Dolar 36,2225
Euro 38,0047
Altın 3.352,91
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kilis 14°C
Parçalı Bulutlu
Kilis
14°C
Parçalı Bulutlu
Pts 14°C
Sal 13°C
Çar 6°C
Per 3°C

Kilisli Kubadoğlu Süleyman Bey

Kilisli Kubadoğlu Süleyman Bey
A+
A-
02.10.2023
564
ABONE OL

Hasan ŞAHMARANOĞLU

Kubadoğlu Süleyman Bey’in adını ilk olarak M. Nusret Kılınçkıran’ın  “Türküleri ve Öyküleriyle Kilis” adlı eserinde okudum. Kubadoğlu Süleyman Bey adlı bir Kilisli beyin Mısır’ı işgal eden Napolyon Ponapart’ın generallerden Kleber’i hançerleyerek öldürdüğünü yazıyordu. Bu konuda yıllarca hiçbir bilgiye rastlamadım. Ta ki Zaman Gazetesi yazarlarından İlhan Bardakçı’nın 9 Mart 1996 yılında yayınladığı makaleye kadar. Bardakçı makaleyi iki-üç gün öncesinden “Kilisliler bu makaleyi okuyun,

Bu kahraman Kilisliyi tanıyın” diye anons ediyordu. Makale “Kilisli Kubadoğlu Süleyman Bey’in Şahadeti” idi. İşte tarihin tozlu sayfaları arasında kalmış bir Kilisli kahraman daha gün yüzüne çıkıyordu. İlhan Bardakçı, o ateşin üslubuyla Süleyman Bey’i şöyle anlatır: “Bu delikanlının adına Kaya Paşazade Kubadoğlu Halepli Süleyman Bey derler ki sıfatı onunla zümrütleşir. Kilis’in Müstedam Bey Mahallesinde Osman Ağa’nın oğludur. (Kilis Halep’in bir sancağıdır, ondan dolayı orduda Kilislilere Halepli derlerdi.) Cevdet Paşanın tarihinden öğrendiğimize göre,  Müstedam Bey Mahallesi Kilis’te değil, Halep’tedir. Süleyman Bey’in babası Osman Ağa Halep’e göçerek buraya yerleşmiştir. İlhan Bardakçı, batı tarihini iyi bildiği gibi, Batılıları da iyi tanır, yıllarca Almanya’da yaşamıştır.  Makalesinin kaynağı ise, Fransız rahip Marie Matthieu Saucar’ın hatıralarıdır. Bu rahip olayları bizzat yaşamıştır. Gözlemleri onun için bizce değerlidir. Türk Tarihi kaynaklarından ise Cevdet Paşa’nın “Tarihi Cevdet”inde Rıza Nur’un “Türk Tarihinde” ve çağımız Türk Tarihçilerinden Yılmaz Öztuna’nın “Büyük Türkiye Tarihi”nde Süleyman Bey’den geniş olarak söz edilmektedir.

Biz, bu tarihlerde geçen Süleyman Bey’le ilgili bölümleri ve İlhan Bardakçı’nın makalesini bu eserimize bağımsız olarak aldık. Sizlere Süleyman Bey’i tanıtmak için bir çaba sarf ettik. İlhan Bardakçı, Süleyman Bey’i şöyle tanıtır. “II. Selim’in teslim olmaları için Kıbrıs’a elçi olarak gönderdiği Kubat Çavuş ve 1605 yılı ocak ayının 4. günü kaptan-ı deryalığa getirilen Kilisli Kayapaşazade Kubadoğlu Mustafa Paşa kendisine onur veren dedelerinden ikisidir. Kubad ailesi daha sonra Türk oğlu Türk olan o bizim Halep’e yerleşmiş, Cezzar Ahmet Paşa bu 24 yaşındaki civanı orada yanına almış ve yaverliğine getirmiş.” 

İşte böyle diyor İlhan Bardakçı. Biz de bu sözlere şunu eklemek istiyoruz:  Bu Cezzar Ahmet Paşa’nın soyu daha sonra Kilis’e yerleşmiş, Cezzar’ın oğlu diye Kilis’te ün almışlardır. Kubadoğlu Süleyman Bey o zamanki Osmanlı sınırları içinde efsaneleşmiş, İstanbul’dan Kilis’e, Kilis’ten Afrika içlerine kadar hayatı ve yaptıkları destanlaştırılarak anlatılmıştır. Türk Tarihçileri bu kahraman Kilisliyi minnetle anmışlarıdır. Biz bu Kubadoğlu Süleyman Bey’in, bu Kilisli kahramanın bir filminin yapılmasını öneriyoruz.  Bu konuda Kilisli romancılara büyük işler düşmektedir.

Süleyman Bey hakkında ve soyu hakkındaki bilgileri hazırladığım “Kilis’in Ünlüleri” adlı kitaptan buraya aktarıyorum.

KAYA PAŞAOĞLU KUBAD ÇAVUŞ

Kaya Paşa adlı bir Türk Beyi’nin oğlu olduğu biliniyor. Doğumu ve ölümü hakkında bilgi sahibi değiliz. Saraya girerek, çavuşluğa kadar yükselmiş,  2. Selim’in seryaveri olmuştur. Kıbrıs Meselesinden dolayı 1570 yılında Venedik’e elçi olarak gönderilmiş. Daha sonra savaş sırasında, Kıbrıslıların teslim olması için 2. Selim fermanını Kıbrıs’a götürmüştür.

KUBADOĞLU MUSTAFA PAŞA

Kaya Paşaoğlu, Kubad Çavuş’un oğludur. Doğum ve ölüm tarihini bilmiyoruz. 1605 yılı ocak ayının 24. günü Kaptan-ı Deryalığa getirilmiş.  Osmanlıların 36. Kaptan-ı Deryası ünlü bir Türk Amiralidir.

KUBADOĞLU SÜLEYMAN BEY

1776 yılında Kilis’te doğdu. Babası Kubadoğlu Osman Ağa’dır. Kilis’te ilk mektebi okudu. Camiül Ezher’de öğrenim gördü. 24 yaşında Cezzar Ahmet Paşasının kumandasında, Akka Kalesi savunmasına katıldı. Akka savunmasını kıramayan Napolyon Fransa’ya kaçınca yerine General Kleber’i koyar. Süleyman Bey,  Cezzar Ahmet Paşa’dan izin alarak Kleber’i Kahire’de takip eder ve hançerleyerek öldürür. Yerine geçen Fransız General Danu onu 16 Ağustos 1801 Cuma günü çarmıha gererek şehit  eder.

Hayatı destan, bu kahraman Kilisli Kubadoğlu Süleyman Bey’i siz Kilislilere tanıtmaktan onur duyuyorum. Bu alimler ve kahramanlar yatağı Kilis ile gurur duyuyorum.

ZeytinDalı dergisinde sayın M. Hanefi Uzunçam’ın “Unutulan Kahraman Kilisli Süleyman” adlı yazını okudum. Sayın yazarın tespitlerine katılıyorum. Sayın yazarın tespit ettiği gibi Kilis’te Süleyman Bey’i kimse tanımıyordu. Ben de uzun araştırmalardan sonra, yukarıda hikâyesini anlattığım gibi Süleyman Bey’i araştırdım, tarihteki yerini tespit ettim ve küçük bir kitapçık olarak yayınlattım. İşte bu şekilde Kubadoğlu Süleyman Bey’i Kilisliler tanıdılar. Bu kitapçık Kilis Kütüphanesini ve evleri süslemektedir.

Biz bu kahramanı niçin tanımıyoruz? Kilisli niçin büyüklerine kıymet vermiyor? Bu şekilde birçok soru sorabiliriz. Ben bunu yanlış yönlendirmeye bağlıyorum. Çocukken hep biliriz, 7 Aralık gelince bir telaş başlar, piyesler oynanır, şiirler okunur, sonra her şey biter. Şimdi bile bazı aydın geçinenler yok Kalleş’e Kuvayi Milliye’yi simgeleyen bir heykel dikelim, yok Kilis’in adı mücahit Kilis olsun, yok yiğit Kilis olsun… Bunlar kolaycıların işi. Sen Kilis’i Türk dünyasına tanıtan, Kilis’i Kilis yapan ilim adamlarından, din adamlarından haber ver! Münşi Recep Paşa, Celal Paşa, Emin Vahit Paşa, Necip Asım, Kilisli Muallim Rıfat, Rıfat Kardam, Faruk Kadri Timurtaş, Mehmet Turgut, Seyfettin Başcıllar, Şevket Bulut… Daha adlarını sayamadığım birçok değer…

Bir örnek vereyim: Ömer Seyfettin Türk Edebiyatına Türkçe hikâyeler kazandırmıştır. Osmanlıcanın ağır baskısı altında Türkçe yazmak kolay iş değil. Ömer Seyfettin Gönenlidir. Gönen’de Ömer Seyfettin’in heykeli vardır. Necip Asım büyük biri Türk tarihçisidir. Türk tarihini Orta Asya’dan başlatan ilk Türk tarihçisidir. Bugünkü Türkiye Cumhuriyetinin düşünce kurucusudur. Diğer Kilisli büyük insanları tanımak, onlarını ne büyük insanlar olduğunu bilmek, Kilisliler için iftihar vesilesidir. Ne yazık ki sayın Hanefi Uzunçam’ın dediği gibi, yufka yürekli, korkak ve hilekârlara verilen değerler, bu büyük insanlara verilmemektedir.

KİLİSLİ KUBADOĞLU SÜLEYMAN BEY’İN ŞEHADETİ

(İlhan BARDAKÇI)

Napolyon Mısır’a çıkmış ve hayal oltasına Osmanlı Türk’ünü de yem etmek için Akka Kalesi önüne gelmiştir de,  burada  Cezzar  Ahmet  Paşadan  yiyeceği  tokadı  hiç  hesaplamamıştır.  Mısır’daki kuvvetlerin  kumandanı  General  Kleber  ile  birlikte  Akka  surlarını  süzerken: kale  bedenleri  üzerinde  nefeslediği  nargilesinin  dumanını  yüzüne  havale  eden  paşanın  bakışını,  hiç  unutmaz.  Ama ya Paşanın omuz  başında servileşen  ve  her  huruç  sırasında  ordusunu  darmadağın  eden  o  meçhul  delikanlı  kimdir?

Bu delikanlının adına Kaya  Paşazade  Kubadoğlu  Halepli Süleyman  Bey  derler ki,  beylik  sıfatı  onunla  zümrütleşir.  Kilis’in  Müstedam  Bey  Mahallesinden  Osman  Ağa’nın  oğludur.  2.  Selim’in  teslim  olmaları  için  Kıbrıs’a  elçi  olarak  gönderdiği  Kubat  Çavuş  ve  1605  yılı  Ocak  ayının  4. Günü  Kaptanı  Deryalığı  getirilen  Kilisli  Kaya  Paşazade  Kubadoğlu Mustafa Paşa  kendisine  onur  veren  dedelerinden  ikisidir.  Kubad  ailesi  daha  sonra  Türkoğlu  Türk  olan  o  bizim  Halep’e  yerleşmiş.  Cezzar  Ahmed  Paşa  bu  24  yaşındaki  civanı  orada  yanına  almış  ve  yaverliğe  getirmiştir.  Ve  ben  şimdi,  o  çınar  endam  yiğidin  peygamberlerine  uzanışını  anlatacağım  sizlere…

Napolyon  Fransa’ya  firar  edince,  yerini  Kleber  alır.  Zülum  ve  katliam  başlar.  Kleber  Kölemen  beylerinden  Murad  Bey’in  haremi Nefise  Hanım’ın  evini  basarak  120  bin  altınına  tasallut  etmiş bir rezildir.  Acımasız  Kleber Ayn’ı  Şems  muharebesinde  galip  gelince  ayaklanan  ve  zincire  vurulan  askerleri  teker  teker  görmek  ister.  Kubadoğlu’nu  aramaktadır.  Süleyman   Bey,  arkadaşlarına işkence  yapılacağını  anlayınca  “Aradığın  benim  bre  çorbacı…” diye  ortaya  çıkar.  Elleri  çözülür.  Kleber  hakarete başlar.  Elindeki  kılıçla  delikanlının  göğsünü  parçalar.  Ama  iki  dakika  sonra  Süleyman  Bey’in  hançerinin  kalbine  saplanması  ile  son  nefesini  verir.  Yıllardan  1801,  günlerden  14  Ağustos  Salıdır…  Yerine  geçen  General  Denu  bu  şahin  bakışlı  delikanlının  ertesi  gün  cezalandırılacağını  ilan  eder.  Önce  Kleber’i  hançerleyen  sağ  eli  yakılacaktır.  Demek ki  Fransız  Medeniyeti,  aynı  kişiye  başka  cezalarda  uygulayacak  asaletini  ispatlayacaktır.

    Günlerden  16  Ağustos  1801  Cuma’dır.  Süleyman  Bey  çarmıha  bağlanmış  olarak  getirilir.  Sağ  kolu  ayrı  bir  tahtaya  çakılmıştır. Yüzünün her  zerresinde  Peygamberinin  şefaati  dile gelir.  Az  sonra  bir  Fransız  Çavuşu  elinde  bir  kova  ile  yaklaşır.  Ardındaki  çömezi, meş’ale  taşımaktadır.  General  Denu  az  ilerde  sırıtmaktadır.

Kovadaki  katran  Süleyman  Bey’in  sağ  eline  sıvanır…  Ve  ateşlenir.  Gerisini  o  sırada  orada  bulunan  Fransız  rahibi  Marie  Matthieu  Saucar’dan  izleyelim;

  – Mahkumun  sağ  eli  ateşlendiği  sırada  Kahire  minarelerinden  ezan  sesleri yükseldi, Süleyman Bey’in  yüzü  kasılmıştı.  Ama  güler  gibiydi.  Sadece  dudakları  kıpırdıyordu.  Dua  ediyor  olmalı  idi.  Fakat  hayret,  ne  bir  yanık  kokusu  ve  nede  tutuşan  katranın  dumanı…  Yoktu.  Harikulade  bir  olay  yaşanıyordu.  Eli  bileğe  kadar  yandıktan  sonra  sanık  sürüklenerek zindanına  götürülürken  General’in  önünde  bir  lahza  durdu. Engellenemedi. Sonra  beklenmedik  bir  hadise  oldu.  Süleyman  Bey,  omzundan  itibaren  bağlanan  sol  kolunu  iplerinden  kurtardı,  sol  ile  öbür  kolunun  ucundan  bir  gümüş  sebu  gibi  ışıldayan  sağ eline  uzandı,  çekip  kopardı  ve  Generalin  suratına  fırlattı.

   Bir  zenciye  dönüşen  General, “Götürün  bu  büyücüyü!”  diye  bağırdı.  Yarın  ikinci  infazı  yaparız.

 Ve  ertesi   gün   Süleyman   Bey,   ortaçağ’da   Eflak  Voyvodalarının  Türk  akıncılarına  uyguladıkları  şekilde  kazığa  vuruldu.  General  Denu,  Fransız  subaylarına  kahramanlığını  gösterecektir.  “Bakın  nasıl  yalvartacağım”  diye  efeleniyordu.

    Oysa  kazığa  vurulan  kahraman;  Kilisli  Kaya  Paşazade  Mustafa  Paşa  ahfadında  Kubadoğlu  Süleyman  Bey’di.  Fransız  sünepesi  nereden  bilecek  ve  anlayacaktı  bu  asalet sırrını.

    Kazık,  boynunu da  delip  dışarıya  fırladığı  sırada  dudaklarından  sadece  bir  kelime-i  şahadet  velvelesi,  bir  lamelif  gibi  firdolayı  dolandı  meydanda…  O  anda  kopan  fırtına,  bu  Yaradan’a  teslimiyetin  mekansızlığa  taşıdı.

      Sonra,  bir  nurlandı  ki  bu  aziz  şehidin  bedeni,  hiç  sorulmaya.  Önce  şafak  kızıllığına  peçeledi  sonra  elmasa  kesti.  Cesedini  kaldırmak  için  koşuşan  Fransız  ve  Arap  askerleri,  apışıp  kaldılar.  Kaya  Paşazade  torunu  ortada  yoktu.  Boş  çarmıha  dokunmak  istediler,  yıldırımla  çarpılmışçasına  etrafa  uçuşur  oldular.

     Gökyüzünde  çok  yukarılarda bir gemi yol alıyordu.  Belli  bir  sahile  yıldız  misal  kayıp  giden  teknenin  yelkenleri,  sizlerin  şimdi  bu  cuma  günü  mırıldanacağınız  Fatiha  saltanatı  ile  fora  edilecek. Unutmayınız.

***

KUBADOĞLU SÜLEYMAN BEY ve KLEBER’İN ÖLÜMÜ

(Yılmaz ÖZTUNA)

Bonaparte  ağırlıklarını  gece  gizlice  gömdükten  sonra  Akka  önlerinden  çekildi.  2  ay,  4  gün  süren  muhasara  hiç  bir  netice,  hatta  umut  vermemişti.  1799  14  Haziranda,  Türk  kuvvetlerinin  takibi  altında  Kahire’ye  can  attı. Sonradan:  “Akka’da  durdurulmasaydım  bütün  doğuyu  ele  geçirirdim” demiştir.

   Bu  zafer  Cezzar  Ahmet  paşanın  adını  bütün  Avrupa’ya  duyurdu.  Ve  Bonaparte’nin  bu  ilk  mağlubiyeti  sevinçle  karşılandı. 3.  Selim  Ahmet  Paşa’ya  altın  çelenk  gönderdi.  Napoleon  Bonaparte,  Akka’da  aldığı  dersi  hayatının  sonuna  kadar  unutmadı  ve  birdaha  asla  kale  muhasarasına  girişmedi.  Doğu  intibalarını  hayatının  sonuna  kadar  unutmayan  Bonaparte  Mısır  Başkumandanlığına  Generallerinin  en  değerlisi  olan  Kleber’i  getirmiştir.  1800 yılı  boyunca  ve  ertesi  yılın  ilk  aylarında  Fransızlar  gittikçe  ağırlaşan  şartlar  altında  Mısır’ı  elde  tutmaya  çalıştılar.  XVIII.  Asır  bitmiş  XIX.  Asır  başlamıştı.  Fransız  ihtilalinin  getirdiği  fikirler Avrupa’yı alt  üst  etmiş, Bonaparte, Avrupa’nın siyasi coğrafyasını temelinden  değiştirip.  İmparatorluğunu  ilan  etmeye  hazırlanıyordu.  Fransa’yı  Dünyanın  mutlak  şeklinde  birinci  devleti  haline  yükseltmiş.  “Birinci    konsül”  sıfatıyla  Cumhurbaşkanı  olmuştu.  Sadrazam  ve  Serdarı  Ekrem  Yusuf  Ziyaeddin  Paşa  Filistin’in  güneyinde  Gazze’ye  gelmişti.  Kahire’ye  girmek  istediyse de  Klebere  mağlup  oldu.  Ancak  Fransızlar,  son  güçlerini  sarf ediyorlardı. 14 Haziran  1800  de  Kilisli  Süleyman  Bey  adlı  24  yaşındaki  bir  Türk’ün  Kleber’i  hançerleyerek   öldürmesi,   Fransızların   durumunu büsbütün  nazik  bir  sahaya  getirdi.  Süleyman  Bey,  ateşli  işkence  yapıldıktan  sonra  kazıklanarak  şehit  edildi.  Kaptanı  Derya  Küçük  Hüseyin  Paşanın  10  gemiyle  İskenderye’de  Fransızların  ricat  yolunu  kesmesi  üzerine  yeni  kumandan  General  Belard  Mısır’ı  boşaltmaya  mecbur  oldu.

Büyük  Türkiye  Tarihi

Cilt: 6, S: 395-396

***

KUBADOĞLU SÜLEYMAN BEY ve FRANSIZLAR

(Dr. Rıza NUR)

      İşte  Bonopart   Mısır’da  14   ay  oturduktan,  beyhude  yere  bir çok  kanlar  döktükten,  şöhret  ve  iktidar  hırsının  sevkiyle  bize  ve  Fransa’ya  karşı  yaptığı  işten  sonra  en  sonunda  silah  arkadaşlarını  da  bu  kadar  kanını  döken  çöllerde  güneş  altlarında  aç  susuz  türlü  bela  ve  bunları da  sırf  Bonapart’ın  hırsı  yüzünden  çekmiş  olan  zavallı  askerleri  de  bırakıp  kaçtı.  Bunlar  çölle,  denizle  kuşatılmış,  ölüme,  mahva  mahkum  vatan  cüda  bir  avuç  insandı.  Napolyon  kendi  hırsı  şanı  için  getirdiği,  yarısını  öldürdüğü  bu  askerleri  böyle  bir  şan  vesilesi  gördü  ya.  Bunun  için  babası  olsa  ateşe  atıp kendisi  şana  koşar. Hem  onları  getirip ezmek, hem de sonra  ağzını  açmış  bir  ölüme  terk  etmek  doğrusu  insanı  bütün  hayatınca,  bu  da  kafi  değil,  bütün  evlat  ve  ansalince  utandıracak  bir  ahlaktır.  Askerler Bonapart’a  bol bol küfürler  savurdular. Bonapart’ın  mektuplarını  alan  Kleber  31  Ağustos’ta  Kahire’ye  gelip  Bonapart’ın  Özbekiye   Meydanında   oturduğu   eve   oturdu. Askere  bir  beyanname  ile  başkumandan  olduğunu,  kendilerine  Fransa’dan  imdat  geleceğini  ilan  etti.

Artık  Kleber  Mısır’da  ebedi surette oturmayı kurmuştu.  Ona  göre  hareket  ediyordu.  Fakat  bu  aralık  Süleyman  adında  bir  Halepli  (Kilisli)  Kahire’ye  geldi.  Süleyman  25  yaşında  ve  Ezher  Camii  talebesindendi.  Her  yıl  Halep’e  gider  gelirdi.  Pek  dindardı.  Mekke’ye,  Medine’ye de Hacca gitmiştir.  “Afrika  Delili”  adındaki  eser  bunun  adının  “Hüseyin”  olduğunu  söylüyordu.  Bu  ateşli  genç  Hicaz’dan  dönüp  Kudüs’e  geldiği  vakit  Yusuf  Paşa  ordusunun  bozgun  askerleri  oraya  gelmişlerdi.  Onların  perişan  hallerini  görmüş,  Fransız  askerinin  hunharlıklarını  işitmişti,  gayreti,  himmeti  galeyana  gelmişti.  Hemen  Kleber’i  vurarak  Fransızların  İslam’ın  başına  getirdikleri  felaketin  intikamını  almaya  karar  verdi.  Bir  hançer  satın  aldı.  Bir  deve  kiralayıp  ilk  kervana  katıldı.  Kahire’ye  gelince  doğruca  Ezhere  gitti.  Fikrini  hocalarından  ve  mühim  şeyhlerden  dördüne söyledi. Onlar  da  tasdik  ettiler.    40  gün  40  gece  oruç  tutup  namaz  kıldıktan  sonra  10  Hazirandan  itibaren  Kleber’i  takibe başladı. Üç  gün dolaştı.  Nihayet  Kleber’in  Özbekiye’deki  sarayının  bahçesine (şimdi  orada  Şepert  Oteli  vardır.)  Girmeyi  düşündü.  Bu  sarayın  bazı  yerleri  isyan esnasında  gülle  ile  yıkılmış  olduğundan  tamir  olunuyor.  Kleber  içinde  oturmuyordu.  Fakat  her  sabah  gelip  tamirata  bakıyordu.  Boş  bir  sarnıca  saklanıp  bekledi.  Bir kaç  saat  sonra  Kleber  mimarla  beraber  gelip  mimara  yapacağı  şeyleri  gösteriyordu.  Süleyman  sarnıçtan  çıkıp  Kleber’in  ayaklarına  kapanarak  bir  arz-ı hal  verdi.  Kleber  arz-ı hali  okurken  birden  kalkıp  hançeri  Kleber’in  kalbine  dört  defa  daldırdı.  Kleber  yere  yıkıldı.  Mimar  elindeki   kalın  sopa ile  Süleyman’ın  kafasına  vurmuşsa da  Süleyman  onu da  yere  devirdi.  Bunların  bağırmasına  askerler  yetişip  Süleyman’ı  enkazın  arkasında  yakaladılar. Bir  rivayete  göre  Süleyman  civarda  bir  bahçeye  gizlenmişse de  evin  sahibi  bir  kadın  haber  verip  tutturmuştur.  Mimarın  yarası  iyi  olmuşsa da  Kleber  bir  iki  saat  sonra  ölmüştür.

Süleyman  fiilini  ikrar  etti  ve  hiç  kimsenin  teşviki  olmaksızın  sırf  himmet  saikasıyla  bu  işi  yaptığını  söyledi.  Fransızlar,  Süleyman’ı  ilk  önce  bir  kolunu  ateşe  sokup  yaktıktan  sonra  kazıkladılar.  Ve  iki  hafta  kazıkta  bıraktılar.  Böcekler,  kargalar  bütün  etini  yedi.  Kazıkta  yalnız  iskeleti  kaldı.  Vay  medeni  Fransızlar  Fransız  müellifleri  bunu  mazur  göstermek  için  “Memleketin  kanunu  buydu”  diyorlar.  Eee…  Pekiyi…  Mısırlılar  vahşiyse  sizde mi  vahşisiniz?.. Hani  sizin  medeniyet  iddianız?  Onlar  vahşi  olmakla  sizinde mi  vahşi  olmanız  lazımdır?..  Bu  zulüm  nedendir?  Hem  hangi  Müslüman  kanununda  kazıklama  var?  Adliye  Kanunlarımız  meydanda.  Pekiyi  kazıklama  memleketin  kanunuymuş.  Önce  mücrimin  kolunu  yakmak  nerede?

Süleyman’ın  fikrini  söylediği  dört  şeyhi  ve  Ezher’de  yattığı  Şamlılar  revakındaki  adamları  da  tutup  kafalarını  kestiler.  Bunların  ne  kabahati  var?  Fiilde  müşterek  değiller,  yalnız  yapacağını  onlara  söylemiş  Fransızlar pek  iyi  biliyorlar  ki, Süleyman  bunu  ta  Kudüs’te  niyet  edip  gelmişti.  Şeyhlerin  haber  aldıkları  bir  cinayeti  Fransız’a  söylememeleri  ise  kafa  kesilmesi  cezasını  icap ettiren  bir  cinayet  değildir. Kleber, Kahire’nin  etrafındaki  tepelerden biri  üzerine  büyük  bir  alayla  gömüldü. 

Sonra  Fransız  ordusu  Mısırı  tahliye  ederken  Kleber’in  kemiklerini de  Marsilya’ya  götürdüler.  O  vakit  Süleyman’ın  iskeletini de  kazıktan   alıp    Paris’e   götürmüşlerdir.   Bu    iskelet   halen  Paris’in  “Nebatat  Bahçesi”  müzesindedir.  Kleber’in  kemikleri  ise  Strasburg’a  götürüldü.  Çünkü  oralıydı.  Fransız  kitapları  diyorlar  ki  elan  alimler  Süleyman’ın  cümcümesinde  (kafatasında)  taassup  hadebeleri  (yumruları)  aramaktadırlar.  Bu  adamlarda  tuhaf  bir  haleti  ruhiye  var.  Doğuda  ne  hamiyet,  ne  kahramanlık  numunesi  olursa  olsun  hepsi  taassuptandır.  Onda  Vatanperverlik  nişaneleri  arasalar,  onda  pek  yüksek  olan  milliyet  gayreti  merkezlerini  keşfetseler  daha  akıllı  davranırlar.

(Türk Tarihi, Cilt: 10 Syf. 227-228-229)

***

KUBADOĞLU SÜLEYMAN BEY’İN ŞEHADETİ

(Cevdet Paşa)

General  Kleber  Özbekiye’de  sakin  olduğu  hanenin  tamiri  keyfiyetini  ordu  mimarına  tarif  ederek,  bahçede  gezerken   bir  şahıs  zuhur  ile  maslahutlu  tarzında  Kleber’in  yanına  yaklaşıp  arzıhal  vermekle,  Kleber  kağıda  ihale  i  nazar  ettiği  esnada  yanında  mahfi  olan  hançer  ile  bir  kaç  defa  göğsüne  darp  ettikte  mimar  elindeki  değnek  ile  bir  kaç  kere  merkumun  başına  darp  eylemiş  ise  de  merkum  onu  dahi  hançer  ile  yaralayıp  kaçmıştır.  Kleber  bi  hoş  olarak  yere  düşüp  bir  kaç  dakika  sonra  fevt  olmuştur.  Katil  ise  aradan  firar  ile  civarda  vaki  bir  bostana  girip  ihtifa  etmiş  idi.  Mimarın  feryadını  işiten  asakir  yetişip  keyfiyete  muttali  olduklarında  hemen  etrafa  dağılarak  önlerine  geleni  tutmaya  başladıkları  sırada  pencereden  bir  kadın  katilin  firar  ettiği  mahali  görüp  haber  verdiğinden  hemen  katili  ahz  ve  ihzar  etmeleriyle  ledil  İstindak:  İsmi  Süleyman,  mevlidi  Halep  ve  sinni  24   ve   kendisi  katib-i Arabi  olup,  mukkademe  bir  defa  dahi  Mısır’a  vürud  ve  sene  ikamet  ile  Camii  Ezherde  tahsil  i  ulum  eylemiş  idüğünü  hikaye  ve  serdarı  ekremin  bunda  medhali  var mıdır  deyip  sual  olundukta.  Onun  haberi  olmayıp  mücerret  kendi  sunu  olduğunu  ifade  eyledikten  sonra  darp  ve  işkence  olunması  üzerine  orduyu  hümayün  Mısır’dan  Şama  ricat  ettikte  Kleberi  katl  için  yeniçeri  ağasının  talimi  ile  Gazze  gelip  oradan   hican  ile  Mısır’a  gelmiş  ve  otuz  gün  mürüründe  bu  işi  işlemiş  olduğunu  söylemiş  ve  ahali  Mısır’dan  kimesneye  ifşa-ı  sır  edip  etmediği  ledis  sual:  Camii  Ezher  müderrislerinden  Seyyit  Muhammet  Kuts  ve  Seyyit  Ahmet  Vali  ve  Şeyh  Abdullah  Gazvi  ve  Şeyh  Abdülkadir  Gazvi  nam  dört  zata  söyleyip  ve  onlar  gerçi  bu  işten  vazgeç  değu  nasihat  eylemiş  iselerde  onları  dinlemeyip  icar  i  meram  eylediğini  ifade  eylemiş  olması  ile  müderris  efendiler  ledit  tahaharri  üçü  derdest  olunup  dördüncüsü  bulunamamıştır.  Bunun  üzerine  Süleyman  ağanın  bir  eli  ihrak  olunduktan  sonra  kazığa  vurulmuş  ve  üç  müderris  dahi  Fransılaya  ihbar  ı  keyfiyet  etmedikleri  cihetle  canı  edm  olunarak  başları  kesilmiştir.  Rahmetullahu  aleyhum  rahmeten  vasie.

Fransızlar,  hürriyet ve  medeniyet  avazı  ile  cihanı  alt  üst  etmeye  kalkıştıkları  halde  Arabistan  canibinde  çöl  aşiretlerinin  etmedikleri  pek çok  muamelat-ı  vahşiyani  icra  eyledikleri  gibi  bu  kere  dahi  Süleyman  ağaya  azim  işkence  ettiler,  halbuki   işkence  tahtında  olan  istinaka  asla  emniyet  olunamaz  binaenaleyh  iptida  kimsenin  bunda  methali  olmadığını  beyan  ettikten  sonra  yeniçeri  ağasının  talimi  ile olduğunu söylemesi  işkence  eleminden  kurtulmak  için  olmak  ihtimaline  mebni  olduğundan,  şayan  ve  şavk  ve  itimat  olunmaz  ve  Süleyman  ağanın  idamı  her devletin kanununa  muvafık  ise de  yakmak  ve kazığa  vurmak  kaide i

Medeniyet ve ihsaniyetin hilafi ve müderris  efendiler  Süleyman  ağaya  bu  niyetten  vazgeç  deyu  nasihat  eylemiş oldukları  tahkik  etmiş  iken  canı  adm  ile  idamları  milel  mutame  Medine  kanunlarına  menafidir.  Diyelim  ki  ol  vaktin  hükmünce  saire  ibret  olacak  icraata  lüzum  görmüşler.  Buna Süleyman Ağa’nın  idamı  kafi  idi  ve  tutalım  ki  Fransızlar  kendilerine  casusluk  etmek  üzere  Mısır  ahalisini  mecbur  etmek  için  müderris  efendiler  hakkında  dahi  velev  ki  bigayri  hak  olsun  bir  ceza  tertibine  lüzum  görmüş  olsunlar  bari  haps  ve  nefiy  ile  tehdit  etmeliydiler,  yoksa  bunların  idamına  kadar  gitmeye  insaniyetsizlikten  ve  merhametsizlikten  başka  bir  vehch  bulunamaz  anane  ile  mazbut  olan  rivayet  mehliyeye  nazar.  İşbu  Süleyman  Merd-idiler.  Halep  şehrin  de  vaki  müstedam  bey  mahallesinde  sakin  Osman  ağa  nam  zatın  oğlu  imiş  ve  bunların  ecdadı  Kilis  kazasından  olduğu  halde  babaları  Halep’e  gelip  ol  vaktın  eshabı  nüfusundan  Çelebi  Efendiye  hizmet  ederek  bu  münasebetle  Halep’te  tavattun  edip  kalmışlar,  Süleymanun  validesi  vefat  ettikte  pederi  Osmanağa  bir  cariye  alıp,  Süleyman  ağa  ise  bir  sebepten  dolayı  cariyeye  gücenerek  elindeki  kalemtıraşı  atmış  ve  kazara  kalemtıraş  cariyenin  boğazına  isabet  ile  cariye  fevt  olduğundan Süleyman ağa nadim ve elinden böyle bir kaza zuhur ettiğinden naşi mükedder ve müteellim olarak terki edip gitmiş idi. Bu esnada berri Şam  tarafında serseri  gezerken  orduyu  hümayunun münhezim avdetinde din karındaşlarının düçar oldukları felaket ve ıstırabı görüp müteasür  olarak  cümlesinin  intikamını almak ve bu  veçhile  kendisinin  cürmünü  affettirecek  bir  ameli  hayr  işlemiş  olmak üzer Fransızların seraskerini idam etmeye tesmim ederek  Mısır’a gelip her veçhi meşruf Kleber idam ile icrayı meram etmiştir. Fakat bu uğurda camii Ezher müderrislerinde üç bi günah zat dahi onunla beraber şehit olup gitmiştir.

(Tarihi Cevdet

7. Cilt Syh. 159-160-161

Yeni Harflere Çeviren

Abdülhamit TEKTUNA)

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.