İslam ve Müzik

Mehmet YALVAÇ
İslam’da dini hükümlerin kaynakları: 1- Kitap (Kur’ an), 2- Sünnet, 3-İcma, 4- Kıyas.
İslam, dinin bütün hükümlerini kalbiyle inanarak kabul etmek, bu inancını diliyle de ifade edip gereğini yapmaktır.
Müslümanlık sadece bir inanç sistemi değil, aynı zamanda inancın gereği olan dini emirleri ve ibadet görevlerini yerine getirerek inandığını söz ve hareketleriyle göstermektir.
İslam dini, yükümlü olan insanlardan bazı şeyleri yapmalarını, bazı şeyleri yapmamalarını istemiş, bazı şeyleri de yapıp yapmamakta onları serbest bırakmıştır.
Dinin emrettiği şeyleri yapmak ve yasakladığı şeylerden sakınmakla yükümlü olan, ergenlik çağına gelmiş akıllı insana yükümlü (mükellef) denir. Ama ülkemizde genellikle anne ve babalar çocuklarını daha küçük yaşlarda iken camiye götürerek namaz kılmaya ve Ramazan ayında oruç tutmaya alıştırırlar.
İcma:
Buna icma-ı ümmet de denir. Sözlük anlamı bir şeyde ittifak etmek veya azmetmek demek olan ‘İcma’nın terim olarak manası şöyledir: Aynı asırda yaşayan müçtehit (din bilgini) ve Müslüman hukukçuların, herhangi bir şer’i hüküm üzerinde ittifak etmeleridir. Hukuki bir hüküm, Kur’an veya sünnetle kesin olarak sabit olmuş ise, icma, teyit edici bir özellik arz eder. Ancak Kur’an, sünnet, kıyas, örf veya diğer kaynaklardan birine dayanan hukuki bir hüküm mevcut olmasına rağmen, bu hüküm kesinlik ifade etmiyorsa, icma vaki olduğu zaman, söz konusu hüküm kesin hale gelir. Örneğin, büyük ananın mirasçılığı hadisle ifade edilen şer’i bir hükümdür. Fakat söz konusu hadis, kesin ilim ifade edecek kadar kuvvetli değildir. Sahabe hukukçularının bu hadisi esas alarak ninenin mirasçılığında ittifak (oybirliği) etmeleri bir icma olmuştur ve artık icma ile sabit olan bu hüküm, bütün hukukçuları bağlar. Bu nedenle İslam hukukçuları, icma’nın mutlaka bir delile dayanması gerektiğini ifade etmişlerdir ki icma’nın senedi, vechi veya müstenit (dayanan) de denen bu delil, Kur’an, sünnet veya bir başka şer’i delil olabilir. İcma’ya dayanan kararlar, bütün İslam hukukçularını bağladığı için, bunları sadece kazai (yargısal) yönden günümüzdeki içtihadı birleştirme kararlarına benzetebiliriz.
Tanımdan da anlaşılacağı gibi, icma’nın bir hukuk kaynağı olarak kabul edilebilmesi için bazı şartlar aranmaktadır. Bunları, icma’a katılanların
içtihat yapabilen İslam hukukçusu (fıkıh) ve Müslüman olmaları; o devirdeki bütün İslam hukukçularının ittifak etmeleri; icma’nın Peygamberin vefatından sonraya rastlaması ve icma’nın konusunu şer’i mesele hakkındaki görüşlerini açıklama keyfiyetine göre, icma iki kısma ayrılır:
A- Sarih (kavli) icma’dır ki, bütün İslam hukukçuları icma konusu şer’i mesele hakkındaki görüşlerini fetva veya hüküm şeklinde açıkça beyan ederek ittifak ederler. Bu çeşit icma’nın kesin olarak bağlayıcı olduğunda bütün İslam hukukçuları müttefiktirler.
B- Sükûti icma’dır ki, müçtehit hukukçuların bir kısmı görüşlerini açıklamasına rağmen, diğer kısmı sükût eder. Bu sükûtu zımni (üstü kapalı) muvafakat sayanlar (hanefiler gibi), bunu da icma kabul etmişlerdir. Diğer hukukçular ise (Şafii ve Malikiler gibi) susmayı zimni muvafakat olarak etmemişler ve ikinci kısmı icma’ya dâhil etmemişlerdir.
Bu konuda Yüce Allah 4 Nisa Süresi, Ayet 115, “Kim kendisine doğru yol belli olduktan sonra Peygambere karşı çıkar, müminlerin yolundan başkasına giderse onu döndüğü yolda bırakırız ve Cehennem’e sokarız. Orası ne kötü bir gidiş yeridir” buyurmuştur.
Peygamberimiz de, “Benim ümmetim sapıklık üzerinde birleşmez” buyurmuştur.
MÜKELLEFİN İŞLERİ
Mükellef olan insanların işleri:
1- Farz, 2- Vacip, 3- Sünnet, 4-Müstehap (Mendup), Emir ve yasaklardan olmayan, ancak yapılması makbul ve güzel olan. 5- Mübah, 6- Haram, 7- Mekruh, 8- Müfsin (bozan).
Biz bunlardan haram ve mekruhu açıklayacağız.
HARAM
Dinen yapılmaması kesin delil ile emredilen şeye denir. İnsan öldürmek, hırsızlık yapmak, anaya-babaya karşı gelmek ve içki içmek gibi…
Haramın yaptırımı: Haram olan bir şeyi yapan günahkâr olur, haramdan kaçınan sevap kazanır. Haram olan bir şeyi helal sayan ise dinden çıkar.
MEKRUH
Delil yönünden haram kadar kesin olmamakla beraber, yapılmaması istenen şeye denir.
Mekruh, tahrimi ve tenzihi olmak üzere iki kısma ayrılır.
a) Tahrimen Mekruh
Harama yakın olan mekruhtur. Vacip olan bir işi yapmamak tahrimen mekruhtur.
b) Tenzihen Mekruh
Helale yakın olan mekruhtur. Sünnet ve müstehab olan şeyleri yapmamak mekruhun bu kısmına girer. Tenzihan mekruh olan bir şeyi yapmak azabı gerektirmez, ancak yapılmaması daha iyi olur.
Bu açıklamalardan sonra asıl açıklamak istediğimiz konuya gelmek istiyoruz.
MÜZİĞİN MÜSLÜMANLIKTAKİ YERİ NEDİR? MUSİKİ YAPMAK HARAM MIDIR?
İslam, gerek inanç ve ibadet esasları, gerekse hukuk ve ahlak ilkeleri itibariyle, fert ve toplum olarak insanın yaradılışına uygundur. İslam, insanın yapısına, fıtratına uygun bir din olduğu için, fıtrat gereği olan ihtiyaç ve arzularının karşılanmasına ve tatmin edilmesine önem vereceği açıktır. Bu itibarla, tıpkı insanın yeme içme ve cinsel ilişki gibi maddi/bedensel ihtiyaç ve isteklerini karşılanmasının mubah (dince yapılmasında sakınca olmayan) hatta bazı durumlarda vacip olması gibi, ruhi/manevi, bedii/estetik ihtiyaç ve arzularını karşılaması da aynı şekilde mubah olması gerekir.
Müzik genel olarak vokal veya enstrümantal ses ve tonların bir araya getirilmesinden oluşan bir sanattır. Yunan dilinden Arapçaya geçen musiki kelimesinin yerini tutacak bir Arapça kelime yoktur. Arapça’daki “gına” kelimesi, yalnızca şarkı söylemeyi, “sema” kelimesi ise sadece dinlemeyi ifade eder. Bu itibarla, gerek ayetlerde, gerekse sahih hadislerde doğrudan müziği belirtmek üzere kullanılmış bir ifadeye rastlanmadığını söylemem mümkündür. Bundan dolayı burada, genel olarak “gına, teganni” ve çalgı aletleri (melahi) ile ilgili görüşlere yer verilerek daha sonra genel bir değerlendirme yapılacaktır.
Ebû Hanife, gınayı mekruh görmüş ve günah saymıştır. Sonraki Hanefi bilginlerin, Ebu Hanife’nin “mekruh” dediği şeylerin “harama yakın mekruh” olarak anlaşılması gerektiğini ifade ettikleri göz önüne alınınca, Ebu Hanife’nin, gınanın tahrimen’ (yasaklama) mekruh olduğu kanaatini taşıdığı söylenebilir. Mezhepler arasında gına ve çalgı aletleri karşısında en keskin tavır Hanefilerinkidir. Hanefiler, def, mizmar (düdük, kaval, ney) gibi çalgı aletlerini dinlemenin haram ve masiyet (günüh) olduğunu açıkça belirtmişlerdir. Hatta bazı Hanefiler, bu çalgı aletlerini dinlemenin (sema) fasıklık, (günahkâr) bundan zevk almanın küfür olduğunu iddia etmişlerdir.
Hanbeli fakihlerinde İbnü’l-Kayyim, Hanefilerin bu konudaki dayandıkları hadisin Hz. Peygambere nispetinin sahih olmadığını belirtmektedir. (Kasani, Beda’i, V, 128-129; İbn Kayyim, İgasetü’l-lehfan, 1, 227)
İmam Malik, gınanın hem icrasını, hem dinlenilmesini tasvip etmemiştir. Hatta satın alınan bir cariyenin şarkıca olduğunun anlaşılması durumunda, bunun iadeyi gerektiren bir ayıp sayılacağını belirtmiştir. Yine Malik, kendisine sorulan, “Medine ehli ne tür gınaya ruhsat veriyor” şeklindeki soruya, “Bunu bizde fasikler yapar” cevabını vermiştir. Bununla birlikte, gına konusunda en ılımlı görüşün Medineli bilginlere ait olduğu bilinmektedir.
Şafii, “Gına batıla benzeyen mekruh bir eğlencedir. Bunu çok yapan sefih (*) sayılır ve şahitliği reddedilir” demiştir. (Gazzali, ihya, 11, 267). Sonraki Şafii bilginlerin büyük çoğunluğu ise gınanın haram olduğunu belirtmişler ve Şafii’ye nispet edilen “gınanın mubahlığı” yolundaki görüşü doğru kabul etmemişlerdir. Bunda yaşadıkları dönemin etkilerini aramak yanlış olmaz. Şafii alimlerinden Şirazi, hiçbir görüş ayrılığı zikretmeden haram bir menfaati içeren icare (kira) akdinin sahih olmayacağını belirtmiş ve bunlar arsında şarap taşıma ile birlikte gına ve mizmarı (düdük, kaval, ney) da saymıştır (Şirazi, et-Tenbih, s.123).
Ahmed b. Hanbel de kendisine gınanın hükmü sorulduğunda “Gına kalpte nifakı yeşertir, ben hoşlanmam” diye cevap vermiştir (İbn Kayyim, İgasetü’l-lehfan, 1, 229).
Gınanın aleyhinde olanların dayandıkları belli başlı ayet ve hadisler açıklanarak, bunların bu konuda dayanak olmaya elverişli olup olmadıkları tartışılacaktır.
“Bazı insanlar, Allah’ın yolunu (ayetlerini) alay konusu yaparak halkı sinsice Allah’ın yolundan saptırmak için -söz eğlencesi-ni satın alırlar. Küçük düşürücü azap işte bunlar içindir” (31 Sure. Lokman, 6 Ayet).
Ayette geçen “söz eğlencesi veya sözlü eğlence” ifadesinin yorumuyla ilgili olarak yorumcular iki hususa işaret etmişlerdir: Birincisi; ayette geçen (lehve’l-hadish), masal, asılsız sözler ve hurafeler anlatmak demektir. Nadi b. Haris ismindeki biri, Pars memleketlerine ticaret için gittiği sırada orada Acem kitaplarını satın alarak Kureyşlilere anlatır ve “Muhammed size Ad ve Semud kavminin hikâyelerini anlatıyor. Ben ise Rüstem’in, Behlül’ün efsanelerini, Kisra ve Türe krallarının hikâyelerini anlatıyorum” der ve insanları Kur’an’ı dinlemekten alıkoymaya çalışırdı. İşte ayet bu kişi hakkında inmiştir.
İkinci yorum ise gına ve müziktir. Bu yorumun hareket noktası yine aynı şahsın Fars memleketlerinden şarkıcı kadınlar getirmek suretiyle insanları Hz. Peygamberin etrafından uzaklaştırmaya çalışmasıdır. Anlatıldığına göre, bu kişi güzel şarkıcı bir cariye almıştı. Birinin Müslüman olacağını duyduğu zaman onu alıp cariyesinin yanına getirir ve cariyesine “Hadi bunu yedir içir, şarkı söyleyip gönlünü eğlendir” der ve bu suretle onu eğlendirdikten sonra “Gördün ya. Bu, Muhammed’in çağırdığı namaz ve oruçtan, onunla birlikte savaşmaktan daha iyi değil mi?” derdi (Hak Dini Kur’an Dili, VI, 3838-3839).
Hangi rivayet alınırsa alınsın, ayette tenkit edilen husus “Kur’an’dan uzaklaşma” keyfiyetidir. Bu açıdan bakıldığında, müzik ile geçmiş kavimlerin hikâyelerini okumak arasında fark yoktur. Daha doğrusu Kur’an’dan yüz çevirmeyi ve uzaklaşmayı sonuçlayan her şey aynı hükümdedir.
“Siz, ağlayacak yerde dudak bükerek ve istihza (alay etme) ile gülerek bu söze mi (Kur’an’a mı) hayret ediyorsunuz”. Sûre 53, en-Necm, Ayet, 5961”
İbn Abbas ayette geçen ve “dudak bükerek” şeklinde tercümesi verilen “semed” sözünün Himyerice’de (bir kavim) “gına” anlamında olduğunu belirtmiştir. Gazzali, bu açıklamadan hareketle gınanın yasaklandığı sonucunun çıkarılamayacağını, aksi takdirde ayette geçen ve kınanan diğer fiillerin de aynı şekilde yasak olması gerekeceğini ifade etmiştir. Ayette geçen ”samidun” kelimesi “şarkı söyleyenler” olarak anlaşılsa bile, buradan hareketle gınanın haramlığı sonucu çıkarılamaz. Çünkü normalde gülme haram olmadığı halde Kur’an’ı hafife alarak gülma nasıl haramsa, aynı şekilde Kur’an’ı hafife alan gına (şarkı) ve şiir de haramdır. Nitekim “şairlere ancak azıtmışlar uyar” (eş-Şuara 26/224) ayetinde kastedilen, kâfirlerin şairleridir. Yoksa bu ayetten hareketle bizzat şiirin haramlığı sonucuna varılamaz.
Diğer bir hadis, “Allah (içki meclislerinde erkeklere) şarkı söyleyen cariyelerin satılmasını, ücretini haram kılmıştır” hadisidir.
Gazzali, yabancı kadının fasıklara (günahkâr) ve fitnesiden (karıştırıcı) korkulan kişilere şarkı okumasının haram olduğunu belirtmekle beraber, bu hadisten hareketle cariyenin kendi sahibine şarkı okumasının, hatta fitne olmaması durumunda başka erkeklere şarkı okumasının haramlığı hükmü çıkarılamayacağını ifade etmiş ve bu görüşüne, Hz. Peygamber’in bulunduğu bir sırada iki cariyenin Hz. Aişe’nin evinde şarkı okumasını delil göstermiştir. (İhya, 11, 282).
MÜZİĞİN LEHİNDE OLANLARIN GEREKÇELERİ
Gazzali, İhyaü ulumi’d-din adlı eserinde, “Müzik Dinlemenin (sema) Mubahlığının Delili” başlığı altında söze şöyle başlar: “Müzik dinlemek haramdır demek, Allah müzik dinleyen kişileri cezalandıracaktır demektir. Bu ise, sırf akılla bilinecek bir husus değildir. Öyleyse, bu konuda naslara ve bu nasların ışığında yapılan kıyaslara başvurmak gerekir. Eğer bu konuda nas ve nassa kıyas yoluyla ulaşılan doğru bir sonuçlama yoksa müzik dinlemenin haramlığı iddiası boşa çıkmış olur. “Gazzali daha sonra, ölçülü olsun veya olmasın, güzel sesi dinleme, müziğin dinleyici üzerinde bıraktığı etki ve dinleyici il ilgili hususları uzun uzadıya açıkladıktan sonra musikinin mubah olduğunu belirtir, karşı görüşte olanların gerekçelerini tek tek ele alarak cevaplandırmaya çalışır (Gazzali, İhya, 11, 268-284).
Gına konusunda Maliki bilgin İbnü’l-Arabî’nin değerlendirmesi de şöyledir: Gına, âlimlerin çoğuna göre gönülleri coşturan bir eğlence olup, gerek Kur’an’da gerekse Sünnet’te bunun haramlığına dair bir delil yoktur. Hatta sahih bir hadiste, gınanın mubah olduğuna dair delil vardır. Bu rivayete göre Hz. Ebu Bekir, bir defasında Hz. Aişe’nin evine girip orada iki cariyenin şarkı söylemekte olduğunu görünce “Allah’ın Resulü’nün evinde şeytanın mizarı ha” diye çıkışmıştı. Hz. Peygamber ise, “Onlara ilişme ey Ebu Bekir. Bugün bayram günüdür” (İbn Mace, “Nikâh”, 21) demiştir. Eğer müzik haram olsaydı Resulullah’ın evinde icra edilmezdi. Hz. Ebu Bekir, görünen duruma nazaran buna karşı çıkmış, Hz. Peygamber ise, gönüllerin dinlendirilmesi hususunda yumuşaklık ve ruhsat gözeterek onlara ilişmemiştir. Çünkü her gönül, sürekli olarak ciddiyeti taşıyamaz, Resul-i Ekrem’in, müziğin serbestliğini “bayram günü” ile ilişkilendirmesi ise, bunun sürekli olarak yapılmasının mekruh olduğunu, fakat bayram, düğün gibi sebeplerle buna ruhsat verileceğini göstermektir. Bu itibarla, müziğin haramlığı konusunda rivayet edilen bütün hadisler sened ve yorum bakımından batıl olduğu gibi, bu konuda getirilen ayet yorumları da batıldır (İbnü’l-Arabi, Ahkamü’l-Kur’an, 111, 1053-1054).
Maliki fakihi İbnü’l-Arabi, “Bir kısım insanlar lehve-l hadisi satın alıyorlar…” (Lokman 31/6) ayetini tefsir ederken, burada geçen lehve’l-hadisi gına olarak yorumlayanların bulunduğunu belirtip bu konuda rivayet edilen hadisleri sıraladıktan sonra bu yorumun ve rivayet edilen hadislerin de sahih olmadığını ifade etmektedir. (Ahkamü’l-Kur’an, 111, 1493-1494; IV, 1950).
Zühayli, bazı Hanefi, Maliki ve Hanbelî âlimlerin, gınanın kerahetsiz mubah olduğu görüşünde olduklarını ve bu görüşün üstün ve genelde tercih edilen görüş olduğunu ifade etmektedir.
İbn Hazm, müziğin haramlığı konusundaki rivayetlerin hepsinin uydurma olduğunu söylemektedir. Allah, daha çok ciddiyete yardımcı olsun diye, herhangi bir oyunla nefsini rahatlatan kimseyi kınamamıştır. Ameller niyetlere göredir. Doğrusu, müzik sözdür, sözün de güzeli güzel, çirkini çirkindir. Günah içerikli şarkılar olabileceği gibi, anlamı ve edası güzel, dini, askeri veya duygusal şarkılar da vardır. Hz. Ömer’e bir grup insan gelerek, imamlarının namazı bitirdikten sonra teganni ettiğini söyleyip şikâyette bulunurlar. Neticede Hz. Ömer adamın yanına gider. Kendisi hakkında iyi olmayan şeyler duyduğunu söyler. Adam şu şarkıyı mırıldanıyorum deyince, şarkının sözlerini beğenen Hz. Ömer, “Böyle olduktan sonra isteyen şarkı söylesin” der.
Bütün bu açıklamalardan şöyle bir sonuç çıkarılması mümkündür. Müzik, İslam bilginleri tarafından çokça tartışılan ve hakkında lehte ve aleyhte çok şey söylenen konular arasında yer alır. Müziğin lehinde ve aleyhinde öne sürülen gerekçeler birlikte düşünüldüğünde müziğin mutlak olarak yasaklanmadığı, aksine mubah bırakıldığı sonucuna ulaşılır. Gerçekten de Kur’an ve Sünnet’te müzik dinlemenin haram olduğunu ve müzik dinleyenlerin günahkâr olacağını ispata yetecek malzeme bulunmadığı açıkça görülmektedir. Ancak, diğer mubahlar gibi müziğin de haramın işlenmesine vesile yapılmasına karşı çıkılmıştır. Bu itibarla içinde isyan, küfür veya İslam’ın hoş karşılamadığı sözler bulunan yahut cinsel tahrik, müstehcenlik gibi dinimizce hoş görülmeyen şeylere yol açan müziğin söylenmesi ve dinlenilmesi kesinlikle uygun değildir. Bununla birlikte müzik konusunu gerek önceki devirlerde gerekse zamanımızda bir tercih ve takva meselesi olarak değerlendirenler de buluna gelmiştir. Bunların saygıyla karşılanması gerektiği gibi, müzik dinlemeyi bir eğlence unsuru olarak görenlerin de hoş karşılanması gerekir.
Reşit Muhtar Kilis Halk Kültüründe Türküler, Hikâyeleri ve Oyunlar adlı kitabında; Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türkler, Şaman kültüründe önemli yeri olan müzik aletlerini; Kam ve Baksı’yı da beraberlerinde getirmişlerdir. Aslında din adamı olan Şaman, aynı zamanda iyi bir sanatçı, iyi bir hekim ve o devrin bilge kişisiydi. Hastalıkları kötü ruhların yaptığı düşünülür ve Şaman o kötü ruhları koymak için müziği ve darısı kullanırdı. Anadolu’ya yapılan göçlerle bu kültür de taşınmış ve geliştirilmiştir.
Selçuklu ve Osmanlı Devletleri, uzun bir zaman ilim, müzik, tıp ve sanat alanlarında dünyanın en ileri uygarlıkları olmuşlardır.
Bu konuda bilinen ilk tap fakültesi olarak nitelendirilen ve 1154’te Türk Atabeyi Nurettin tarafından Şam’da yaptırılmış olan Nurettin Hastanesi’nde akıl hastalarının müzikle tedavi edildiklerini yazılı kaynaklardan öreniyoruz. Sultan III. Selim zamanında Levrekzade Hasan Efendi’nin çocuk psikiyatrisi ve çocuk hastalıklarında makamların etkilerini incelediğini ve bunu bir kitap haline getirdiğini görüyoruz. Edirne’de Kanuni Sultan Süleyman zamanında Selimiye Camii yanında yaptırılan Selimiye Şifahanesinde insanlar müzikle tedavi edilirdi.
Müzik, depresyon geçiren insanlarda beyni rahatlatıcı ve hormonsal düzensizlikleri hafifletici rol oynar. Müzik, depresyondaki kişinin ruh haletini tersine döndürüp, stres hormonlarını azaltır. (The Journal Adolescence, 1998, 33, pg. 109-116).
Türk müziği makamlarının insan sağlığı üzerine faydalı etkileri tek tek açıklanmıştı.
Meşru içerikli oyun ve müziğin bulunduğu toplantılara ve davetlere katılmanın yasaklanmış bir husus olmadığını yapılan değeryendirmeler göstermektedir.
KAYNAKÇA:
– Akgül Hüseyin Prof. Dr., Apaydın Yunus. Prof. Dr., Bardakoğlu Ali.Prof. prof., Dönmez İbrahim Kafi. Prof. Dr., Erkal Mehmet. Prof. Dr., Harman Ömer Faruk. Prof. Dr. Kılavuz Ahmet Seli. Prof. Dr., Uludağ Süleyman. Prof. Dr., Yücel İrfan İlmihal 1, İman ve İbadetler. Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara-20l4.
– Apaydın H. Yunus. Prof. Dr., Aydın M.Akif. Prof. Dr., Bardakoğlu Ali. Prof. Dr., Çağrıcı Mustafa. Prof. Dr. İlmihal 11. İslam ve Toplum, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara-2014.
– Doğan Lütfi. Toplumun Temelini Sarsan Belli Başlı Problemler (Huzur ve Saadetin Esasları). Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. Ankara-2012.
– Kur’an-ı Kerim Meali. Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara-2016.
– Muhtar Reşit. Kilis Halk Kültüründe Türküler, Hikâyeleri ve Oyunlar. İzmir-2014.
– Sarıçam İbrahim. Prof. Dr. Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara-2011.
– Şentürk Lütfi-Yazıcı Seyfettin. İslam İlmihali, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara-2010.
– Yalvaç Mehmet. Hukuka Giriş (Sosyoloji Açıdan Hukukun Temel Kavramları, Özmert Ofset, Malatya-1999).
– Yıldız Hakkı Dursun. (İlmi Müş. ve Redaktör). Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi Cilt, 1, Çağ Yayınları, İstanbul-1986.
– Tulum Mertol Doç. Dr. Temel Türkçe Sözlük Kamus-i Türki. Tercüman Gazetesi Tesisleri, İstanbul-1985.
– Türkçe Sözlük. Türk Dil Kurumu Yayınları, Cilt. 1-2, Ankara-1988.
_________________________________________
(*) Sefih: Malını idareli ve tutumlu kullanmayıp zevk, eğlence ve hovardalıkta yiyen, boş yere para harcayıp tüketen.