Kilisli Kubadoğlu Süleyman Bey

Hasan ŞAHMARANOĞLU
Kubadoğlu Süleyman Bey’in adını ilk olarak M. Nusret Kılınçkıran’ın “Türküleri ve Öyküleriyle Kilis” adlı eserinde okudum. Kubadoğlu Süleyman Bey adlı bir Kilisli beyin Mısır’ı işgal eden Napolyon Ponapart’ın generallerden Kleber’i hançerleyerek öldürdüğünü yazıyordu. Bu konuda yıllarca hiçbir bilgiye rastlamadım. Ta ki Zaman Gazetesi yazarlarından İlhan Bardakçı’nın 9 Mart 1996 yılında yayınladığı makaleye kadar. Bardakçı makaleyi iki-üç gün öncesinden “Kilisliler bu makaleyi okuyun,
Bu kahraman Kilisliyi tanıyın” diye anons ediyordu. Makale “Kilisli Kubadoğlu Süleyman Bey’in Şahadeti” idi. İşte tarihin tozlu sayfaları arasında kalmış bir Kilisli kahraman daha gün yüzüne çıkıyordu. İlhan Bardakçı, o ateşin üslubuyla Süleyman Bey’i şöyle anlatır: “Bu delikanlının adına Kaya Paşazade Kubadoğlu Halepli Süleyman Bey derler ki sıfatı onunla zümrütleşir. Kilis’in Müstedam Bey Mahallesinde Osman Ağa’nın oğludur. (Kilis Halep’in bir sancağıdır, ondan dolayı orduda Kilislilere Halepli derlerdi.) Cevdet Paşanın tarihinden öğrendiğimize göre, Müstedam Bey Mahallesi Kilis’te değil, Halep’tedir. Süleyman Bey’in babası Osman Ağa Halep’e göçerek buraya yerleşmiştir. İlhan Bardakçı, batı tarihini iyi bildiği gibi, Batılıları da iyi tanır, yıllarca Almanya’da yaşamıştır. Makalesinin kaynağı ise, Fransız rahip Marie Matthieu Saucar’ın hatıralarıdır. Bu rahip olayları bizzat yaşamıştır. Gözlemleri onun için bizce değerlidir. Türk Tarihi kaynaklarından ise Cevdet Paşa’nın “Tarihi Cevdet”inde Rıza Nur’un “Türk Tarihinde” ve çağımız Türk Tarihçilerinden Yılmaz Öztuna’nın “Büyük Türkiye Tarihi”nde Süleyman Bey’den geniş olarak söz edilmektedir.
Biz, bu tarihlerde geçen Süleyman Bey’le ilgili bölümleri ve İlhan Bardakçı’nın makalesini bu eserimize bağımsız olarak aldık. Sizlere Süleyman Bey’i tanıtmak için bir çaba sarf ettik. İlhan Bardakçı, Süleyman Bey’i şöyle tanıtır. “II. Selim’in teslim olmaları için Kıbrıs’a elçi olarak gönderdiği Kubat Çavuş ve 1605 yılı ocak ayının 4. günü kaptan-ı deryalığa getirilen Kilisli Kayapaşazade Kubadoğlu Mustafa Paşa kendisine onur veren dedelerinden ikisidir. Kubad ailesi daha sonra Türk oğlu Türk olan o bizim Halep’e yerleşmiş, Cezzar Ahmet Paşa bu 24 yaşındaki civanı orada yanına almış ve yaverliğine getirmiş.”
İşte böyle diyor İlhan Bardakçı. Biz de bu sözlere şunu eklemek istiyoruz: Bu Cezzar Ahmet Paşa’nın soyu daha sonra Kilis’e yerleşmiş, Cezzar’ın oğlu diye Kilis’te ün almışlardır. Kubadoğlu Süleyman Bey o zamanki Osmanlı sınırları içinde efsaneleşmiş, İstanbul’dan Kilis’e, Kilis’ten Afrika içlerine kadar hayatı ve yaptıkları destanlaştırılarak anlatılmıştır. Türk Tarihçileri bu kahraman Kilisliyi minnetle anmışlarıdır. Biz bu Kubadoğlu Süleyman Bey’in, bu Kilisli kahramanın bir filminin yapılmasını öneriyoruz. Bu konuda Kilisli romancılara büyük işler düşmektedir.
Süleyman Bey hakkında ve soyu hakkındaki bilgileri hazırladığım “Kilis’in Ünlüleri” adlı kitaptan buraya aktarıyorum.
KAYA PAŞAOĞLU KUBAD ÇAVUŞ
Kaya Paşa adlı bir Türk Beyi’nin oğlu olduğu biliniyor. Doğumu ve ölümü hakkında bilgi sahibi değiliz. Saraya girerek, çavuşluğa kadar yükselmiş, 2. Selim’in seryaveri olmuştur. Kıbrıs Meselesinden dolayı 1570 yılında Venedik’e elçi olarak gönderilmiş. Daha sonra savaş sırasında, Kıbrıslıların teslim olması için 2. Selim fermanını Kıbrıs’a götürmüştür.
KUBADOĞLU MUSTAFA PAŞA
Kaya Paşaoğlu, Kubad Çavuş’un oğludur. Doğum ve ölüm tarihini bilmiyoruz. 1605 yılı ocak ayının 24. günü Kaptan-ı Deryalığa getirilmiş. Osmanlıların 36. Kaptan-ı Deryası ünlü bir Türk Amiralidir.
KUBADOĞLU SÜLEYMAN BEY
1776 yılında Kilis’te doğdu. Babası Kubadoğlu Osman Ağa’dır. Kilis’te ilk mektebi okudu. Camiül Ezher’de öğrenim gördü. 24 yaşında Cezzar Ahmet Paşasının kumandasında, Akka Kalesi savunmasına katıldı. Akka savunmasını kıramayan Napolyon Fransa’ya kaçınca yerine General Kleber’i koyar. Süleyman Bey, Cezzar Ahmet Paşa’dan izin alarak Kleber’i Kahire’de takip eder ve hançerleyerek öldürür. Yerine geçen Fransız General Danu onu 16 Ağustos 1801 Cuma günü çarmıha gererek şehit eder.
Hayatı destan, bu kahraman Kilisli Kubadoğlu Süleyman Bey’i siz Kilislilere tanıtmaktan onur duyuyorum. Bu alimler ve kahramanlar yatağı Kilis ile gurur duyuyorum.
ZeytinDalı dergisinde sayın M. Hanefi Uzunçam’ın “Unutulan Kahraman Kilisli Süleyman” adlı yazını okudum. Sayın yazarın tespitlerine katılıyorum. Sayın yazarın tespit ettiği gibi Kilis’te Süleyman Bey’i kimse tanımıyordu. Ben de uzun araştırmalardan sonra, yukarıda hikâyesini anlattığım gibi Süleyman Bey’i araştırdım, tarihteki yerini tespit ettim ve küçük bir kitapçık olarak yayınlattım. İşte bu şekilde Kubadoğlu Süleyman Bey’i Kilisliler tanıdılar. Bu kitapçık Kilis Kütüphanesini ve evleri süslemektedir.
Biz bu kahramanı niçin tanımıyoruz? Kilisli niçin büyüklerine kıymet vermiyor? Bu şekilde birçok soru sorabiliriz. Ben bunu yanlış yönlendirmeye bağlıyorum. Çocukken hep biliriz, 7 Aralık gelince bir telaş başlar, piyesler oynanır, şiirler okunur, sonra her şey biter. Şimdi bile bazı aydın geçinenler yok Kalleş’e Kuvayi Milliye’yi simgeleyen bir heykel dikelim, yok Kilis’in adı mücahit Kilis olsun, yok yiğit Kilis olsun… Bunlar kolaycıların işi. Sen Kilis’i Türk dünyasına tanıtan, Kilis’i Kilis yapan ilim adamlarından, din adamlarından haber ver! Münşi Recep Paşa, Celal Paşa, Emin Vahit Paşa, Necip Asım, Kilisli Muallim Rıfat, Rıfat Kardam, Faruk Kadri Timurtaş, Mehmet Turgut, Seyfettin Başcıllar, Şevket Bulut… Daha adlarını sayamadığım birçok değer…
Bir örnek vereyim: Ömer Seyfettin Türk Edebiyatına Türkçe hikâyeler kazandırmıştır. Osmanlıcanın ağır baskısı altında Türkçe yazmak kolay iş değil. Ömer Seyfettin Gönenlidir. Gönen’de Ömer Seyfettin’in heykeli vardır. Necip Asım büyük biri Türk tarihçisidir. Türk tarihini Orta Asya’dan başlatan ilk Türk tarihçisidir. Bugünkü Türkiye Cumhuriyetinin düşünce kurucusudur. Diğer Kilisli büyük insanları tanımak, onlarını ne büyük insanlar olduğunu bilmek, Kilisliler için iftihar vesilesidir. Ne yazık ki sayın Hanefi Uzunçam’ın dediği gibi, yufka yürekli, korkak ve hilekârlara verilen değerler, bu büyük insanlara verilmemektedir.
KİLİSLİ KUBADOĞLU SÜLEYMAN BEY’İN ŞEHADETİ
(İlhan BARDAKÇI)
Napolyon Mısır’a çıkmış ve hayal oltasına Osmanlı Türk’ünü de yem etmek için Akka Kalesi önüne gelmiştir de, burada Cezzar Ahmet Paşadan yiyeceği tokadı hiç hesaplamamıştır. Mısır’daki kuvvetlerin kumandanı General Kleber ile birlikte Akka surlarını süzerken: kale bedenleri üzerinde nefeslediği nargilesinin dumanını yüzüne havale eden paşanın bakışını, hiç unutmaz. Ama ya Paşanın omuz başında servileşen ve her huruç sırasında ordusunu darmadağın eden o meçhul delikanlı kimdir?
Bu delikanlının adına Kaya Paşazade Kubadoğlu Halepli Süleyman Bey derler ki, beylik sıfatı onunla zümrütleşir. Kilis’in Müstedam Bey Mahallesinden Osman Ağa’nın oğludur. 2. Selim’in teslim olmaları için Kıbrıs’a elçi olarak gönderdiği Kubat Çavuş ve 1605 yılı Ocak ayının 4. Günü Kaptanı Deryalığı getirilen Kilisli Kaya Paşazade Kubadoğlu Mustafa Paşa kendisine onur veren dedelerinden ikisidir. Kubad ailesi daha sonra Türkoğlu Türk olan o bizim Halep’e yerleşmiş. Cezzar Ahmed Paşa bu 24 yaşındaki civanı orada yanına almış ve yaverliğe getirmiştir. Ve ben şimdi, o çınar endam yiğidin peygamberlerine uzanışını anlatacağım sizlere…
Napolyon Fransa’ya firar edince, yerini Kleber alır. Zülum ve katliam başlar. Kleber Kölemen beylerinden Murad Bey’in haremi Nefise Hanım’ın evini basarak 120 bin altınına tasallut etmiş bir rezildir. Acımasız Kleber Ayn’ı Şems muharebesinde galip gelince ayaklanan ve zincire vurulan askerleri teker teker görmek ister. Kubadoğlu’nu aramaktadır. Süleyman Bey, arkadaşlarına işkence yapılacağını anlayınca “Aradığın benim bre çorbacı…” diye ortaya çıkar. Elleri çözülür. Kleber hakarete başlar. Elindeki kılıçla delikanlının göğsünü parçalar. Ama iki dakika sonra Süleyman Bey’in hançerinin kalbine saplanması ile son nefesini verir. Yıllardan 1801, günlerden 14 Ağustos Salıdır… Yerine geçen General Denu bu şahin bakışlı delikanlının ertesi gün cezalandırılacağını ilan eder. Önce Kleber’i hançerleyen sağ eli yakılacaktır. Demek ki Fransız Medeniyeti, aynı kişiye başka cezalarda uygulayacak asaletini ispatlayacaktır.
Günlerden 16 Ağustos 1801 Cuma’dır. Süleyman Bey çarmıha bağlanmış olarak getirilir. Sağ kolu ayrı bir tahtaya çakılmıştır. Yüzünün her zerresinde Peygamberinin şefaati dile gelir. Az sonra bir Fransız Çavuşu elinde bir kova ile yaklaşır. Ardındaki çömezi, meş’ale taşımaktadır. General Denu az ilerde sırıtmaktadır.
Kovadaki katran Süleyman Bey’in sağ eline sıvanır… Ve ateşlenir. Gerisini o sırada orada bulunan Fransız rahibi Marie Matthieu Saucar’dan izleyelim;
– Mahkumun sağ eli ateşlendiği sırada Kahire minarelerinden ezan sesleri yükseldi, Süleyman Bey’in yüzü kasılmıştı. Ama güler gibiydi. Sadece dudakları kıpırdıyordu. Dua ediyor olmalı idi. Fakat hayret, ne bir yanık kokusu ve nede tutuşan katranın dumanı… Yoktu. Harikulade bir olay yaşanıyordu. Eli bileğe kadar yandıktan sonra sanık sürüklenerek zindanına götürülürken General’in önünde bir lahza durdu. Engellenemedi. Sonra beklenmedik bir hadise oldu. Süleyman Bey, omzundan itibaren bağlanan sol kolunu iplerinden kurtardı, sol ile öbür kolunun ucundan bir gümüş sebu gibi ışıldayan sağ eline uzandı, çekip kopardı ve Generalin suratına fırlattı.
Bir zenciye dönüşen General, “Götürün bu büyücüyü!” diye bağırdı. Yarın ikinci infazı yaparız.
Ve ertesi gün Süleyman Bey, ortaçağ’da Eflak Voyvodalarının Türk akıncılarına uyguladıkları şekilde kazığa vuruldu. General Denu, Fransız subaylarına kahramanlığını gösterecektir. “Bakın nasıl yalvartacağım” diye efeleniyordu.
Oysa kazığa vurulan kahraman; Kilisli Kaya Paşazade Mustafa Paşa ahfadında Kubadoğlu Süleyman Bey’di. Fransız sünepesi nereden bilecek ve anlayacaktı bu asalet sırrını.
Kazık, boynunu da delip dışarıya fırladığı sırada dudaklarından sadece bir kelime-i şahadet velvelesi, bir lamelif gibi firdolayı dolandı meydanda… O anda kopan fırtına, bu Yaradan’a teslimiyetin mekansızlığa taşıdı.
Sonra, bir nurlandı ki bu aziz şehidin bedeni, hiç sorulmaya. Önce şafak kızıllığına peçeledi sonra elmasa kesti. Cesedini kaldırmak için koşuşan Fransız ve Arap askerleri, apışıp kaldılar. Kaya Paşazade torunu ortada yoktu. Boş çarmıha dokunmak istediler, yıldırımla çarpılmışçasına etrafa uçuşur oldular.
Gökyüzünde çok yukarılarda bir gemi yol alıyordu. Belli bir sahile yıldız misal kayıp giden teknenin yelkenleri, sizlerin şimdi bu cuma günü mırıldanacağınız Fatiha saltanatı ile fora edilecek. Unutmayınız.
***
KUBADOĞLU SÜLEYMAN BEY ve KLEBER’İN ÖLÜMÜ
(Yılmaz ÖZTUNA)
Bonaparte ağırlıklarını gece gizlice gömdükten sonra Akka önlerinden çekildi. 2 ay, 4 gün süren muhasara hiç bir netice, hatta umut vermemişti. 1799 14 Haziranda, Türk kuvvetlerinin takibi altında Kahire’ye can attı. Sonradan: “Akka’da durdurulmasaydım bütün doğuyu ele geçirirdim” demiştir.
Bu zafer Cezzar Ahmet paşanın adını bütün Avrupa’ya duyurdu. Ve Bonaparte’nin bu ilk mağlubiyeti sevinçle karşılandı. 3. Selim Ahmet Paşa’ya altın çelenk gönderdi. Napoleon Bonaparte, Akka’da aldığı dersi hayatının sonuna kadar unutmadı ve birdaha asla kale muhasarasına girişmedi. Doğu intibalarını hayatının sonuna kadar unutmayan Bonaparte Mısır Başkumandanlığına Generallerinin en değerlisi olan Kleber’i getirmiştir. 1800 yılı boyunca ve ertesi yılın ilk aylarında Fransızlar gittikçe ağırlaşan şartlar altında Mısır’ı elde tutmaya çalıştılar. XVIII. Asır bitmiş XIX. Asır başlamıştı. Fransız ihtilalinin getirdiği fikirler Avrupa’yı alt üst etmiş, Bonaparte, Avrupa’nın siyasi coğrafyasını temelinden değiştirip. İmparatorluğunu ilan etmeye hazırlanıyordu. Fransa’yı Dünyanın mutlak şeklinde birinci devleti haline yükseltmiş. “Birinci konsül” sıfatıyla Cumhurbaşkanı olmuştu. Sadrazam ve Serdarı Ekrem Yusuf Ziyaeddin Paşa Filistin’in güneyinde Gazze’ye gelmişti. Kahire’ye girmek istediyse de Klebere mağlup oldu. Ancak Fransızlar, son güçlerini sarf ediyorlardı. 14 Haziran 1800 de Kilisli Süleyman Bey adlı 24 yaşındaki bir Türk’ün Kleber’i hançerleyerek öldürmesi, Fransızların durumunu büsbütün nazik bir sahaya getirdi. Süleyman Bey, ateşli işkence yapıldıktan sonra kazıklanarak şehit edildi. Kaptanı Derya Küçük Hüseyin Paşanın 10 gemiyle İskenderye’de Fransızların ricat yolunu kesmesi üzerine yeni kumandan General Belard Mısır’ı boşaltmaya mecbur oldu.
Büyük Türkiye Tarihi
Cilt: 6, S: 395-396
***
KUBADOĞLU SÜLEYMAN BEY ve FRANSIZLAR
(Dr. Rıza NUR)
İşte Bonopart Mısır’da 14 ay oturduktan, beyhude yere bir çok kanlar döktükten, şöhret ve iktidar hırsının sevkiyle bize ve Fransa’ya karşı yaptığı işten sonra en sonunda silah arkadaşlarını da bu kadar kanını döken çöllerde güneş altlarında aç susuz türlü bela ve bunları da sırf Bonapart’ın hırsı yüzünden çekmiş olan zavallı askerleri de bırakıp kaçtı. Bunlar çölle, denizle kuşatılmış, ölüme, mahva mahkum vatan cüda bir avuç insandı. Napolyon kendi hırsı şanı için getirdiği, yarısını öldürdüğü bu askerleri böyle bir şan vesilesi gördü ya. Bunun için babası olsa ateşe atıp kendisi şana koşar. Hem onları getirip ezmek, hem de sonra ağzını açmış bir ölüme terk etmek doğrusu insanı bütün hayatınca, bu da kafi değil, bütün evlat ve ansalince utandıracak bir ahlaktır. Askerler Bonapart’a bol bol küfürler savurdular. Bonapart’ın mektuplarını alan Kleber 31 Ağustos’ta Kahire’ye gelip Bonapart’ın Özbekiye Meydanında oturduğu eve oturdu. Askere bir beyanname ile başkumandan olduğunu, kendilerine Fransa’dan imdat geleceğini ilan etti.
Artık Kleber Mısır’da ebedi surette oturmayı kurmuştu. Ona göre hareket ediyordu. Fakat bu aralık Süleyman adında bir Halepli (Kilisli) Kahire’ye geldi. Süleyman 25 yaşında ve Ezher Camii talebesindendi. Her yıl Halep’e gider gelirdi. Pek dindardı. Mekke’ye, Medine’ye de Hacca gitmiştir. “Afrika Delili” adındaki eser bunun adının “Hüseyin” olduğunu söylüyordu. Bu ateşli genç Hicaz’dan dönüp Kudüs’e geldiği vakit Yusuf Paşa ordusunun bozgun askerleri oraya gelmişlerdi. Onların perişan hallerini görmüş, Fransız askerinin hunharlıklarını işitmişti, gayreti, himmeti galeyana gelmişti. Hemen Kleber’i vurarak Fransızların İslam’ın başına getirdikleri felaketin intikamını almaya karar verdi. Bir hançer satın aldı. Bir deve kiralayıp ilk kervana katıldı. Kahire’ye gelince doğruca Ezhere gitti. Fikrini hocalarından ve mühim şeyhlerden dördüne söyledi. Onlar da tasdik ettiler. 40 gün 40 gece oruç tutup namaz kıldıktan sonra 10 Hazirandan itibaren Kleber’i takibe başladı. Üç gün dolaştı. Nihayet Kleber’in Özbekiye’deki sarayının bahçesine (şimdi orada Şepert Oteli vardır.) Girmeyi düşündü. Bu sarayın bazı yerleri isyan esnasında gülle ile yıkılmış olduğundan tamir olunuyor. Kleber içinde oturmuyordu. Fakat her sabah gelip tamirata bakıyordu. Boş bir sarnıca saklanıp bekledi. Bir kaç saat sonra Kleber mimarla beraber gelip mimara yapacağı şeyleri gösteriyordu. Süleyman sarnıçtan çıkıp Kleber’in ayaklarına kapanarak bir arz-ı hal verdi. Kleber arz-ı hali okurken birden kalkıp hançeri Kleber’in kalbine dört defa daldırdı. Kleber yere yıkıldı. Mimar elindeki kalın sopa ile Süleyman’ın kafasına vurmuşsa da Süleyman onu da yere devirdi. Bunların bağırmasına askerler yetişip Süleyman’ı enkazın arkasında yakaladılar. Bir rivayete göre Süleyman civarda bir bahçeye gizlenmişse de evin sahibi bir kadın haber verip tutturmuştur. Mimarın yarası iyi olmuşsa da Kleber bir iki saat sonra ölmüştür.
Süleyman fiilini ikrar etti ve hiç kimsenin teşviki olmaksızın sırf himmet saikasıyla bu işi yaptığını söyledi. Fransızlar, Süleyman’ı ilk önce bir kolunu ateşe sokup yaktıktan sonra kazıkladılar. Ve iki hafta kazıkta bıraktılar. Böcekler, kargalar bütün etini yedi. Kazıkta yalnız iskeleti kaldı. Vay medeni Fransızlar Fransız müellifleri bunu mazur göstermek için “Memleketin kanunu buydu” diyorlar. Eee… Pekiyi… Mısırlılar vahşiyse sizde mi vahşisiniz?.. Hani sizin medeniyet iddianız? Onlar vahşi olmakla sizinde mi vahşi olmanız lazımdır?.. Bu zulüm nedendir? Hem hangi Müslüman kanununda kazıklama var? Adliye Kanunlarımız meydanda. Pekiyi kazıklama memleketin kanunuymuş. Önce mücrimin kolunu yakmak nerede?
Süleyman’ın fikrini söylediği dört şeyhi ve Ezher’de yattığı Şamlılar revakındaki adamları da tutup kafalarını kestiler. Bunların ne kabahati var? Fiilde müşterek değiller, yalnız yapacağını onlara söylemiş Fransızlar pek iyi biliyorlar ki, Süleyman bunu ta Kudüs’te niyet edip gelmişti. Şeyhlerin haber aldıkları bir cinayeti Fransız’a söylememeleri ise kafa kesilmesi cezasını icap ettiren bir cinayet değildir. Kleber, Kahire’nin etrafındaki tepelerden biri üzerine büyük bir alayla gömüldü.
Sonra Fransız ordusu Mısırı tahliye ederken Kleber’in kemiklerini de Marsilya’ya götürdüler. O vakit Süleyman’ın iskeletini de kazıktan alıp Paris’e götürmüşlerdir. Bu iskelet halen Paris’in “Nebatat Bahçesi” müzesindedir. Kleber’in kemikleri ise Strasburg’a götürüldü. Çünkü oralıydı. Fransız kitapları diyorlar ki elan alimler Süleyman’ın cümcümesinde (kafatasında) taassup hadebeleri (yumruları) aramaktadırlar. Bu adamlarda tuhaf bir haleti ruhiye var. Doğuda ne hamiyet, ne kahramanlık numunesi olursa olsun hepsi taassuptandır. Onda Vatanperverlik nişaneleri arasalar, onda pek yüksek olan milliyet gayreti merkezlerini keşfetseler daha akıllı davranırlar.
(Türk Tarihi, Cilt: 10 Syf. 227-228-229)
***
KUBADOĞLU SÜLEYMAN BEY’İN ŞEHADETİ
(Cevdet Paşa)
General Kleber Özbekiye’de sakin olduğu hanenin tamiri keyfiyetini ordu mimarına tarif ederek, bahçede gezerken bir şahıs zuhur ile maslahutlu tarzında Kleber’in yanına yaklaşıp arzıhal vermekle, Kleber kağıda ihale i nazar ettiği esnada yanında mahfi olan hançer ile bir kaç defa göğsüne darp ettikte mimar elindeki değnek ile bir kaç kere merkumun başına darp eylemiş ise de merkum onu dahi hançer ile yaralayıp kaçmıştır. Kleber bi hoş olarak yere düşüp bir kaç dakika sonra fevt olmuştur. Katil ise aradan firar ile civarda vaki bir bostana girip ihtifa etmiş idi. Mimarın feryadını işiten asakir yetişip keyfiyete muttali olduklarında hemen etrafa dağılarak önlerine geleni tutmaya başladıkları sırada pencereden bir kadın katilin firar ettiği mahali görüp haber verdiğinden hemen katili ahz ve ihzar etmeleriyle ledil İstindak: İsmi Süleyman, mevlidi Halep ve sinni 24 ve kendisi katib-i Arabi olup, mukkademe bir defa dahi Mısır’a vürud ve sene ikamet ile Camii Ezherde tahsil i ulum eylemiş idüğünü hikaye ve serdarı ekremin bunda medhali var mıdır deyip sual olundukta. Onun haberi olmayıp mücerret kendi sunu olduğunu ifade eyledikten sonra darp ve işkence olunması üzerine orduyu hümayün Mısır’dan Şama ricat ettikte Kleberi katl için yeniçeri ağasının talimi ile Gazze gelip oradan hican ile Mısır’a gelmiş ve otuz gün mürüründe bu işi işlemiş olduğunu söylemiş ve ahali Mısır’dan kimesneye ifşa-ı sır edip etmediği ledis sual: Camii Ezher müderrislerinden Seyyit Muhammet Kuts ve Seyyit Ahmet Vali ve Şeyh Abdullah Gazvi ve Şeyh Abdülkadir Gazvi nam dört zata söyleyip ve onlar gerçi bu işten vazgeç değu nasihat eylemiş iselerde onları dinlemeyip icar i meram eylediğini ifade eylemiş olması ile müderris efendiler ledit tahaharri üçü derdest olunup dördüncüsü bulunamamıştır. Bunun üzerine Süleyman ağanın bir eli ihrak olunduktan sonra kazığa vurulmuş ve üç müderris dahi Fransılaya ihbar ı keyfiyet etmedikleri cihetle canı edm olunarak başları kesilmiştir. Rahmetullahu aleyhum rahmeten vasie.
Fransızlar, hürriyet ve medeniyet avazı ile cihanı alt üst etmeye kalkıştıkları halde Arabistan canibinde çöl aşiretlerinin etmedikleri pek çok muamelat-ı vahşiyani icra eyledikleri gibi bu kere dahi Süleyman ağaya azim işkence ettiler, halbuki işkence tahtında olan istinaka asla emniyet olunamaz binaenaleyh iptida kimsenin bunda methali olmadığını beyan ettikten sonra yeniçeri ağasının talimi ile olduğunu söylemesi işkence eleminden kurtulmak için olmak ihtimaline mebni olduğundan, şayan ve şavk ve itimat olunmaz ve Süleyman ağanın idamı her devletin kanununa muvafık ise de yakmak ve kazığa vurmak kaide i
Medeniyet ve ihsaniyetin hilafi ve müderris efendiler Süleyman ağaya bu niyetten vazgeç deyu nasihat eylemiş oldukları tahkik etmiş iken canı adm ile idamları milel mutame Medine kanunlarına menafidir. Diyelim ki ol vaktin hükmünce saire ibret olacak icraata lüzum görmüşler. Buna Süleyman Ağa’nın idamı kafi idi ve tutalım ki Fransızlar kendilerine casusluk etmek üzere Mısır ahalisini mecbur etmek için müderris efendiler hakkında dahi velev ki bigayri hak olsun bir ceza tertibine lüzum görmüş olsunlar bari haps ve nefiy ile tehdit etmeliydiler, yoksa bunların idamına kadar gitmeye insaniyetsizlikten ve merhametsizlikten başka bir vehch bulunamaz anane ile mazbut olan rivayet mehliyeye nazar. İşbu Süleyman Merd-idiler. Halep şehrin de vaki müstedam bey mahallesinde sakin Osman ağa nam zatın oğlu imiş ve bunların ecdadı Kilis kazasından olduğu halde babaları Halep’e gelip ol vaktın eshabı nüfusundan Çelebi Efendiye hizmet ederek bu münasebetle Halep’te tavattun edip kalmışlar, Süleymanun validesi vefat ettikte pederi Osmanağa bir cariye alıp, Süleyman ağa ise bir sebepten dolayı cariyeye gücenerek elindeki kalemtıraşı atmış ve kazara kalemtıraş cariyenin boğazına isabet ile cariye fevt olduğundan Süleyman ağa nadim ve elinden böyle bir kaza zuhur ettiğinden naşi mükedder ve müteellim olarak terki edip gitmiş idi. Bu esnada berri Şam tarafında serseri gezerken orduyu hümayunun münhezim avdetinde din karındaşlarının düçar oldukları felaket ve ıstırabı görüp müteasür olarak cümlesinin intikamını almak ve bu veçhile kendisinin cürmünü affettirecek bir ameli hayr işlemiş olmak üzer Fransızların seraskerini idam etmeye tesmim ederek Mısır’a gelip her veçhi meşruf Kleber idam ile icrayı meram etmiştir. Fakat bu uğurda camii Ezher müderrislerinde üç bi günah zat dahi onunla beraber şehit olup gitmiştir.
(Tarihi Cevdet
7. Cilt Syh. 159-160-161
Yeni Harflere Çeviren
Abdülhamit TEKTUNA)