Dolar 34,8190
Euro 36,7364
Altın 2.958,92
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kilis 17°C
Parçalı Bulutlu
Kilis
17°C
Parçalı Bulutlu
Sal 15°C
Çar 16°C
Per 15°C
Cum 13°C

Kilisli Muallim Rıfat Bilge’nin Anıları-12

Kilisli Muallim Rıfat Bilge’nin Anıları-12
A+
A-
28.07.2015
1.064
ABONE OL

Ahmet ELMALI

 

YEMEN’E GİTMİŞ BİR MUALLİMİN HATIRASI

Vaktiyle Beyazıt’ta kütüphane altında bir matbaa vardı. Buna Akif Efendi Matbaası derlerdi. Akif Efendi burada, Muhammediye, Ahmediye, Yeni Cenk, Âşık Kerem, gibi kitaplar basardı. Bunun Ahmet Nuri Efendi isminde bir hemşirezadesi de vardı. Tarafımdan vuku bulan teşvik üzerine 313’te Darül-muallimine girdi, dört sene sonra Rüştiye kısmından mezun oldu. Rüştiye muallimi olacaktı. Herkes Yemen’den kaçar, gitmemek için türlü vasıtalara başvururken bu zat Yemene gitmek istedi. Geldi benimle istişare etti.

– Yakın, havası güzel yerler varken niçin Yemen’i tercih ediyorsun, dedim. Yerini tahkik ettim. Yemen Arapça itibariyle bütün Arabistan’da birinci imiş… Ahalisi Arapçayı çok fasih konuşurmuş. “Arapça öğrenmek için gidiyorum” dedi. Aklımda kaldığına göre Yerim kazasına tayin edildi, gitti.

Yemen’i sevdi, on seneden ziyade Yemen’de kaldı. Bu kazadan diğerine nakil tarikiyle birkaç kere yer değiştirdi. Günün birinde bir tatil zamanı İstanbul’a geldi. Sırtında kalın şayaktan bir elbise, üzerinde kalın pamuklu bir hırka, onun üstünde kalın bir cübbe vardı.

Temmuz ayı idi. Sıcaktan herkes kavrulurken o omuzlarını oynatır, cübbesine bürünür, “Ah ne kadar soğuk var!” dedikçe biz gülmekten katılırdık. Bir gün, “Bize Yemenin ahvalini anlatınız” dedik. Bize şunları anlattı:

– Yemen çok güzel bir kıtadır, hele Sana İstanbul, Beyoğlu gibidir. Yeri yüksek olduğu gibi binalar da birkaç katlıdır. Havası gayet latif, cennet gibi bir yerdir. Yemenin yalnız Tilhatve çok sıcaktır, havası da ağırdır.

Yemenliler çok iyi adamlardır. Hele bir kere birisine hüsnüzan ettiler mi bir daha onun hakkında suizan beslemezler. Doğru söylerler, doğru söyleyeni severler, yalancıdan hoşlanmazlar. Mümkün ise onu aralarından kaçırmak için uğraşırlar. Çocuklarının okuduklarını ister, bunun için de mektep muallimine hürmetler riayetler ederler.

Gece olunca eğniyadan, eşraftan birisinin hanesinde toplanır, sabaha kadar görüşür, konuşur, ikide bir de kahve kabuğunu kaynatır, suyunu içer uykusuzluğa pek dayanırlar.

Toplantılarda herkes gördüğü bildiği, okuduğu şeyden bahseder, Hazır bulunanları dikkatle dinler, aklının almadığı bir şey olursa tenkit eder, o şey hakkında münakaşa yaparlar.

Onların en ziyade hoşlarına giden şey görmedikleri, memleketler, görmedikleri insanlar hakkında malumat almaktır.

Bir gece büyük bir adamın hanesinde toplanmıştık. Öteden beriden, dereden tepeden lakırdı söylendi. Sonra söz “İslam dünyasında en büyük cami hangisidir?” diye ortaya bir bahis atıldı. Bütün Yemenliler hepsi bir ağızdan:

– Şüphesiz ki, en büyük cami Sasna camiidir. Bundan daha büyük bir cami olmadığı gibi daha büyüğü yapılmak da imkânsız, dediler.

Ben susmuştum. Halim nazarı dikkati çekti. Hane sahibi:

– Ya muallim efendi, sen sustun, bu hususta sen ne dersin, diye sordu.

– Ya seydi, bu zatlar Sana camisinden daha büyük bir cami görmedikleri için sözleri doğrudur. Fakat bilmiş olsunlar ki, İstanbul’da Ayasofya camisi var, o bundan çok büyüktür, dedim.

Bunun üzerine o zatlar kızdılar:

– Muallim efendi bu sözü ispat edebilirse kabul ederiz, yoksa kendisine yalancı gözü ile bakar ve memleketten çıkarılmasını isteriz, dediler.

Hane sahibi:

– Ya muallim efendi, haydi bakalım ispat et, dedi.

– Nasıl ispat edeyim, kimi huzurunuza getireyim, bu benim için müşküldür, dedim.

Hane sahibi bir çare buldu:

– Yarın biz mahkemeye gider, kadıya arz ederiz. Muallim efendi şöyle bir iddiada bulundu: Ya ispat etsin yahut içimizden çıksın gitsin deriz, dediler.

Sabahında kadıya gitmiş aleyhimde dava açmışlar.

Kadı insaflı imiş, demiş ki:

– Bu garip adamdır, kimseyi bilmez. Ben kazalara bir mübaşir göndereyim İstanbul’a gitmiş kim varsa bir haftaya kadar buraya gelsinler, fakat mübaşirin gelen adamların masrafını şimdilik siz çekiniz Eğer muallim kazanırsa sizin bu masrafınız   yanar, eğer siz kazanırsanız onu muallim efendinin maaşından keseriz.

Bunlar razı olmuşlar birkaç kazaya mübaşirler gönderilmiş, ondan ziyade insan gelmiş, kadı mahkeme için bir gün tayin etmiş. O gün için beni de çağırttı.

O gün davacılar, davayı işitip merak edenler hep toplandılar. Cemaat iki yüzden ziyade idi. Kadı efendi yerine geçti. Her-kes karşısında durdu. İstanbul’u görenleri birer birer çağırdı, yemin ettirdi, kitaba el bastırdı.

– Sen İstanbul’a gittin mi, Ayasofya camisini gördün mü? Sana camisinden büyük mü, küçük mü? Allah için söyle, dedi.

Şahit:

– Vallah, billah falan tarihte, gittim, Ayasofya Camii’ni gördüm, içinde namaz kıldım. Sana camisinden çok büyüktür!

Şahadet etti, şahadeti deftere geçti.

Sonra diğer şahide, diğer şahide soruldu. Hepsi de aynı su-rette şahadet ettiler.

Bunun üzerine kadı efendi, “Muallim efendi doğru söylemiş-tir” diye hakkımda hüküm verdi. Hüküm ilama raptedildi, bana verildi.

Bu şahadetin neticesinde davacı olanlar bana tarziye verdi-ler, benimle musafaha ettiler, beni alkışladılar. Bu kadarla da kalmadı, hane sahibi bana bir kat elbise yaptırdı.

Halkın nazarında mevkiim pek yükseldi, adım unutuldu beni ‘doğru muallim’ diye çağırmaya başladılar.

Nihayet Ahmet Nuri Efendi Yemen’den usanmış, İstanbul’a gelmek istemiş ise de Maarifi Müdürü müsaade etmemiş, bunun üzerine kaçtı, İstanbul’a geldi. Bu defa Nasire’ye gitti. Oradan geldi Taife gitti. Oradan geldi Bursa’ya gitti, Uludağ’da bir köy hocası oldu.

Onu İstanbul’da bırakmak için çok çalıştımsa da istemedi, burada kalsaydı maksadım onun vasıtası ile Yemen lehçesi hakkında bir kitap yazmaktı, muvaffak olamadım.

 

KAYNAK: Şinasi ÇOLAKOĞLU’nun “Anılar ve İnsanlar (1997)” adlı kitabından alınmıştır.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.