Dolar 32,5048
Euro 34,8223
Altın 2.477,06
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kilis 28°C
Parçalı Bulutlu
Kilis
28°C
Parçalı Bulutlu
Per 24°C
Cum 24°C
Cts 24°C
Paz 25°C

Gizli Örgütün Sırrı

Gizli Örgütün Sırrı
A+
A-
19.12.2014
708
ABONE OL

Ahmet ELMALI

 

Sayın okurlarım;

Zaman zaman elime olayları Kilis’te geçen ilginç hikâyeler geçmektedir. Bunların kaybolmasını istemediğim için sizlerle paylaşmak istedim. Hikâyelerde Kilis’i anlatan anılar, mekânlar, tarihi bilgiler geçmektedir.

Şimdi sizlere Şevket BULUT’tan “GİZLİ ÖRGÜTÜN SIRRI” adlı hikâyeyi sunuyorum:

***

27 Mayıs 1960 İhtilali’nin üzerinden birkaç gün geçmişti. Sabahleyin evlerinden çıkanlar, bütün cami kapılarında, önemli cadde köşelerinde; duvarlara yapıştırılmış koca koca yazılar gördüler. Bu yazılarda, “Ölünceye kadar, ihtilale karşı direneceğiz”, “Bütün Kilisliler ihtilale HAYIR diyor”, “Ordu kışlasına geri dönsün”, “Menderes ve ekibi, birer kahramandır” sloganları yazılıydı. Kadı Camisi civarında, Cumhuriyet Caddesi’nin en dar noktasında, beyaz bir bez üzerine “Oluk oluk kan akıtılmasını istemiyoruz” yazısı hemen dikkat çekiyordu…

Bir anda, koca Kilis ilçesi dalgalandı. Birçok insan, “Aman çamur üzerimize sıçramasın!” düşüncesiyle; evlerine kapandılar. Daha önce uygulanan “Sokağa çıkma yasağı” zaten insanları oldukça tedirgin etmişti. Herkes, bir ikircim içindeydi. “Sonumuz neye varacak?” düşüncesi, bütün yüzlerde okunuyordu. 27 Mayıs İhtilali’ni candan alkışlıyanlar da vardı, açıktan açığa karşı çıkanlar da… Ama ihtilal; yurdun hiçbir yerinde, büyük bir tepkiyle karşılanmamıştı. Çünkü Türk Devlet geleneğinde, devlete isyan etmek; uygulamalarına karşı çıkmak yoktu. İkinci Ordu Komutanı Ragıp Gümüşpala’nın başlangıçta olumsuz bir davranış içinde olduğu söylentileri yayılmış; sonunda, ondan da bir ses çıkmamıştı.

Kilis caddelerinde, duvarlara yapıştırılan bu yazıların altında, yeşil koca harflerle “KİLKO”  sembolü, ne anlama geliyordu?… Yoksa bu hareket, yeraltında kurulan; gizli çaba harcayan bir örgütün adı mıydı? Bu basit, gibi görünen hareket devlet yöneticileri tarafından çok ciddiye alındı. Emniyet Amirliği, İlçe jandarma Komutanlığı, Kaymakamlık görevini vekil olarak yürüten subay, üst makamlara telefon ve telsizlerle haber verdiler. Gaziantep’ten, Ankara’dan olayı soruşturmak üzere gizli elemanlar gönderildi. Soruşturma, derinlemesine çok yönlü olarak hızla sürdürüldü. Olayı aydınlatmak için, özel bir ekip kuruldu. Halkın arasına, sivil polisler salındı. Gazeteci Nuri Günal, “Genç Kilis” adında yöresel bir gazete çıkarıyor, davetiye, el ilanları gibi basılı evrak işleri de yapıyordu. İlçede matbu harflerle yazı yazacak, el ilanı basacak başka matbaa yoktu. Baskı tekniği ve harf stilleri de adı geçen matbaanın çalışmasına benziyordu…

Önce, ifadesi alınmak üzere, Emniyet Amirliğine gazeteci Nuri Günal çağrıldı. Nuri Günal kemiğini kemirtmeyen, cesur çıkışları olan, gözü pek gazeteciydi. Nuri Günal’dan matbaada çalışan işçilerin isimleri öğrenildi. Gazete idaresinin anahtarlarının, kendisinden başka, kimde olduğu belirlendi… Dizgi ve baskı işinin başında Mürettip Sırık Ahmet vardı. Bütün belirtiler, Mürettip Ahmet çevresinde yoğunlaşıyordu, onu gece yarısı evinden alıp; Emniyet Amirliğinin gizlice çalıştıkları odaya götürdüler. Sırık Ahmet, salak tipli, uzun boylu, zayıf, oldukça ürkek bir köylü çocuğuydu. Konuşurken, kekeme olduğu     için, başını geriye doğru atıyordu. Kelimeler ağzından çok zor çıkıyor, sık sık da tekliyordu… Onu, biraz korkuttular. Sürgüne göndermekle, ömür boyu cezaevinde yatmakla korkuttular… Biraz da sağını-solunu Amirliğin demirbaş sopasıyla okşadılar. Mürettip Sırık Ahmet, bir saatin içinde şakıyan bülbül kesildi,      “Siz sorun, ben cevap vereyim!” diye cevap verdi. Soruşturmayı yürüten Kurmay Yüzbaşı, Mürettip Ahmet’e, en çok merak ettiği soruyu sordu:

– Bu, “KİLKO” birleşimi, neyi ifade ediyor Ahmet?

– “KİLİS KURTULUŞ ORDUSU” anlamına geliyor Komutanım…

Kurmay Yüzbaşı, hop kalkıp, hop oturdu. İyice heyecanlanmıştı:

– Yani siz, Kilis’te: silahlı ve gizli bir örgüt mü kurdunuz? Bu kuruluşun asıl amacı nedir? Başka il veya ilçelerde de uzantısı var mıdır?

– 27 Mayıs 1960 İhtilali’ne karşı çıkmak, Demokrat Parti mensuplarını yeniden iktidara getirmek istiyorduk. Dayılarımız, amcalarımız, babalarımız, ağabeylerimiz tutuklanıp Sivas’a gönderildiler… Halen, Sivas cezaevinde tutuklu olarak bulunuyorlar. Peki, bu örgütün kayıtlı üye sayısı tahminen kaç kişi oluyor?

Mürettip Sırık Ahmet, “Acaba bu soruya, nasıl bir cevap versem?” diye uzun uzun düşündü. Çünkü kendisi de işin iç yüzünü parlak kartonlara dizip basmıştı… Ortada bir örgüt var mıydı? Lideri kimdi? Nerden bilsindi? Aldığı parayla köyde yolunu bekleyen dul anasına entarilik, bir ipekli seccade, Medine işi beyaz bir tülbent almayı düşünüyordu…

Kurmay yüzbaşı, Mürettip Ahmet’in suskunluğunu bozmak istedi:

– Konuşsana oğlum, bu örgütün lideri kim?

İhsan Kayabaşlı adında, Sanat enstitüsü mezunu bir arkadaş… Ben, dizgi ve baskı işlerini ondan aldığım emirle yaptım. Karşılığında, hak ettiğim parayı da aldım…

– Peki, diğer önemli kişiler kim?

– Apalak Yaşar, Müezzin Nihat, Şahmaran Hasan, Körükçü Sabit, Berber Deli Halil, Terzi Korkmaz Kın ve birkaç kişi daha var ama adlarını hatırlamıyorum… Hepsi de benim yaşımda gençler…

Kurmay Yüzbaşı; Mürettip Ahmet tekleye tekleye ad sayarken, önündeki deftere acele acele bazı notlar alıyordu. Özel bir araç gönderilip; gece yarısı, belirlenen kişiler, getirilip; ayrı ayrı odalara kapattılar. Teker teker ifadeleri alındı. Görevli polis ve subaylar, perde arkasındaki işin asıl elebaşlarını merak ediyorlardı. Evlerinden toplatılıp getirilen ve ayrı ayrı odalara kapatılan gençlerin, pek önemli anlattıkları bir şey yoktu. Olay hem çok acemice, hem de çok profesyonelce yapılmış gibi görünüyordu… Gözlüklü Apalak Yaşar, İhsan Kayabaş, lise ve sanat enstitüsü mezunuydular. İşin ilginç yanı, emniyet amirliğine getirilen gençlerin hepsi de Demokrat Partili ailelere mensup kişilerdi.

Gözlerini ovalıya ovalıya konuşan Şahmaranoğlu Hasan, “Benim bu acemi çaylaklarla bir ilişkim yok! Oto tamirciliği yapan, kendi halinde bir insanım. Politikayı da politikacıları da sevmem! Buraya yanlış ihbar sonucu getirildiğimi sanıyorum” demişti. Orta boylu, şehla bakışlı, esmer benizli Müezzin Nihat Ferah’ın çıkışları, daha sert, daha cesurcaydı: “Düşünce olarak ihtilal yapılmasına karşıyım. Ordu bir kere kışlasından sokağa dökülmeye alışırsa; bir daha kışlasına göndermek çok zor olur. Arap devletlerinde olduğu gibi, ihtilal yapma geleneği başlar. Ama benim bu gizli örgütle hiçbir ilişkim yok! Şıh Camisi’nde müezzin olarak görev yapıyorum. Din adamının politikanın içinde aktif rol almasını da doğru bulmam! Böyle bir riskli işe bulaşacak kadar da akılsız değilim!” şeklinde ifade vermişti.

Diğer gençler, ser veriyor, fakat sır vermiyorlardı. Ankara Milli Birlik Komitesi Genel Sekreterliği’nden, konu hakkında, telefonla sık sık bilgi isteniyordu. İlçedeki bürokrat ve politikacıların hepsi de tedirgindi. Galiba en doğru teşhisi, Gazeteci Nuri Günal koymuştu: “Bana kalırsa, bu konu çok önemsenecek bir konu değil! Birkaç maceraperest genç, sırf isimlerini gündemde tutmak, biraz da meşhur olmak için, böyle bir olaya yeltenmişlerdir. Kilisliler akıncı ruhuna sahiptirler. Nerde, ne yapacakları bilinmez! Kaçakçılığı bile macera kabilinden yapıyorlar. Göreceksiniz, bu işin sonu fos çıkacak!”

Gençler teker teker sorgulandılar. Kaba yerlerine sopa vurup, biraz okşadılar. Fakat duvarlardan ses çıkıyor, onlardan çıkmıyordu. Kurmay Yüzbaşı, geniş bir salona gizlice, bir ses alma cihazı yerleştirdi: “Bunların hepsini bir arada tutalım, seslerini dinleyelim. Belki bir ipucu yakalarız” diye düşündü.

Planı uygulamaya koydu. Yedi kişiye özel çay demleyip, birer bardak ikram ettiler. Şahmaranoğlu Hasan çok sinirliydi. Mürettip Ahmet’in üzerine yürüdü:

– Ulan zeytin sırığı, diye bağırdı: Önce seni içeri almışlar. Arkadaşların adlarını Yüzbaşı’ya sen vermişsin! Benim sizinle uzaktan-yakından bir ilgim var mı? Bu yazı yazmalar, pankart asmalar da nereden çıktı? Koca Türk Ordusuna kafa tutmak da ne oluyor? Bizim kanımızdan-canımızdan bir parça olan bu orduya kafa tutmak bizim geleneğimizde var mı? Bu saçma düşünce hanginizin kokuşmuş beyninden çıktı?.

Mürettip Ahmet, “Be, be, be, ben!…” diye kekeledi. Sözünün gerisini getiremedi. Çok korkmuştu. En fazla da onu sıkıştırmışlardı. Kemikleri sızlıyordu. Daha önce hiç polis-karakol görmemişti. Saf bir köylü çocuğuydu. Kangalsı fazla, biraz da gözü küllüydü. “Beni hapse atacaklar!” diye soğuk soğuk terliyordu. Bu işe bulaştığına itten pişmandı.

Onları, öbür odadan dinleyen Kurmay Yüzbaşı’nın yüzü gülmeye başladı. “Bizim şark bülbülleri şakımaya başladılar” diye mırıldandı.

Müezzin Nihat, cin gibi bir gençti. Şaşı gözünü kapattı, alın dudağını şapırdattı, cebinden bir kâğıt çıkarttı. Üzerine bir şeyler yazıp; arkadaşlarına teker teker okuttu: “Alıcı cihazıyla bizi dinliyorlar! Dikkatli olun!” Yazıyı okuyan gençler, dut yemiş bülbül gibi oldular. Salondan, ses-soluk çıkmaz oldu.

Apalak Yaşar, “Benim uykum var!” diyerek, mozaik döşemenin üzerine uzandı. Kayabaşlı İhsan cebinden bir defter çıkarmış bir şeyler yazıyordu. Şahmaranoğlu Hasan, ona doğru yaklaştı, “Ne yazıyorsun oğlum İhsan?” diye kulağına fısıldadı… İhsan, duyulur-duyulmaz bir sesle, “Bizim buradan kurtulmamız için bir tek yol var!” dedi: “Bir liste yapıyorum; sabahleyin, hepimizi de serbest bırakırlar…”

Listesini hazırlayan Kayabaşlı, kilitli salon kapısına hızlı hızlı vurmaya başladı: Açın kapıyı!… Büyük açıklamalarda bulunacağım: Çabuk, açın kapıyı! Eyyy, polis ağabeyler, ölüm uykusuna mı yattınız?…”

Sesi duyan polisler, salon kapısını açtılar. Kayabaşlı İhsan, kurmay yüzbaşıyla görüşmek istediğini söyledi. Yüzbaşı oldukça heyecanlıydı:

– Bana, ne anlatacaksın delikanlı?

– Bizler, bu örgütün ayak takımındanız. Asıl ela başlarımızın listesi, ahacık şu kâğıtta yazılı…

Kayabaşlı, yirmi beş kişiden oluşan listeyi kurmay yüzbaşıya uzattı. Kâğıtta, Kilis’in ileri gelenlerinden yirmi beş köklü aileye mensup insanlar yazılıydı. İşin çok ilginç yönü, liste yapılırken; DP’li ve CHP’liler arasında karma liste yapılarak, zengin ve hatırlı kişiler seçilmişti. Kayabaşlı İhsan, “Biz yeterince dayak yiyip, acı çektik. Biraz da yatağında mışıl mışıl uyuyan soylular hırpalansın!” diye pis pis gülümsüyordu…

Sabahın çok erken saatlerinde, Karataş tepesini güneşin ilk ışıkları yalarken; önemli olay, İlçede bomba etkisi yaptı. Gece yarısı, Kilis’in tanınmış ailelerine mensup sayısız kişinin tutuklanıp; Emniyet Amirliğinde sorgulamalarının yapıldığı çevreye yayıldı. Herkes, kendinden korkuyordu, arabası olanlar Gaziantep ve Adana’ya kaçmayı kurtuluş saydılar. Herkes korkuyor ve birbirinden şüpheleniyordu. “KİLKO”nun “Kilis Kurtuluş Ordusu” olduğu bütün ilçeye yayılmıştı. Söylentilere göre, bu orduya mensup olan on bin kişi olduğu ileri sürülüyordu. Bu kurtuluş ordusunun, çevre il ve ilçelerde önemli yandaşları bulunduğu hızla yayılıyordu. Söylenti ve dedikodular çok çeşitliydi:

Bu kurtuluş ordusunun lideri, daha önce ordudan atılan Nihat Başta’ymış… Müezzin Nihat, bütün halkı ve öğrencileri, bu örgüte kaydettirmiş! Şahmaranoğlu Hasan, örgüte Suriye’den silah getirmiş!… Kayabaşlı İhsan, Mısır’dan bol miktarda para temin etmiş!… Bu Kurtuluş Ordusu, yönetimi ele geçirip; Menderes ve ekibini yeniden işbaşına getirecekmiş… Bu silahlı örgütü, Amerika Hükümeti de destekliyormuş…

Uykulu gözlerle, Emniyet Amirliğinde sabahlayan bazı hatırlı Kilisliler, şaşkınlık içindeydiler. Herkes merakla, birbirlerinin yüzüne bakıyordu. Tutuklular arasında hukukçular, doktorlar, tüccarlar, önemli işadamları da vardı. Yüzbaşı teker teker ifadelerini aldı. O da şaşkınlık içindeydi: Olay, bazen çok büyük çaplı, bazen da çok basit, çocukça bir çehreye bürünüyordu… Tutuklular, aralarında bir konuşmacı seçip; gençlerin yanına gönderdiler. Temsilci, gençlerle uzun uzun konuştu. Fakat hiçbirisi, gerçeği tam olarak anlamıyordu. Sonunda, Şahmaranoğlu Hasan şöyle dedi:

– Üç-beş kafadan kontak genç, Mürettip Sırık Ahmet’i kandırmışlar… Bazı yazılar hazırlayıp, duvarlara asmışlar… Bez üzerine de bazı sloganları boyayla karalamışlar… Sonra da caddeye boydan boya asmışlar. Ne örgütün aslı var, ne kurtuluş ordusunun… Peki, bizim Emniyet Amirliğinde işimiz ne? Niçin gece yarısı evlerimizden alınıp da buraya kadar getirildik?

O düşünce de Kayabaşlı İhsan’ın başının altından çıktı… Bizleri kurtarmak için, sizleri yem olarak kullandı. ‘Bizler, yeteri kadar eziyet çektik… Kilisli zenginleri, bu işe bulaştırırsak belki kurtulmamıza yardımcı olurlar’ diye düşündü…

Temsilci, geri arkadaşlarının yanına döndü. Bir yüzü gülerek, bir yüzü ağlayarak, konuyu özetledi. Yüzbaşıya, söylelenleri aktardılar. Yüzbaşı olayın bu kadar basit olacağına bir  türlü inanamıyordu. “Bu işin de, gizli bir hainlik var!” diye düşünüyordu…

Evlerinden toplanan yirmi beş kişiyi geri bıraktılar. Sorgulama, birkaç gün daha devam etti. Bakıldı ki, ortada ne örgüt var; ne de kurtuluş ordusu… Üç-beş genç, oturup böyle bir oyun düzenlemişler… Tek amaçları sansasyon yaratmak!… Halkın dikkatini üzerlerine çekmek!… Daha doğrusu: birer ucuz kahraman olmak…

Kayabaşlı İhsan, Apalak Yaşar ve Müezzin Nihat’ı “siyasi suçlu” olarak; yargılanmak üzere Sivas Cezaevine gönderdiler. Diğer gençleri de biraz öğütte bulunarak, biraz göz  ağartarak geri salıverdiler…

Şevket BULUT

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.