bir alana çember çizilir kaç çocuk var ise deve melerine ip sararak çevirirlerdi. Çembberin dışına çıkmayan devemeler, orta kısımda küçük bir dairenin içinde toplanır. Deveme çevirenler o ortadaki devemelere vurarak onları çizgi dışına çıkarmaya çalışırlardı. Daha küçük çocuklar ise kenarda durarak deveme çevirenleri seyrederlerdi.
DALLI GÜLLER
Hemen hemen her çocuk veya babası kış mevsiminde dere yataklarından birkaç sert yuvarlak taş seçer. Küçük çocuk içlerinden en çok beğendiği bir veya iki taşı gülle yapmaya karar verir. Başka bir sert taşla gülle yapmaya kadar verdiği taşa günlerde vurarak küre haline getirir. Daha sonra zımpara kâğıdıyla zımparalar, sonunda zeytinyağına batırılmış bir bezle iyice yağlar. Böylece dallı gülle üretilmiş olur. Burada esas olan seçilen gülle taşının dallı olmasıdır. Bu işlemlerden sonra gülle oynanacak hala gelmiştir. Diğer arkadaşlarına yaptığı güllenin dallarını gösterir. Onu iyi muhafaza eder.
SU KUYUSU ve CADI
Bizlerin çocukluk yıllarında Kilis çok büyük bir su sıkıntısı yaşamıştır. Narlıca suyu kilise getirilmeden önce ailelerin su ihtiyaçları tarihi çeşmelerden ve avlulardaki su kuyularından temin edilirdi. Erkek ve kız çocukları evlerine en yakın tarihi çeşmeler ve camilerden çatılarla su taşırlardı. Küçük çocuklara ibrik gibi küçük kaplar verilirdi. Ekonomik durumu iyi olanlar sakalara su getirtirlerdi. Hemen hemen her semtte eşekle su taşıyan sakalar vardı. Narlıca köyü civarındaki su kilise getirilince belediye tarafından şehrin birçok yerlerine çeşmeler yaptırıldı. Aileler evlerine su çektirdiler. Büyük bir rahatlama oldu. Şehrin nüfusu artınca gene su sıkıntısı başladı.
Avlularda ki su kuyu hiçbir zaman özelliğini kaybetmedi. Önceleri kova ve iple, sonraları makara ve iple su çekildi. İpin yerini lastikten yapılan kova ve ipler altı bu sistem yalnız ev kuyularında değil tüm kırsal kesimlerdeki kuyularda da uygulandı. Kova ve ip araba lastiklerinden yapıldığı için suyun tadını bozuyordu. Evlerdeki su kuyularının ağzında genelde beyaz taştan yapılmış yüksek Harazalar vardı. Çok küçük çocuklar kuyunun içine bakamazlardı. Biraz daha büyük çocuklar bakabilirlerdi. Anneleri çocuklarına sakın su kuyusunun içine bakmayın. Su kuyularından kara cadı var. Çocukları içine çeker, düşer ölürsünüz diye uyarırlardı. Günümüzde bu kuyuların ağzına saçtan bir kapak yaptırılmıştır. Su dalgıç motorla çekilmektedir. Bu kuyuların derinliği semtlere göre değişmektedir. Demirciler Mahallesindeki bir kuyunun ortalama derinliği 60-70 metre iken aşağı semtlerdeki kuyuların derinliği 15-30 metre arasındadır. Bu kuyular hala güncelliğini korumaktadır.
ÇIKRIK
Ülkemizde dokuma endüstrisinin yeterli olmadığı yıllarda bez dokumaları evlerde yapılırdı. Tarladan gelen pamuğun bir kısmı ihtiyacı karşılamak için ayrılır. Önce çırçır makinesin da tohumu çıkarttırılır. Bu pamuk evlerde hallaç tarafından atılır. Atılan pamuk fitle (30 cm. uzunluğunda oklavadan ince değnek) ile pamuk fitil haline getirilir. Bu fitiller yumak yapılarak korunur.
Kış mevsiminde odanın bir tarafına çıktık kurulur. Genelde nineler geceleri önceden hazırlanan fitil halindeki pamukları eğirerek iplik haline getirir. Bu ipler kelep (büyük çile) haline getirilerek dokuma dokuyan evlere götürülür. Dokumacı bu ipleri isteğe göre iç çamaşırlık, sofra bezi, el-yüz bezi (havlu) şal, döşek yüzü olarak kullanılacak şekilde boyalı ve boyasız dokurdu. Çıktık eğiren yaşlılar bir taraftan sohbet ederken veya masal dinlerken gece geç saatlere kadar çıkrık eğirmeye devam ederlerdi. Hemen hemen her evde bir çıktık bulunurdu. Çıkrığı olmayanlar yakın komşulardan isterlerdi
MASALLAR (HAKETLER)
Henüz evlerde elektrik ve radyonun olmadığı yıllarda özellikle kış geceleri halkımızın vakit geçirme şekli masal anlatma ve dinlemedir. Buna ilave olarak bayanlar imece usulü ile bir birlerine şehriye de dökerlerdi bu arada kuru üzüm, sucuk, bastık vb. gibi evde bulunanlardan ikramlar yapılırdı. Rahmetli annem bizlere evimizde elektriğin olmadığı yıllarda küncü (susam) kavurur getirirdi. O sıcak susamı bastıkla yerdik.
Türk Dil Kurumu Türkçe sözlükte masal: “Genellikle halkın yarattığı, ağızdan ağza, kuşaktan kuşağa sürüp gelen, çoğunlukla insanların ve tanrıların başından geçen, olağan dışı olayları anlatan hikâye”, “gerçek olmayan gerçekleşmesi güç olan şeyler düşünerek yaşamak”. Başka bir ifade ile insanların hayal ve özlemlerini dile getirmede dilebiliriz. Açıl sofram açıl denilince her çeşit özlemini duyduğu bir sofra hayal ediyor. Sofrada özlemini duyduğu her çeşit yemekler ve tatlılar mevcuttur. Güzel hanımlara ilgi duyuyor ise huriler periler geliyor. Çoğu boş ve yalan sözdür.
Masalcı; Masal anlatan, yazan ve okuyan kimse başka bir ifade ile yalan uyduran, hayali şeyler anlatan kimse olarak bilinir. Bu da bir yetenektir. Rahmetli babam eskiden kahvelerde hak etçi gelir, gece geç saatlere kadar bir hak eti bir haftada bitirirdi. Herkes can kulağıyla dinler demişti. Kilitse hak etçi olan ailede vardır.
Çocukluk yıllarımızda kış geceleri babamın halasına giderdik kocası bize hak et anlatırdı. O yıllarda birçok evde elektrik yoktu. Gaz lambası ışığından anlatılan hak eti ilgi ile izlerken ikram edilen horozkarası kuru üzümü de yerdik hak et dinlemekten sıkılmazdık.
Şiirde geçen tarihi eserlerin çoğu yok olmuştur. Selvili Medrese’ye küçükken gitmiştim arka tarafında 30-32 küçük oda vardı. Yok oldu. Halkın çıkmaz sokaklara verdiği isimler, köşe başları, çocukluk yıllarımızda köşe başlarında genelde akşamüzerleri erkekler toplanarak günlük işlerini konuştukları gibi şakalı sohbetlerde yaparlardı. Bizler o sohbetleri dinleme imkânını bulduk.
Yine şiirde geçen birçok evlerin önünde binek taşları vardı. Eski evlerin büyük bir çoğunluğu beyaz kesme ve yontulmuş taşlardan yapılmıştır. Bu evlerin duvarları çok kalındır. Evler genelde şark ev (doğuya bakan), garp ev (batıya bakan), poyraz ev (kuzeye bakan) ve kıble ev (güneye bakan) yönlerine karşı yaptırıldı. Genelde yazın poyraz evde kışın ise kıble evlerde oturulurdu. Günümüzde bu adetler yok olmuştur. Apartman dairelerinde böyle bir gelenek yoktur.
Sayın Uğur ELHAN Bey’in şiir kitabı bu geçmiş hatıralarımızı yeniden yaşattığı için kendisine tekrar teşekkür ediyor, aile yaşamında mutluluklar ve sağlıklı günler diliyoruz.