Kilisli Muallim Rıfat Bilge’nin Anıları-5
Ahmet ELMALI
KOLAĞASI NİYAZİ BEY İSTANBUL’DA
Hürriyetin ilanından sonra bir gün Saraçhane’deki İbrahim Paşa hamamına gittim, üst katta bir odaya girdim. Soyundum, havluya büründüm, çıkmak üzereyken Niyazi Bey içeriye girdi, soyunmaya başladı.
Ben içeriye gittim, guslettim, çabucak çıktım. Daha ben giyinmeden Niyazi Bey de çıktı, geçti oturdu.
Ben ona:
– Afiyetler olsun beyefendi, dedim.
Teşekkür etti:
– Size de afiyetler olsun, dedi.
Sonra beşaretle yüzüme bakarak:
– Sizi pek terbiyeli gördüm. Kimsiniz? İsmi âlinizi lütfeder misiniz, dedi.
– Kilisli Muallim Rıfat’ım.
– Çok güzel, çok iyi. Ben muallimleri severim, onlara çok hürmetim var. Teşerrüf ettiğime çok memnun oldum, dedi.
O sırada içeriye bir çavuş girdi, selam verdi. Elindeki mektupları takdim etti, yine selamladı çıktı.
Niyazi Bey mektupları birer birer açıyor, okuyor, kızıyor, yırtıyordu. Bu mektuplar belki yirmi kadar vardı.
Sonra bana:
– Şu mektupları okuyup yırttığım belki de merakınızı çekmiştir, müsaade buyurursanız size anlatayım, dedi.
– Buyurun kemali dikkatle dinlerim, dedim.
Niyazi söze başladı:
– Şu İstanbul’a geldim geleli her gün sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar yüzden fazla mektup alıyorum. Bunların bir takımı imzalı, bir takımı imzasız… İmzalı olanların sahipleri mağduriyetlerinden bu mağduriyetlerinin izalesi için emir verilmesini yahut falan nazıra tavsiye edilmesini istiyorlar. Hâlbuki bu isteyiş olmayacak bir şeydir. Hem de yolsuzdur. Ben kimim, neciyim, kuvvetim kudretim nedir? Düşünmüyorlar. Farz edelim ki doğru söylüyorlar, hakikaten mağdur olmuşlar. Fakat ben ne yapabilirim? Ben haydi bir kolağasıyım, Harbiye nazırına yahut başka bir nazıra nasıl hükmederim. Tavsiye versem ne derler? Tavsiyemi dinlerler mi? Bir de bakalım iş onların dediği gibi midir? Binaenaleyh bunların teklifleri saçmadır, hakikaten mağdur iseler bir hükümet var, ona müracaat etsin, haklarını istesinler. Hayır öyle değil, beni uşak gibi kullanmak istiyorlarsa bunlara cevap yazmak da bir iştir. Ben işimi gücümü bırakıp da bu mektup sahiplerine durmadan cevap yazacağım, ne ala. Onun için bu gibi mektupları yırtıp atmaktan başka bir çare yoktur, ben de yırtıyorum.
İmzasız mektuplara gelince, bunlar birer feceatnamedir. Bunları yazanlar vatanperver görünen bir takım vatansız hainlerdir. Mesela birisi diyor ki; “filan hafiye idi şöyle kötülükler yaptı, hala elini kolunu sallaya sallaya geziyor, bu melunu yaşatmamalı, sorgusuz sualsiz hemen ipe çekmeli!” Diğer bir mektup: “Falan mürteşidir, adam topluyor, kazan kaldıracak, meydan vermemeli. Hemen kafasını kesmeli” Diğer bir mektup “Falan mürteşidir, bir gün bırakmamalı, hemen malını mülkünü müsadere ile kendisini ya zindana atmalı yahut menfaya sürmeli” işte bu imzasız mektuplar da böyle hezeyannamelerdir.
Şimdi iş meydanda, eğer bu mektuplar hakikat ise yazan imzasını atmaktan niçin çekiniyor? İmza dahi koysa yine ben bir şey yapamam. Bunlar benim işim değildir, hükümet var, mahkemeler var, zabıta var, gitsinler oraya haber versinler. Hayır, hayır, bunların hepsi yalan, dolan, iftiradır, şahsi garaza müstenittir. Ben bu hakikati bizzat tecrübe ile anladım. Böyle mektupların bir ikisini tetkik ettirdim, söylenen sözlerin yalan olduğuna vakıf oldum, onun için bu çeşit mektupları da yırtıp atıyorum.
Bu mektuplar neticesinde şunu anladım ki, şu İstanbul içinde çok fesatçı, ahlaksız, menfaatperest, garazkâr insanlar var. Böyle insanlarla nasıl iş görülür? İşte şu haller beni çok düşündürüyor. Şuna buna iftira edenler kim bilir benim hakkımda da neler uydurmazlar? Bunun için karar verdim, askerlikten çekilecek, orada bir köyde çiftçi olacağım. Bu kararıma ne buyurursunuz?
Cevap olarak:
– Çok iyi yaparsın, temiz adını kirletmemiş olursun, dedim.
Bana teşekkür etti, ayrıldı.
KAYNAK: Şinasi ÇOLAKOĞLU’nun “Anılar ve İnsanlar (1997)” adlı kitabından alınmıştır.