Dolar
Euro
Altın
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kilis °C
Kilis
°C
°C
°C
°C
°C

Evlilik & İzdivaç

Evlilik & İzdivaç
A+
A-
03.12.2020
811
ABONE OL

Mahmut İhsan KANMAZ

 

“Eğer eşlik edecekse adına soyadım…
Sonsuza kadar seninledir sol yanım…” (Bir evlilik teklifi)

Tekrar birlikte olmaktan son derece mutlu ve huzurluyum sevgili arkadaşlarım.

Bugün, güzel ve duygusal bir konuya değineceğiz kısmet olursa.
Hani “Evlenecek her genç kızın rüyası, bilmem ne dikiş makinesi” diye bilinen klişe bir söylem vardır ya, işte tam da bunu kastediyorum.
Yanlış anlaşılmasın lütfen, evlilik sadece genç kızların değil, bütün erkek hemcinslerimin de hülyasıdır. Yani o işin latifesi yalnızca. Herkes için geçerli bir müessesedir evlilik denilen kutsal beraberlik. Erkeği kadını yok maalesef.

Nedir evlilik ve insanlar neden evlenme ihtiyacı duyarlar? Mevzuya buradan başlayalım isterseniz.

Evlilik, karşı cinsteki iki kişinin anlaşıp, bir yuva kurma ve mutlu olma isteklerinin akitlenmiş halidir. Ona da nikâh diyoruz.
Şahitler huzurunda, bir ömür boyu her türlü zorluğu birlikte aşacaklarına, iyi ve kötü günde yan yana olacaklarına dair resmi makamlar nezdinde söz verilmesi halidir, nikah ve evlilik denilen ritüel.

Bunu biraz da mizahi bir dille anlatırsak şöyle bir tablo çıkar ortaya.
Tıpkı bir genel kurul toplantısı gibi…

EVLİLİK DÖNGÜSÜ…

– Açılış ve saygı duruşu… (Düğün…)
– Cicim ayı
– Geçim ayı
– Trip ayı
– Didişme ayı
– Kavga ayı (özür dilerim) – Ayı oğlu ayı (affola)
– Dilek ve temenniler ve de
– Kapanış…

Tabi kapanış derken, hemen aklınıza kötü şeyler gelmesin lütfen. Birlikte yaşlanıp, torun tombalak sahibi olmayı kastediyorum. Dediğimiz gibi bu işin şakası. Bunu da sık sık yapacağız sevgili dostlarım. Biraz da gülümseme adına olacak her şey.

Evlilik olayı dini temeller baz alınırsa, kimin kiminle evleneceği ezelden bellidir, şeklinde bir düşünce ortaya konabilir.
Yani eski deyimle muayyendir husus.
Bu böyle bilinir. Hatta yine dini kaynaklarda denir ki, “İnsanın külli kaderinde şu üç şey asla değişmez. Rızkı, ömrü ve eşi…”
Katılmayanlar olabilir saygı duyarım…

Şimdi, yazımızın başında evliliği tarif ederken bir akitten söz etmiştim. Bunun adı nikâhtır. Evlenme hadisesi ve evlilik merasimi, bir gelenek ve adettir Anadolu’da. Törenlerle ve eğlencelerle kutlanır bu güzel merasim hali.

Hatta eskiden beri şöyle bir anlayış vardır evliliğe dair. Kız ve erkek tarafı, nişanlılık süreci içinde, gençlerin evlerini düzer, onların ihtiyaçları olan eşyaları kendi aralarında hallederler. Yani evlerini donatırlar. Evlenmek ifadesi, birazda buna dayanıyor. Artık bir evi olmak, evinin ve eşyalarının olması anlamındadır evlenme hali…

“Evlenmek, haklarını ikiye bölmek ve görevlerini ikiye katlamak demektir”
buyurmuş Arthur Schopenhauer.
Çok doğru. Teklikten çiftliğe geçiyor insan evlenince.  Kendi hakların kadar, eşinin de hakları olmakta evlenince.
Ona da saygılı olunmalı. Bazen yapmak istediklerinden feragat edebilmelisin ki, mutlu bir evliliğin temelleri sağlam olsun.
Hep benim dediğim olsun. Onun hak ve özgürlüğüne önem verme, bu olmaz.
Hakların ikiye bölündüğü gibi, yapman gereken görevlerin de tam tersi, ikiye katlanması söz konusu olmakta.

Büyük İslam âlimi mütefekkir Mevlana Hazretleri buyururlar ki bu mevzuda,

“Bir evliliği sürdürebilmenin en kötü tarafı, eşlerin birbirlerinin özgürlüğünü engellemeleridir. Eğer iki kuşu birbirine bağlarsan, dört kanatlı olurlar ama bu seferde hiç uçamazlar.”
Olayı bundan daha iyi anlatan bir başka örnek verilemez diye düşünürüm.

Evlilik biraz da eşinin huyunun iyi bilinmesi demektir. Yani, eş ağzını açtığı anda, ne diyeceğinin tahmin edilmesi halidir evlilik…
Ünlü korku kitaplarının ve filmlerinin bilindik ismi Alfred Hitchcock şöyle der: “Erkek, karısının söylemek istediği her sözcüğü, anladığı andan itibaren gerçekten evlidir.” Yani, daha bir şey demeden önceki hali kastediyor büyük yazar ve yönetmen.
Evlilik olayını mizahi bir pencereden değerlendiren kişilerde vardır… Şimdi onlara bir bakalım dilerseniz ve azıcık gülümseyelim derim naçizane.

“Bir çay koy da içelim hanım” demek için bile olsa, evlenmeyi düşünüyorum.
Ama bu sefer, “Kalk da sen koy çayı!” der diye, vazgeçiyorum hemen evlilikten.

Böyle belirtmiş duygularını bu dertli kardeşimiz. Bir başkası, sanki mutlu bir evliliğin şifresini çözmüş gibidir. O da der ki, “Erkeği mutlu etmenin dört yolu vardır: Bir, karnını iyice doyur… İki, uzaktan kumandayı ver eline… Üç, çayını demleyip önüne koy… Dördüncüsü de, bu arada sakın ola yanına yaklaşma!…”

Evliliği şansa bırakanlar da vardır. Yani, şöyledir durum: “Evlendikten sonra erkek ve kadın, yazı-tura gibidir. Asla yan yana gelemezler. Ancak, önlü ve arkalı olarak, aynı para üzerinde hep beraberlerdir.” Yorum yok, her şey açık…

Ünlü yazar Oscar Wilde, olaya daha farklı bir açıdan bakar ve şöyle belirtir duygularını: “Erkek yorulunca evlenir, kadın da meraktan… Ama sonuç değişmez hiçbir zaman. İkisi de hayal kırıklığı yaşar…”

Nişanlılık evresi en güzel zamanlardır. Zira her iki gencin de başında kavak yelleri eser… Gezilir tozulur, daha sonra asla hiç tutulmayacak eller sıkıca kavranır, yine sonradan söylenmeyecek aşk sözcükleri art arda sıralanır nişanlılık süresince…
Erkek nişanlısının üzerine titrer adeta. Onsuz geçen her dakikayı yaşanmamış sayar… Peki ya sonrasında ne olur? Onu da demiş zaten birileri: “Nişanlıyken, ayağı taşa çarpsa kızın, “Ah canım iyi misin, canın acımadı ya!…” denir. Ama evliyken, “Kör müsün, önüne baksana!” olur.

Genç kız dert yanar arkadaşına: “Ben evlenmeyi düşünmüyorum Arzu.”
Arzu, yanıtlar biraz da öfkeyle: “Saçmalama. Deli misin? Tabi ki evleneceksin! Zira hiçbir erkek cezasız kalmamalı!…”
Bu neyin intikamıdır anlamadım…
Anlayan varsa da beri gelsin.

İki erkek arkadaş sohbet etmekteler.
Evliliğin kitabını yazdığını düşünen, daha tecrübeli ve evli olanı konuşur, “Hani sen işimi sevmiyorum ve bir türlü işe gitmeyi canım istemiyor diye, hep dert yanıyordun ya!… “Evet…” Bence sen hemen evlen kardeşim. Bak o zaman, işe gitmek için nasıl da can atacaksın.”
“Gerçekten mi?”, “Kesinlikle!…”

Bilmem katılır mısınız?

Centilmen olmak, her erkeğin özünde olmalıdır bence ve vardır da inanıyorum. Ancak şöylesini hiç düşünmemiştim: “Eğer bir erkek karısına arabanın kapısını açıyorsa, emin olabilirsiniz ki, arkadaşın ya arabası yenidir, ya da karısı.”

Size desem ki, “Bir kadını ağlattıktan sonra, kendini hiç düşünmeden ateşlere atan tek varlık nedir?” Büyük ihtimalle, “tabi ki kocasıdır” diye yanıtlarsınız. Ama değil işte… Soğandır…”
Nasıl yani? “Öyle”.

Gülmece kelamların sonuncusu evlilikle alakalı değildir. Bu tamamen kadın fıtratıyla ilgili bir durumdur değerli dostlarım. Buyurunuz.

“Kadınlar neden futbol oynamak  istemezler sizce? Çünkü onbir kadın aynı forma ya da aynı elbiseyi giyerek, bir arada duramazlar da ondandır neden…”

Dış görünüm, giyim kuşam, makyaj ve imaj, bilindiği üzere hanımlarımızın kırmızı çizgileridir. Kimse kimseye benzemek istemez. Bir başkasının giydiğini de giymek istemez. O, tek olmalı, farklı olmalı…

Herkes kendine özel ve güzeldir.
Dedik ya, bu bir kadın fıtratı.

Oysa biz gariban erkeklerin  yoktur böyle dertleri. Ayağına giyer bir pantolon, üzerine ya bir tişört ya da gömlek tamamdır her şey. İsterse aynı gömleği ve pantolonu otuz kişi giysin, hiç de ipinde olmaz erkeğin. Eee ne yapalım bizim de fıtratımız böyle. Şikâyetçi de değilizdir yani halimizden. Bazen bir haftalık sakalla bile dolaşırız da, adına kirli sakal diye bir moda uydururuz. Tabi sözlerim bütün hemcinslerime değil. İçimizde dış görünümüne dikkat eden çok kişi vardır mutlaka. Adına da “Metroseksüel” mi ne diyorlar bilmiyorum. Ama ben bir ekseriyetten söz etmekteyim yani anlayacağınız.

Fıtrat, yani yaradılış özelliği dedik ya…
Şimdi bütün erkek kardeşlerime soruyorum: Siz, onbeş santimlik bir topukla, gün boyu rahatça dolaşabilmenin ve de her gün bıkmadan usanmadan en az yarım saat, ayna karşısında makyaj yapmanın zorluğunu bilir misiniz veya siz aynını yapabilir misiniz?
El cevap: “Vallahi bilmeyiz ve de öyle bir şey kesinlikle yapamayız hiç.”
(Tabi bu benim düşüncem.)

Kendimi de dâhil ederek diyorum ki, gerçekten çok zor bir durum. Ben yapamam asla. O nedenle bütün hanımları yürekten kutluyor ve saygı duyuyorum.
İşte fıtrat farkı ve özelliği dememdeki kasıt budur özetle…

Evliliğin bir başka tarifi daha yapılmış kimilerince ve denilmiş ki: “Evlilik, her zaman uyum içinde olmak demek değildir. Sana uymasa da, bazen eşe uyum sağlamaktır evlilik. Hatta bazen ona katlanmak, çokça sabretmek ve birçok şeyi görmezden, ya da duymazdan gelmektir.” Ben katılırım ama sizi bilmem tabi. Bu bir yerde, üç maymunu oynamak gibi bir şey olmuş. Yani, görmedim, duymadım ve bilmiyorum…
Hani her şeyin hayırlısı istenir ya Allah’tan… Bu hal, en çok evliliklerde geçerlidir sevgili arkadaşlarım. Tam gönlünüze göre birine denk gelirsiniz, cenneti bu dünyada yaşarsınız. Ama bazen de evlerden uzak öyle biri çıkar ki karşınıza, cennet dünyanız cehenneme döner o zaman da. Yaşamınız azap olur sanki. İşte ona sebep denir ki hep, “Allahım sen benim içinde, onun içinde en iyisi, en doğrusu ve en hayırlısı neyse o olsun.”
Bilge insan La-Edri der ki bu mevzuda: “Hayat, insanı bazen öyle bir noktaya getirir ki, sözgelimi senin kimseye zararın olmamıştır. Ama sen ziyan olmuşsundur bu arada.” Çok çok doğru…
Fakat bunu en baştan bilemezsiniz ki…
Zira denir ki, “İnsanın alacası içinde gizlidir.” Yani, ancak cevizi kırdıktan sonra içini görürsünüz. Dıştan anlaşılmaz pek…
Bunu da yaşadıkça görürsünüz. Tabi çoğu zaman da her şey için çok geç olabilir. Yoğun pişmanlıklar duyulabilir.
İşin en doğrusu, karşılaştığı takdirde, herkese mutlu olabileceği ve de mutlu edebileceği kişilerle evlenmeyi dilerim. İnşallah… Bu bir temennidir.

Evlilik bana göre nasıl bir şeydir biliyor musunuz? Bir elma gibi olabilmektir.
Yani elmanın bir yarısı oysa diğer yarısı da sen olmaktır evlilik…
Paylaşmaktır her anı, geceleri üstünü örten birinin olmasıdır, bir bardak çayın sıcaklığında sohbet edebilmektir biriyle.
Güldüğünde mutluluğuna ortak olan birilerinin olmasıdır evlilik. Adını duyduğunda, sol yanının daha bir farklı atmasıdır belki de. Ya da elini eline aldığında, güven, huzur ve sonsuz bir hazzın duyumsanmasıdır ne bileyim.
Ama sadece iki kişinin hissedebildiği…

Hani şöyle bir dua ve dilek vardır ya, “Seni, dilimden yüreğime düşürene hamdolsun.” Ne güzel bir temennadır. Ya da, “Eş diye yazmadığını, aşk diye karşıma çıkarma Allah’ım.” Eyvallah!

Evet, aile olabilmenin ilk ve en önemli şartı ve adımı olan, evlilik ve izdivaç halleri üzerine kurguladığım bugünkü yazımı, yine çok güzel ve mana derecesi yüksek olan bir kelamla bitireyim istiyorum.
Büyük İslam âlimi ve düşünürü Şems-i Tebrizi Hazretleri buyurmuş: “Ey sevgili, keşke sen ben olsan, seni sevmenin ne kadar zor olduğunu anlasan ve keşke ben de sen olsam, bu kadar sevilmenin tadını çıkarsam diyorum.”

Bilmece gibi ama çok derin anlamları olan bir söz. Umarım beğenmişsinizdir.

Bir sonraki yazımızda buluşuncaya kadar, her şey tam da olmasını arzu ettiğiniz gibi olsun istiyorum.
Sağlıkla, huzurla, mutlulukla, saygıyla ve sevgilerimle kalın her daim değerli arkadaşlarım ve kıymetli dostlarım. Allah’a emanet olunuz.

 

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.