Kaybolan Dostluk Yılları
Metin MERCİMEK
“ÇOCUKLUĞUMUZDA NE STATÜ AYIRIMINI BİLİRDİK, NE DE FAKİR-ZENGİN UÇURUMUNU. ELİMİZDEKİLERİ PAYLAŞIR, EL ELE OYUNLAR OYNAR, DOSTLUKLAR OLUŞTURURDUK.”
Yaşımız ilerledikçe geçmişte kalan dostluk yıllarımız tek tek özelliğini kaybetmekte. Kaybettiğimiz bu yılları iyi de olsa kötü de olsa sakin ve mutlu bir şekilde yaşadık. Örneğin, Kilis’te geçen çocukluk yıllarımızda, tek odalı evde toplanır, büyüklerimizden hikâye, tarih, destan ve kahramanlık türküleri dinler ve ilk sosyal ve kültürel bilgilerimizi onlardan alırdık. Hatta bu oda toplantısında, her evin vazgeçilmez şırası olan pestil, üzüm sucuğu, nuska, kesme ve kuru üzüm ikram edilerek gerçek dostluk ve birlik beraberliği sağlardık.
O yıllarda çocuk gelişimi ile ilgili herhangi bir kurum bulunmamasına rağmen, hiç bir sorun yaşamadan büyüdük. Bunun asıl nedeni ise, aile içi saygı ve sevgi bizlerin boşluğunu tam olarak doldurmuş ve mutlu kılmıştır.
Gelelim komşuluk ilişkilerine. Kapılarımız akşama kadar açık kalırdı. Gerek dostlarımız, gerek akrabalarımız ve gerekse komşularımız, evimizi ziyaret eder, şayet el atılması gereken bir iş varsa, bunun bir ucundan tutulur ve yardımlaşma yapılırdı.
Ayrıca, aç ve tok olan komşular takip edilir, tek tek durumları tespit edilirdi. Örneğin; komşunun bir sorunu duyulduğu zaman, büyüklerimiz hemen oraya koşar, gerekli her türlü yardımı yaparlardı. Özellikle komşularla olan paylaşımların ayrı bir güzelliği vardı. Rahmetli annem, evimizin bahçesinde özenle pişirmiş olduğu TANDIR EKMEĞİ’nin kokusu komşuya kadar yayılacağını düşünerek, benimle onlara sıcak sıcak ekmek gönderir ve gönüllerini alırdı.
Yine komşuluk ilişkilerinde herkes her türlü olaylardan haberdar olur, mahallemizde kimler yaşar, kimler hasta, kim sağ, kim ölmüş, kimin bebeği olmuş bilinir ve yardıma koşulurdu. Bu konuda “KOMŞU KOMŞUNUN KÜLÜNE MUHTAÇTIR” diye atalarımız ne güzel söylemiş…
Şu bir gerçektir ki, büyük şehirlerin o büyüleyici ve parlak görüntüleri zorunlu olarak hepimizi kendine çekmiş ve bizleri oraya bağlamıştır. Şimdi bakıyorum apartman dairesinde oturanlardan hiç kimse birbirini tanımıyor. Bir ihtiyacınız var mı, yok mu diyen yok. Herkes birbirine yabancı ve korkar durumda. Sanki kendi başımıza kısır bir hayatı yaşar gibi…
Bilemezdik bizlerin neleri beklediğini, insanların birbirine sadece menfaat açısından baktıklarını, sorunların gün gün arttığını, hem de insani değerlerin değiştiğini, böylece dostluk denen muhteşem duygunun yavaş yavaş yok olduğunu…
İşte, sözünü ettiğimiz yıllarda belki çok fakirdik, belki cahildik, belki çok çelettik (yaramazdık) ama yardımlaşmayı, paylaşmayı, sevgiyi ve dostluğu yaşardık. Onun için de mutluyduk.
Hoşça kalın.