Dolar 32,3675
Euro 34,9594
Altın 2.325,20
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kilis 26°C
Açık
Kilis
26°C
Açık
Cts 27°C
Paz 27°C
Pts 27°C
Sal 26°C

Kendisi de Gülüyordu

Kendisi de Gülüyordu
A+
A-
27.04.2021
666
ABONE OL

Hayattan Kesitler-XXIII

Kendisi de Gülüyordu

Memik KÖMEKÇİ

Yanılmıyorsam 1993–1994 yıllarıydı. Ben Kilis Yatılı İlköğretim Bölge Okulu’nda, ikinci sınıfları okutuyordum. Sabah ilk dört dersimizi işlemiş, öğlen yemeğine giderken öğrencilerime, yemekten sonra yemekhanenin önünde sıra olmalarını söylemiştim. Yemekten sonra çocuklar söylediğim gibi yemekhanenin önünde sıra olmuş beni bekliyorlardı. Onları daha fazla bekletmeden hemen yanlarına giderek önce bir yoklama aldım. Sınıfta eksiğimiz yoktu. O zaman duyurumu yapabilirdim.

– Çocuklar, öğleden sonra ders zili çalınca sizlerle okulun bahçesinde bir kır gezisi yapacağız. Kır çiçeklerini ve tabiatı yerinde inceleyeceğiz.

– Yaşasın! Öğretmenim sizi çok seviyoruz.

– Tamam çocuklar ben de sizi çok seviyorum. Hem temiz hava almanız, hem de çevremizde yetişen kır bitkilerini yakından tanımanız için sizi bu gün gezdirmek istiyorum. Şimdi vaktinizi almayacağım, gidip oynayın. Zil çalınca aynı yerde sıra olup beni bekleyin. Oldu mu çocuklar?

– Oldu öğretmenim, dediğiniz saatte burada olacağız.

– Haydi dağılabilirsiniz.

Çocuklar dağılıp gittikten sonra, öğretmenler odasına gidip oturdum. Arkadaşlara birer çay söyledim, bir süre sonra kantinci çaylarımızı getirerek sehpalara bıraktı. Tam muhabbetle içmeye başlamıştık ki içeriye ellerinde birer çantayla iki kişi girdi.

– Afiyet olsun hocam! Biz öğrencilerinizi tıraş etmek için geldik. Odasında müdür beyle görüştük, zil çalınca sınıf sınıf girip erkek öğrencileri tıraş edeceğiz.

– Hoş geldiniz arkadaşlar. Çay alır mısınız?

– Teşekkür ederiz hocam. Biz müdürün odasında şimdi iştik, size afiyet olsun. Zaten saat bir buçuğa gelmiş. Çocuklar girer girmez hemen başlamamız iyi olur.

– Her tıraşı kaç kuruşa yapacaksınız?

– Hocam müdür Bey’le elli kuruşa anlaştık.

– Biraz pahalı değil mi? Çocuklar çarşıda yirmi beş kuruşa tıraş oluyorlar. Siz toplu tıraş edeceğiniz için daha ucuz olması gerekmez mi?

– Ama hocam biz ortaokulları makasla tıraş edeceğiz. Onun için büyük, küçük hepsini elli kuruşa anlaştık. Zaten kazancın birazını da okula bağışlayacağız. Üstelik o da içinde.

Demek ki ortaokul öğrencilerindeki zararı, ilkokul öğrencilerinden çıkaracaklardı. Okula bağış işi de hikâyeydi. Çocukların parasından bağış mı olurdu? Ben buna tahammül edemezdim!

Çocukların her ay iki buçuk lira harçlıkları oluyor, sınıf öğretmenleri birer harçlık defteri tutarak hafta sonları çarşı iznine ve köy iznine giderken yeterli parayı imza karşılığı veriyorduk. Biz, ilkokul öğretmenleri de çocuklar küçük olduğu için onların yerine imza atıyorduk. Ben genelde her hafta elli kuruş verir, harçlıklarını ay sonuna kadar ayarlamaya çalışırdım. Bazen de kantinden kalem, defter, gibi ihtiyaçları için verdiğim olurdu.

– Arkadaşlar benim sınıfım 2/A sınıfı. Zil çalınca biz bahçede olacağız. Ben sınıfımı tıraş ettirmeyeceğim. Dün çarşıdan bir tıraş makinesi aldım. Saçları uzadıkça ben kendim tıraş edeceğim. Hiç olmazsa çocukların harçlıkları da ceplerinde kalır.

– Aman hocam, siz tıraş ederseniz biz nereden ekmek yiyelim?

– Niye bu işin ihalesi mi var arkadaşım? Sonra ben öğrencilerime yardımcı oluyorum ve para da ceplerinde kalıyor, başka ihtiyaçlarına harcıyorlar. Sizi kim çağırdıysa o düşünsün! Tartışmaya gerek yok. Ben sadece benim sınıfın sırası gelince arayıp, çağırmayın diye söylüyorum.

– Peki hocam, hiç olmazsa başka sınıfın öğrencilerini tıraş etmeyin. Zaten kazancımız ne ki bizim.

– Her öğretmen kendisi bilir. Benim berber olmadığımı biliyorsunuz. Okulun tamamını tıraş edecek halim yok.

Bir süre sonra zil çalmış, benim sınıf yemekhanenin yan tarafında sırada beni bekliyordu. Yanlarına gelince şöyle bir göz gezdirdiğimde erkek öğrencilerin tamamına yakınının tıraşının geldiğini gözlemledim. Onlara hiç bir şey söylemeden yürüyüş kolunda ilerleyerek okulun oyun sahasını geçtikten sonra, fıstık bahçesine geldik. Mevsimlerden ilkbahar olduğu için bahçedeki otlar çiçek açmış, gelincikler, papatyalar, hardal ve ayrık otları birbirine girmiş, etrafa mis gibi kokular saçıyordu.

Çocukların büyük çoğunluğu kırsal kesimden geldikleri için bu otları yakinen tanıyor, yöresel adlarını da biliyorlardı. Ben de onlardan kalmazdım. Birçok ot ve çiçek türünü herkesten daha iyi biliyordum. Yanımda getirdiğim poşete ebegümeci. Kuşekmeği, hardal, yemlik ve benzeri otlardan bir miktar topladım. Akşama bir güzel buğulama yiyebilirdim. Ebegümeci buğulaması enfes olurdu.

Öğrencilerimin büyük çoğunluğu kır çiçekleri toplamış, kız öğrenciler papatya ve horoz kuyruğundan taçlar örüp başlarına takmışlardı. Bir taraftan öğrencilerimin başlarındaki taçlar, diğer yanda karşı yamaçtaki zeytinliklerin ve bağların güzelliği çevreye renk katıyor, bu güzelliğin seyrine doyum olmuyordu.

Zaman geçmiş, dersin sonu yaklaşmıştı ki zilin sesi duyuldu. Okulun tüm öğrencileri sınıflardan bahçeye koşarken, benimkiler de bahçeden sınıfa koşuyorlardı. Onların topluca koşmalarını izlemek beni mutlu ediyor, günün tüm yorgunluğunu üzerimden atıyordum.

Öğrenciler topladıkları çiçekleri kutulara su koyarak pencere kenarlarına dizmiş, sınıfımızın içi rengârenk çiçek ve mis gibi kokularla dolmuştu. Ben sınıf defterine, kır çiçekleri tanıtılarak adları öğretildi, yazdıktan sonra ayrılıp evime gittim. Ne de olsa yorulmuştum. Koltuğa yaslanıp çayımı yudumlarken, aklıma okuldaki berberler geldi. Ya benim öğrencileri de tıraş edip para isterlerse diye düşündüm. Ne olur ne olmaz. Hemen gitmeliydim.

– Hanım, çay için teşekkür ederim ama hemen okula gitmeliyim. Dün aldığım o tıraş makinesini verir misin?

– Henüz dinlenmedin bile, hemen geri mi gidiyorsun?

– Gitmezsem benim öğrencilerimi de tıraş edebilirler ve haftaya çocuklara harçlık veremem.

Hanımın getirdiği kutuyu alarak evden ayrıldım. Sınıfa geldiğimde öğrenciler topladıkları çiçekleri itina ile pencere kenarlarına yerleştirmiş, sınıfa güzel bir hava katmışlardı. Önce kutuyu açarak makinenin rahat çalışıp çalışmadığını kontrol ettim. Daha sonra öğretmen sandalyesini ortaya çekerek en öndeki çocuğu tıraş etmeye başladım. Çocuklar ders çalışırken ben de sırayla erkek öğrencilerin saçını iki numaraya veriyor, enselerini de sıfırla alıyordum. Yaptığım tıraş bir şeye benzemiyordu ama en azından çocuklar küçük olduğu için anlamıyor, paraları ceplerinde kalıyordu. Biri bittiğinde, diğeri sevinçle gelip burnunu çeke çeke oturuyordu. Uzun süre çalışınca parmaklarım ve bileklerim yorulmuş, ellerim ateş gibi yanmaya başlamıştı.

Bu arada başlarında fen bilgisi öğretmeni Recep Akkaya olmak üzere, yoklamayı alan nöbetçi heyetinden öğrenciler sınıfa girdi. Her tarafı saç ve kıl içinde görünce şaşırmışlardı. Üstelik berberleri de ben olunca,

Recep Bey,

– Hayırlı olsun Memik Bey! Yoklamadan sonra bizi de tıraş eder misiniz?

– Hoş geldin Recep Bey, tabi ki ederiz ama öğretmenlere paralı!

– Canın sağ olsun, bedeli neyse öderiz! Olmazsa seni yemeğe götüreyim.

– Neyse bu seferlik bizden olsun. Ne de olsa arkadaşız.

– Biraz ensem uzamış! Sıfırla düzeltirseniz memnun olurum.

Yarı şaka yarı ciddi de olsa, Recep Bey’in ensesini sıfırla almıştım.

Yoklamadan sonra, heyetteki sekizinci sınıf öğrencilerinden, şu an adını hatırlayamadığım biri yanıma gelerek kendisini de tıraş etmemi istedi. Epey çalışmış ellerim çok yorulmuştu. Artık eve gitmeyi düşünüyordum. Çocuğun bu isteğini kıramayıp oturmasını söyledim.

– Öğretmenim benimki alabros olsun. Saçımın önünü fazla almazsanız sevinirim.

– Bana bak oğlum! Ben berber değilim. Seninkini de ancak üç numaraya verebilirim. Makasla ancak kulak çevrenizi düzeltebilirim. Öyle kâkül falan bırakmayı yapamam!

– Ama öğretmenim çok kısa olmasın. Arkadaşlarım benimle alay ederler. Fakat siz nasıl yapabilirseniz yine de öyle yapın.

Çocuğun bu iyi niyetli arzusuna dayanamayarak, başladım makasla alabros tıraşa. Öyle dikkat ediyor ve öyle itina gösteriyordum ki anlatamam. Berberleri gözümün önünde canlandırıyor, onları taklit edercesine uğraşıyordum. Tüm amacım çocuğun tıraştan sonra mutlu olmasıydı. Bir saatten fazla uğraştım ama emeğim boşa gitmemiş, bir şeye benzemişti. En azından tıraş olduğu belli oluyor ve alnında küçük de olsa bir kâkül bırakabilmiştim. Öğrencinin sırtı, göğsü ter ve kıl içinde kalmış ancak banyo temizleyebilirdi.

İkinci gün teneffüste başka sınıflardan öğrenciler yanıma gelerek,

– Öğretmenim etütte bizi de tıraş eder misiniz?

– Ederim ama çocuklar, bu gün bileklerim halen ağrıyor. Başka bir gün derseniz ederim. Hem yarın değil öbür gün nöbetim var. Yirmi dört saat birlikteyiz. O gün akıllı durursanız birkaç kişiyi tıraş edebilirim.

– Söz öğretmenim. Siz okulu bize bırakın. Ne yemekhanede, ne yatakhanede hiç sorun olmayacak. Zaten sizin nöbetlerinizde herkesin karnı doyuyor. Siz ilk sırada küçükleri, sonra büyükleri alıyorsunuz. Zembilden ekmek çalmaya gerek kalmıyor.

Bir de öğretmenim hepimizi okulun önüne toplayıp bize taklit yaptırıp, oyun oynatmanız herkesi mutlu ediyor. Hani bir öğrenci belediye başkanını taklit etmişti, yine yaptırın öğretmenim. ”Çocuklar okuyup adam olun, şimdi size defterle kalem getirdim. Gelecek sefere de ayakbabı ve gocuk getirecem” diyordu ya. Ne olur bize her zaman öyle oyunlar oynatın öğretmenim çok seviyoruz.

– Akıllı olursanız her zaman oynarız. Küçük öğrencileri incitir, onların yemek hakkını alır, zembilden ekmek çalar, sigara içerseniz külâhları değişiriz.

– Özür dileriz öğretmenim. Sizi her zaman dinleyeceğiz.

– Aferin size. Yarın değil öbür gün görüşürüz, bana hatırlatın.

İki gün sonra ders bitimi oldukça yorulmuş, nöbetçi olduğum için eve de gidememiştim. İki gün önce benimle konuşan öğrencileri de uyduruk da olsa tıraş etmiştim. Takımı tezgâhı toplayıp eve gideceğim anda, adını burada veremeyeceğim kız öğrencim, parmak kaldırarak kendisini de tıraş etmemi söylemez mi? Çok şaşırmış ve bir anlam verememiştim.

– Ama kızım ben bayan kuaförü değilim ki. Arkadaşlarını, yani erkekleri makineyle iki numaraya veriyorum. Seni tıraş etmeyi bilemem. Hem zaten senin de saçın kısa. Baksana saçına, ancak ensene kadar uzamış. Bunun neresini kestireceksin?

– Öğretmenim ben de erkek tıraşı olmak istiyorum.

– Hayır, olur mu kızım? Kızlar kız gibi, erkekler de erkek gibi tıraş olmalı.

– Ama öğretmenim saçlarım bitleniyor. Burada temizliğimi iyi yapıyorum. (Bir an kendi çocuklarım gözümün önüne geldi. Anneleri olmadan aynı durumu onlar yaşasaydı, öğretmenleri ne düşünürdü ve nasıl bir karar verirdi?)

– Okulda banyo yapıyorsun ya kızım. Söyleriz, bir büyük ablan sana yardımcı olur. Yıkanmana, durulanmana yardım eder, bir daha da bitlenmezsin. Hem her hafta saçlarınıza bit şampuanı sürüyorum, faydası olmuyor mu?

– Öğretmenim şampuanı sürdüğünüzde, siz bitleri görünce ben çok utanıyorum. En iyisi ben saçımı kökten kesmek istiyorum. Hem yatakhanede her gün kafamı daha rahat yıkarım, ne güzel, hiç bitlenmem.

– Pekâlâ benim güzel kızım. Çok istiyorsan keserim ama sonra pişman olmayasın?

– Hayır öğretmenim. Hiç pişman olmam, hatta çok sevinirim.

Öğrencimi öğretmen sandalyesine oturtarak, çaresizliğin verdiği yarı üzgün, yarı tebessümle karışık duygularla saçlarını iki numaraya vermek zorunda kaldım. Öğrencim haklıydı. Küçük oldukları için günlük temizliklerini yapmakta zorlanıyorlardı. Servis tabağını taşırken çoğunluk yemeklerini üstlerine ve yerlere döküyor, sonuçta bitleniyorlardı. Öğretmenleri olarak bizler de yeterli olamıyorduk. Tek çözüm yolu kalıyordu, tıraş etmek!

Ben tıraş ederken makinenin ağzında ve elimin üzerinde bitler yürüyor, tüm vücudum kaşınıyordu. Durumu çocuklara belli etmemek için ben tıraşa devam ediyordum. Hâlbuki başka zaman bu duruma hiç dayanamaz, üç gün yemekten kesilirdim. İşte o an çocuğun aldığı karara saygı duydum. Yedi yaşındaki bir kız çocuğu açık yüreklilikle bana derdini anlatmış, benden yardım istemişti. Ben de ilk ve son defa bir kız öğrencimin saçını kökten kesiyordum. Ertesi gün bayan müdür yardımcısından ve okulun büyük kızlarından yardım isteyerek küçük kızların saçlarını hep kontrol etmelerini istemiştim.

Öğrencim beni her gördüğü yerde koşup yanıma geliyor, hep yakınlarımda oynuyordu. İlk sıralar onu her gördüğümde erkeklerle karıştırıyordum. O da işin farkında olup hemen gülüyordu. Sanki bu ortama biraz da alışmıştı. Ben ona her zaman kız olduğunu ve kız gibi davranmasının kendisine çok yakıştığını telkin ediyordum. Hâlbuki o hiçbir sorun yaşamadan kız olduğu bilinciyle yaşamına devam ediyordu. İki ay gibi uzun bir süreden sonra saçları uzamış, tekrar güzel bir kız olmuştu. Şimdi olup bitenlere kendisi de gülüyordu.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.