Hareketli İl Kilis’e Kavuşma İstemi
Selahattin ÇOLAKOĞLU
Siyasi hukuk, ülkenin mülki yönetim dağılım kurallarını saptar. Mülki yasa da saptanmış kurallara uygun yerleşim birimlerinin türünü saptar. Bu yerleşim birimlerinin birbirlerine olan sınırlarını belirler. Yasa, devletin Büyük Millet Meclisi tarafından konur, uygulama hükümetçe yapılır. Sonuç olarak, bir yerin hangi yönetim birimi olduğu ya da olacağı politik kurumlar tarafından belirlenir. Zamanın Büyük Millet Meclisi’ne bağlı Hükümet, tarafsız, objektif ve tutarlı ise, yerelin saptanmasında bazı siyasi ve çıkar çevrelerin etkisine girmemişse, bilimsel- ekonomik toplumsal ve yasal kurallara uygun saptamayla, aksine bu kuralların ötesinde, bazı siyasi ve ekonomik çıkar çevrelerinin itimine uygun davranış, başka türlü oluşumlar ve yöreler oluşturur.
Önemle belirtmek istediğim, Türkiye ve Ulusumuz, etrafımızdaki devletlerin, husumet ve kıskançlığını aşamamışızdır. Bu komşularımız arasında Kilis’imizin sınırdaşı olduğu Suriye, ayrı ve izahı zor ve garip bir komşuluk ve dost olamamanın davranışlarını sergiler. Demokratik ve çağdaş yönetime geçemeyen yönetim, bir tür diktayı yönetim türü olarak tutan Suriye Cumhuriyet’inin yöneticileri, Türkiye’ye potansiyel bir tehlike gözü ile bakmakta ve Türkiye’den Hatay toprakları üzerinde hak alma iddiasındadırlar. Oysa ticari, ekonomik, kültürel işbirliği, gönül birliği içine girilse, iki tarafın sayılamayacak çok ve büyük yararları olacağı kesindir. Bu politik atmosfer oluştuğunda Kilis, refah-bolluk ve kalkınmışlığın zevkine ve mutluluğuna ermiş olur.
Türkiye yönetimi, bu olgunun yanı sıra, Ortadoğu ve Güney sınır komşularının dostluk ve desteğine gereksinim duymaya zorunludur kanısındayım. Çünkü bölgenin güçlü ve çağdaş ülkesi olan Türkiye, bölgenin lider ülkesi olma zorundadır. Bu zorunluluk, birçok meselenin ihmalini ve unutkanlığını taşıyamaz. Suriye ile olan devlet ilişkimiz de bu ölçekli olmalıdır.
Kilis il statüsüne geçirilirken, yukarda belirlemeğe çalıştığım yapı ve durum, politik ve siyasi yaklaşımın temel ölçeği olmak zorundaydı. Ama ben, Kilis il yapılırken bu ölçeğin düşünülmediği kanısındayım. Sanıyorum, politik ve siyasi çıkar yaklaşımıyla Kilis il statüsüne alındı. 1995’te MHP’li Kilis Belediye Başkanı, partililerinin çıkarlarına tam hizmet veremediği ve menfaat sağlayamadığı nedeniyle, makamında vurularak öldürüldü. Bu nedenle Kilis’te, belediye ara seçimi yapılması yasal zorunluluktu. Zamanın Başbakanı Tansu Çiller, kendi parti adayının seçimi kazanabilmesi için, alelacele Kilis’i il yapan yasayı TBMM’den geçirtti ve Kilis il ilan edildi.
Oysa Türkiye, Güneydoğu bölgesinin dengesi bakımından, Atatürk’ün
saptadığı ilkeler doğrultusunda, etkin devlet olmanın birinci ve önemli ilkesi, sınır boyundaki kentlerin, ekonomik ve kültürel olanakları üstün kentler statüsüne getirilmek zorunludur. Kilis, bu anlamda tarihsel geçmişiyle, yaşam deneyimleriyle, Güneydoğunun önemli bir kavşağıdır. Suriye, gelişmenin ve güçlenmenin Türk komşusu ile iyi ilişkide olduğunu kalkınmış ve gelişmiş Kilis’le kolayca ve hızlı olarak anlayacaktır. Kilis, mantık bilimini geliştiren bir kent olarak tanınırken, sınırın getirdiği ekonomik çıkmaz. “kaçakçılık”la yaşma zorunda kalmıştı. Ve böylece, Mantık ve bilim kenti Kilis, “Kaçakçı Kilis” adını taşıma zorunda
bırakılmıştır. Bu ayıp Kilis’in değil. Türkiye’yi yönetenlerin, Türkiye ekonomisini gereksinim duyulan mallardan yoksun bırakan ve Kilis’i kıskaç içinde bırakan siyasilerin ve bürokrasinin ayıbıdır…
Kilis’i değerlendirirken, 1921 Ankara sözleşmesi ve toplumsal, ekonomik
ortam gözden kaçırılmamalıdır. 1921’den önce yakın geçmişte Kilis, bir sancak beyliği idi. Çin’den, Hindistan’dan başlayıp. Ortadoğu’ya ulaşan kervan yolu, ‘ipekyolu’ Anadolu’dan Kilis’i geçerek Halep’e ulaşırdı. 1921’den önce Kilis sancağına bağlı 600’den fazla yerleşim birimi vardı. Ankara Antlaşması ile bu yerleşim birimlerinin 400’den fazlası Kilis Halep Arasında Suriye’ye bırakıldı. 192l’den sonra bu 400 yerleşim birimi Suriye sınırlarında kaldı. Ve Kilis bunlardan yoksunlaştı. Bu yoksun bırakılışın, sadece Suriye sınırının belirlenmesiyle olan kısmı. Sonra Gaziantep’in il
olmasıyla kalan 200 yerleşim biriminin 100 den fazlası Oğuzeli ilçe yapılırken, son olarak da 1945’te il merkez ilçesine 12 Kilis köyü Kilis’ten alınıp merkez ilçeye bağlandı. Kilis, yoldan yoksunlaştırılmakla kalınmadı, Suriye sınırına sıkıştırılıp, üzerindeki 600’den fazla köy yerleşim biriminin 500’ünden de yoksunlaştırılmış oluyordu!…
1921’den sonra Kilis, dar ekonomi ve ha türlü olanaktan yoksun, yalnızca
tarımla uğraşan bir yerleşim birimi haline getirilmiştir. Geçmişte bilim ve sanayi kenti olan Kilis, bir ortaokulu olan ve sanayi birim ve atölye ve tezgâhları da kayıp olan, “Gelişemeyen Kilis” olmaya mahkûm edilmiştir.
1930’lu-40’lı yıllar benim çocukluk yıllarıma rastlar, o tarihte tarımın
büyük bir bölümünde sanayi ham maddesi olan bitkiler yetiştirilirdi. Bu tarımın yetiştirdiği sanayi hammaddesi bitkiler, gelişmiş atölye ve tezgâhlarda işlenirdi. Bunlar arasında pamuk ve tekstil dokuma sanayi olmak üzere, ipek üretimi ve ipek böcekçiliği, zengin bir üretim dalıydı. Kilis ipek ve ipek dokumacılığı, Kilis pamuk ve pamuk dokumacılığı, Kilis dokumaları ve Kilis bezi olarak çok tanınmıştı. 250’nin üstünde dokuma tezgâhı vardı. Zeytin ve zeytine dayalı yağ sanayi çok ağırlıklı bir üretim dalıydı. Yine zeytinyağı, sabun sanayi çok gelişmişti. Üzüm ve üzüme dayalı pekmez ve helva sanayi de oldukça gelişmiş olarak Kilis’i zenginleştirir ve tanıtırdı. Yine sanayi hammaddesi tarım ürünü olarak susam (küncü), ileri bir tarım türü olarak Kilis’te yetiştirilmekteydi. Susam, tahin ve tahine den üreyen helva (tatlı) Kilis’e büyük maddi gelir sağlardı.
Kilis ipeklisi de uluslararası ün yapmıştı. Kilis ipeği aranan bir üründü. Kilis pamuklu dokumaları uluslar arası aranan değerli bir tekstil ürünüydü. Yetişen küçükbaş ve büyükbaş hayvanların derileri işlenir ve tanınmış bir deri sanayi (dabbaklık) de Kilis’te yerini alırdı.
Yukarıda kısaca değindiğim hammaddesi tarımdan edinilen tekstil ve deri sanayisinin yanı sıra toprağın hammaddesini oluşturduğu “Fahrecilik” yani toprak sanayi de vardı. Bu sanayi dalı, evlerde ve işyerlerinde kullanılan alet ve edevatı topraktan üretirdi. Topraktan çanak-çömlek-testi-ateş mangalı-yemek kapları gibi gereksinim duyulan eşyaları yapar ve üretirdi. Bütün bu saydığım sanayi dalları, Kilis’te iş yeri yaratır ve işsizliği önlerdi. Bu uğraş ve üretim yerleri, 1940’lı yıllardan sonra politik ve ekonomik yanlışlar sonu, birer birer azaldı ve yok olup gitti.
Bu sanayi ve kültürel varlığı, şimdi yeniden var etmenin gereği Kilisli olmanın yani bizim, geçmişimize olan ciddi bir borcumuz olduğu kanısındayım.
Dedelerimiz bizlere, tarımcı Kilis’i bırakmadılar. Sanayi ve bilim diyarı Kilis’i bıraktılar. Şimdi biz, güdük gelişmemiş organize sanayi bölgesi dediğimiz ve içinde iki-Uç atölye bulunan çarşıyla yetinmeyi içimize sindirmeye çalışıyoruz.
Şimdi bir de geliştirilmesi zorunlu hale gelen Kilis’in, eskiden bağlı bulunduğu Gaziantep İline bir göz atalım. Gaziantep, üçüncü ağır sanayi bölgesini yüzlerce fabrikalarla doldurdu, dördüncü sanayi bölgesi etüt ve yapımı çalışmalarını sürdürüyor!…
Sanırım, Kilis-Gaziantep diyalogu gelişen Gaziantep sanayinin yan
dallarından bir bölümü kalkınmada öncelikli il olan Kilis’te kurulabilir.
Gaziantep’le ekonomik ve toplumsal diyalog, doğal yaşam olarak, her
zaman olmuştur. Benim üzerinde durmak istediğim diyalog, planlı ve bilinçli diyalogdur. Büyüyen Gaziantep kenti, Kilis’in kuzey doğusundaki Kefiz Boğazı denen tepelik-dağlık geçit geçilerek gidilen ‘Antep-Kilis eski yolu’ Küçük Kızılhisar’a inen yol, Kilis-G.Antep uzaklığını 30 kilometreye indiren yoldur. Bu nedenle, Kilis’in kuzey doğusunu çevreleyen tatlı meyilli dağlık yer üzerinde kurulacak bir sanayi ünitesi, örneğin bir Sağlık turizmi Gaziantep – Kilis müşterekliğini kolayca sağlayabilir.
Bu öneri ve benzerleri, Kilis – Gaziantep halkı arasında konu olarak
belirlenip irdelenmelidir kanısındayım.
(Selahattin Çolakoğlu’nun “GAP’ın İki İli Kilis-Gaziantep” (2000) kitabından)