Dolar 36,2225
Euro 38,0047
Altın 3.352,91
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kilis 11°C
Az Bulutlu
Kilis
11°C
Az Bulutlu
Cts 12°C
Paz 14°C
Pts 13°C
Sal 10°C

Kilisli Muallim Rıfat Bilge’nın Anıları-4

Kilisli Muallim Rıfat Bilge’nın Anıları-4
A+
A-
03.07.2015
970
ABONE OL

Ahmet ELMALI

”DARABATI AŞK” SAHİBİ İHYA EFENDİ                         

Sivas Valisi Reşit Akif Paşa valilikten intisal ile İstanbul’a geldiği zaman bu zat da Tokat’tan kalkmış İstanbul’a gelmişti. O zaman ben esir pazarında Arnavut hanında otururdum. Karşımızda Nevşehir hanı vardı. “Darabıtı Aşk” sahibi İhya Efendi o handan bir oda tutmuştu. Onunla orada tanışmıştık. Her sabah her akşam, her gece Arnavut hanın altındaki kahvede birleşirdik.       

İhya Efendi’nin kuvveti hafızası müthişti. Nedim, Nef’i, Baki, Fuzuli divanlarını, Farisi divanlardan Şeyh Sadi, Kaani divanlarını ezberlemişti. Fakat Arapça ile başı o kadar hoş değildi.

Sözümde yalan yok, mükerrer tecrübe üzerine söylüyorum. Ona mezkûr divanlardan hangi bir gazelin, hangi kasidenin ilk mısrasını söylemek kâfi idi. Aşağı tarafını okurdu.

Kendisi de oldukça iyi bir şairdi. Çok şiir söylemiş ve söylerdi. Zihni hiç boş durmaz, mütemadiyen kalbine şiir yazar dururdu. Sözüm anlaşılmadıysa izah edeyim: Nargile içerdi. İki- üç nefes çekince:

– Durun, şimdi bir söyledim, size okuyayım, lütfen yazınız, derdi.

Hele on beş dakika kadar düşünürse bir kaside söylerdi.

O’na; “Şu manzumda, şu kafiyede bir gazel isteriz” diyen olursa “Peki” der, derhal söylerdi.

Şiirine çok meftundu. Her münasebetten istifade ile bir gazelini veya kasidesini dinletmek isterdi. Biz de seve seve dinlerdik. Fakat dinledikten sonra iş fenalaşırdı. Şöyle ki elli beyitlik bir kasideyi ezberden okuduktan sonra, Bu kasidemi nasıl buldunuz?” diye sorardı. Tabii “İyi güzeldir” derdik.

Bu sualden sonra ikinci bir sual sorardı. “Bu kasidenin hangi beytini beğendiniz?” derdi. İşte bu sualin cevabı acı idi. Bir beytini beğendiysem de aklımda tutamadım, dedim mi anlaşılıyor, beğenmemiş, etmemişsiniz der ah çekmeye başlardı. Bunu atlattıktan sonra bir teklifte daha bulunurdu:

– Rica ederim şu kasidemden bir beytini olsun ezberleyin, derdi, biz de hatır için ezberlerdik. Bu da bir şey değil, bir hafta, bir ay, iki ay rast gelirse ilk suali:

– O beyit ne idi bakayım, aklında duruyor mu? Unutmuş isen yine ah çeker, “Rica ederim ne olur unutmayınız!” Diye yalvarmaya başlar ve beyti tekrar okurdu.

Tokat’ta sıra selviler varmış, onları tavsif için bir kaside söylemişti. Ben o kasideden bir beyit seçmiş ve “Bununla iktifa edeceğim, gücenme” demiş, güvenmeyeceğine dair    söz almıştım.

O beyit şudur:

”Ey mah seninle ikimiz yan yana gelsek

Şemsiyelik etse bize ziybende ağaçlar.”

Bu zat eş’arının bir kısmını bastırdı, ama (Darabatı Aşk) dedi.

Kendisinin ifadesine göre bu zat küçük işlerde çalışırmış. Derken Reşit Akif Paşa Sivas’a vali olmuş bu zat paşaya bir kaside vermiş, paşa kasidesini beğenmiş, onu Tokat mahkemesine aza yaptırmış. Fakat şair yaratılmış adam zorla hâkim olabilir mi? Bu zat mahkemede iki taraf davalarını takrir ederken elinde kalem şiir yazarmış, takrirden, verilen hükümden haberi olmazmış.

Buna defalarca “etme, tutma, azasın, reyin lazımdır mahkemede şairlik olmaz” diye hâkim tarafından edilen ihtarı dinlemez, o bildiğinden geri kalmazmış. Nihayet hâkim bunu paşaya şikâyet etmiş, buna mektup yazmış, nasihat etmişse de tesiri olmamış, neticede azalıktan azledilmişti. Sonra paşa İstanbul’a gelince bu da kalkmış gelmiş paşayı ziyaretle; “Paşam anlaşıldı mahkemede çalışamam, fakat bir idadi mektebinde  muallim olursam iyi hizmet edebilirim, bana ya Türkçe, ya Arapça yahut Farsça muallimliği için Maarif Nazırı Haşim Paşaya bir tavsiye verirsen beni ismim, gibi ihya etmiş olursun” demiş.

Paşa kabul ile Haşim Paşa’ya bir tavsiye vermiş. İhya tavsiyeyi götürmüş, bir kaside ile birlikte takdim etmiş. Haşim paşa memnun olmuş, idadi müdrünü huzuruna çağırmış, münhal ders aratmış. O sıra da Davut Paşa idadisinde Arabî, Arabî Farisi dersi açıkmış. Haşim paşa o gün o saat buna ders vermiş. Hem de “Bunların maaşı azsa çok geçmeden maaşını artıracağını vadediyorum” demiş.

Bir gün İhya Efendi kahveye geldi, memnun mesrur işi anlattı. Hem Reşit Akif Paşa’ya, hem Haşim paşaya dua ediyordu.

Şimdi artık maaşlı memur olduğu için ailesini de getirdi, bir ev tuttu, oraya yerleşti.

İhya bizi bırakıyoruz bırakma diye ricada bulunduk.

Bırakmam, haftada iki, üç gelirim, benim gamlı günlerimde bana arkadaş oldunuz, sizi hiç unutur muyum, dedi.

Aradan üç ay geçtikten sonra bir gün on dört yaşlarında oğlu ağlayarak geldi; “Baba gece kendisini asarak intihar etmiş sabahleyin vakıf olduk” dedi. Acıdım, ağladım lakin ne fayda.

Merhum birçok divanları ezberlemiş olduğu gibi Tokat, Sivas taraflarında yetişmiş on beş kadar saz şairinin türkülerini, koşmalarını, destanlarını, yeri düştükçe okurdu.

Kaç kere şunları sen söyle ben yazayım diye ricada bulundumsa da “Sonra yazarız” diye ileriye atıyordu. Belki kendisi bunları bir eser halinde bastırmak istiyor diye ısrar edemedim. Yazık ki kendisini kaybettiğimiz gibi o eserlerden de mahrum kaldık.

Şairi Madirzade İsmail Sefa Bey merhum Sivas’a nefyedilmiş olmakla İhya Efendi mahaza onun hatırı için Sivas’a naklihane etmiş, Sefa bey ile dost olmuş, gece gündüz beraber bulunmuştur.

“Sefa Bey’den çok istifade ettim o benim üstadımdır” diye iftihar ederdi.

Bir gün Nevşehir Hanındaki odasına gittim. Sırtında bir aba gördüm tabii sormaya lüzum görmedim fakat duramadı:

– Bu aba kimin abasıdır, diye sordu.

– Sizin abanızdır, dedim.

Bir ah çekti:

– Bu aba İsmail Sefa Bey’in abasıdır, terekesinden satın aldım, ben bunu giyerken koklarım, yakasını kollarını, eteklerini öper de öyle giyerim. Giymezsem olmaz, giysem eskiyecek diye titrerim. Mamafih eskise de İbrahim Etem’in hırkası   gibi yama üzerine yama vurur yine giyerim, dedi.

Merhum iyi bir Müslüman’dı, itikadı bütündü. Fakat teessürü fazla idi. En ufak bir şeyden ağlardı. Nasılsa küçük bir teessüre kurban olmuştur. Cenabı Hak onu af buyursun.

KAYNAK: Şinasi ÇOLAKOĞLU’nun “Anılar ve İnsanlar (1997)” adlı kitabından alınmıştır. 

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.