Kilisli Muallim Rıfat Bilge’nin Anıları-1
Ahmet ELMALI
EVLİYA ÇELEBİ ve AHKÂMI KUR’AN TABI
Evliya Çelebi Seyahatname’sinin bastırılmasını ilk düşünen Necip Asım Bey olmuştur. İkinci cildin başındaki mukaddimeden anlaşılıyor ki 1314’te (1898) Necip Asım Bey buna dair bir makale yazıyor. Bu makale üzerine Ahmet Mithat Efendi eserin bastırılması için teşvikatta bulunuyor. Nihayet ikdam müdürü Ahmet Cevdet Bey hamiyet gösteriyor, kitap basılmaya başlıyor.
Yazık ki o zaman Necip Bey bu eserin yalnız bir nüshasından haberdarmış. O da Üsküdar’da Selimiye dergâhında Pertev Paşa kütüphanesinde bulunan nüsha imiş.
Bu hususta Necip Bey şöyle diyor:
“Yorgunluğu göze alarak kütüphaneleri kâmilen dolaştım, Evliya Çelebi Seyahatnamesinin diğer nüshasını hiçbir yerde bulamadım. İşte bunun için bunun tab’ında mevcudun usulüne riayet edemeyeceğiz.”
Necip Bey doğru söylemiş ve hakikaten ikinci nüsha bulunamamıştır. Vakıa Babıâli’de Hacı Beşir Ağa medresesindeki kütüphanede bir nüsha var imişse de bunların varlığına 1314 senesinde vakıf olmak imkânsızdı. Çünkü Beşirağa Kütüphanesi belki yılda bir kere açılır kapanırdı, sebebi ise hafızı kütüplük maaşının azlığı o günkü maarif nezaretinin ise ehemmiyet vermemesi idi. Topkapı sarayındaki kütüphanelere gelince bunlar 33 sene açılmamıştır. Ancak meşrutiyetten sonra kütüphanelere ehemmiyet verildiği gibi saray kütüphaneleri de herkese açtırıldı.
İşte bu münasebetle ikdam matbaasının bastırmış olduğu altı cilt hep Pertev Paşa nüshasından basılmış ve tashihine dikkat edilmiş ise de nüsha farkları gösterilememiştir.
İkdam Matbaası bu kitabın altı cildini bastırdıktan sonra birden bire tatil etti. Bana merak oldu. Bir gün Cevdet Bey’i ziyaret ettim. “Beyefendi niçin böyle yaptınız, şu hayırlı işi yarım bıraktınız?” dedim.
“Bu işten müteessirim. Ne çare ki sansür üzüntüsünden kurtulmak için böyle yapmaya mecbur oldum” dedi.
Aradan zaman geçti, Köprülüzade Fuat Bey’in riyaseti altında toplanan (Türk Tarih Encümeni) bu eserin ikmal edilmesini arzu ederek istinsah ve tahsis işlerini bana havale etti.
Yedinci ciltten başladım ve diğer ciltlere benzemek için Pertev Paşa nüshasını esas edindim. Fakat ben Hacı Beşir Ağa nüshası ile hem de Topkapı sarayındaki nüshalarla mukabele ettim. Nüsha farklarını yazdığım gibi tashih yolunda acizane haşiyeler de koydum.
Yedinci cilt bitti sekizinciye başladım, o da o suretle bitti. Tam dokuzuncu cilde başlamak üzere iken Harf Kanunu çıktı, başlanılamadı, kaldı.
Bir vakit sonra müverrih Ahmet Refik Bey bana uğradı. Seyahatnamesinin dokuzuncu, onuncu ciltlerini yeni yazı ile çıkarmayı bana teklif ettiler, ben de kabul ettim ve “Seninle işbirliği yapalım verilen parayı kardeş payı paylaşalım” dedi.
Teveccühüne, iltifatına teşekkür ile “Bu sırada çok meşgulüm, vaktim yoktur” diye özür diledim.
AHKÂM-I KUR’AN
Evkaf Nazırı (Hayri Bey) bir takım zevatın teşvikleri ile Şehzade Camii’ne muttasıl (İmal yurdu) olan binayı Evkaf Matbaası diye matbaa haline koydu.
İlk evvel hangi kitap basılsın diye bir komisyon teşkil etti. Komisyon ilk kitabın İmamı Cessas’ın eseri olan Ahkâmı Kur’an olmasına karar verdi. (Cessas) 370 tarihinde vefat etmiş Hanefiye imamlarındandır. Eseri bütün âlemi İslam’da makbul ve meşhurdur.
Kitabın tashihi için iki zat seçilmiş idi. Birisi Hisar mebusu Kamil Efendi, diğeri Halep mebusu Şeyh Beşir Gazzi Efendi. Bilmem kimin sözü ile beni de onlara kattılar.
Çalışmak için Divan yolunda Atik Ali Paşa camii şerifinin kapısı yanındaki taş mektep intihap edildi. Hamiyetli bir zat olan Müessesatı İlmiye Müdürü Nail Reşit Bey bunu tefriş, tenvir etti, bir de odacı tayin eyledi.
Kitabın nüshaları oraya celp edildiği gibi müracaat için mühim kitaplar da getirtildi. Kitabın altı nüshası vardı. Bu nüshaların hepsine bakmak, farklarını görmek zor bir işti. İlk celsede ben dedim ki:
“Avrupalıların yaptıkları gibi bir nüshayı esas tutalım, diğer nüshalarda görülen farkları sayfanın sonuna haşiye tarzında gösterelim.”
Şeyh efendi bunu kabul etmedi, “Âlemi İslam’da böyle bir usul yoktur, bu usulü doğruyu yanlıştan, tefrike gücü yetmeyen acizler yaparlar. Bir de bu usul okuyanları lüzumsuz yere işgal eden, bir de okuyan tefrike muktedir değil ise mümkün ki en yanlış farkı kabul eder, yanlış bir yola gider!”
Yüzünü bana çevirdi:
“Biz mebusuz, her gün meclise gitmeye mecburuz. Başka işlerimiz de olur. Biz pek uğraşmayız, sen kitabı sayfa sayfa oku, farklı kelimeleri bir cetvele al, hangisinin doğru olduğuna hükmetmek için başka ana kitaplara müracaat et, doğrusuna işaret eyle, sebebini de yaz, sonra mukabele için okuduğumuz zaman bu farkları ve onlar hakkındaki fikrini bize söyle, biz de muhkeme eder birisini kabul ederiz, Bu zor iştir, çok uğraşmak ister. Hayırlı sevaplı iştir, çekinme, korkma, Cenabı Hak’tan yardım iste, inşallah muvaffak olursun” dedi.
Şeyh Efendinin sözünü kabul ettim, uğraşmaya başladım. Gerek ondan, gerek Kamil Efendiden gördüğüm iltifat üzerine gayretimi her gün arttırdım. Beş-altı celseden sonra Kamil Efendi işlerinin çokluğundan dolayı çekildi. Şeyh efendi ile ikimiz kaldık. Şeyh Efendi bana çok itimat ediyordu. “Gelemediğim günlerde formayı bekletme istediğin gibi tashihe mezunsun” demişti.
Bu suretle birinci cilt bitti, ikinciye başlandı 2, 3 forma sonra Şeyh Efendi, Halep’e gitmek istiyordu. Gitmeden bir gün evvel bana geldi. “Haydi seninle Evkaf müsteşarı Münir Beyefendi’yi ziyaret edelim” dedi.
Gittik, Münir Bey Şeyh Efendi’ye karşı hürmette bulundu, bana da iltifat etti. Biraz konuştuktan sonra şeyh efendi:
“Vallahi ya Münir Bey Halep’i, Şam’ı, Beyrut’u, Mısır’ı pek iyi bilirim, bunların âlimleri, edipleri ve meşhur musahhihleri ile görüştüm. Şu Rıfat’ı bunlardan hepsinden büyük buldum. Bunun kıymetini biliniz, bunu takdir ediniz. Bu her kitabın tashihini hakkı ile yapacak kudreti haizdir” dedi.
Münir Bey:
“Evet şeyh efendi, Rıfat’ı biliriz. Takdir ederiz. Hüsnü şahadetinize teşekkür ederiz” diye mukabelede bulundu, sonra da bana döndü:
“Şayet ben gelmezsem rica ederim bu kitabı bırakma, gayrette devam et Cenabı Hak’kın tevfik velinayeti seninle beraber olsun” diye bana dualar etti ve birkaç gün sonra Halep’e gitti.
O sanki istikbali görmüş ve söylemişti. O Halep’e gittikten sonra Halep düştü. Yol kapandı. Şeyh efendi bir daha gelemedi. Nihayet orada müftü olarak kalmış. Ve birkaç sene evvel rahmeti rahmana kavuşmuştur.
Merhum zeki idi. Arap lügatında edebiyatında çok yüksekti, fakih idi muhaddis idi, müfessir idi. Türkçe konuşması da künhünde idi.
315’te Ziya Paşa merhumun tercii bendini Arapça nazım etmiş, 1898’de Mısır’da bastırmıştı,
Bana bir nüsha hediye etti, hâlâ saklar, her okudukça onu hürmetle yâd ederim.
Bana o tercümeyi verdikten sonra bir gün sordum:
– Başka bir eseri tercüme etmeyip de bilhassa bu Tercü Bendi tercümedeki hikmet nedir, lütfen söyler misiniz, derdim. Cevaben:
– Bunun kadar hakimane güzel bir manzume ne sizde, ne de bizde var. Bu Tercii Bend icaz derecesinde güzel bir şeydir. Onun için tercüme ettim, dedi.
Şeyh Efendi gelmediyse de ben gayret ettim. 2’nci cildi bitirdim. 3’ncü cilde başladım. Fakat matbaa gittikçe revnekanı kaybediyor, hatta evkaf nezaretinde bir de matbaa düşmanlığı hâsıl oluyordu.
KAYNAK: Şinasi ÇOLAKOĞLU’nun “Anılar ve İnsanlar” (1997) adlı kitabından alınmıştır.