Dolar 35,4226
Euro 36,3212
Altın 3.063,15
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kilis 14°C
Açık
Kilis
14°C
Açık
Paz 14°C
Pts 16°C
Sal 15°C
Çar 13°C

Kilisli Muallim Rıfat Bilge’nin Anıları-6

Kilisli Muallim Rıfat Bilge’nin Anıları-6
A+
A-
09.07.2015
943
ABONE OL

Ahmet ELMALI

310 ZELZELESİ VE MAARİF NAZIRI PAŞA                      

310 (1894)’da Daulmuallime girdim. İki ay kadar zaman geçmeden İstanbul’un büyük zelzelesi vukua geldi. Zelzele olduğu sırada mektepte alt katta birinci sınıfta derste idik…

Ders Hoca Es’ad Efendi’nin elfiye dersi idi. Zelzeleyi hisseden arkadaşlardan birisinin, “Zelzele oluyor!” demesi üzerine hepimiz birden sınıftan çıktık. Kapıya koştuk. O zaman Darülmuallimin yedi sınıftı. İki yüze yakın talebesi vardı.

Herkes sağına soluna bakmadan merdivenlerden inmeye çalışıyor, birbirlerini itiyor, aralıkta düşen, yuvarlanan da oluyordu. İhtiyar hocalar

– Çocuklar yapmayın, beni ezeceksiniz, diye haykırıyordu.

Kimse kimseye bakmıyor. Ana baba günü olmuştu. Kapıdan çıkınca aklıma Ayasofya Meydanı geldi, oraya kadar koştum. Etraftan da gelenler vardı. Meydan dolmuştu. Zelzele sükûnet bulduktan sonra mektebe döndüm. Yolda gördüm ki, damların kiremitleri düşmüş, bazı duvarlar çatlamıştı. Halkın anlattığına göre en fena korkuyu Çemberlitaş Hamamı’nın kadınlar kısmı geçirmiş. Zavallı kadınlar, peştamal ile hamamdan fırlamış; yol üzerinde çömelmiş çırılçıplak oturur; korkudan titrerlermiş. Neden sonra polis devriye gelmiş; kadınların üzerine kabuklar örterek hamamdan havlu alarak onları muhafazaya çalışmışlar.

Mektebe geldim. Başka gelenler de vardı. İçeriye girip kitaplarımızı almaya cesaret edemedik, dağılalım dedik dağıldık.

İkinci gün mektebe tekrar geldik. Yine sınıflara girmeye cesaret edemedik. “Mektebin binası çatlamış tavanlar dökülmüş yıkılmak üzereymiş” gibi sözler var.

Müdürümüz Osman Efendi isminde yaşlı bir zattı, “Çocuklar korkmayın, mektebe bir şey olmamıştır” diyorsa da kimse dinlemiyordu. Merdiven başındaki meydanda duruyordu.

Müdür efendi bakmış ki, olmuyor gitmiş maarif nazırına haber vermiş: “Talebe sınıflara girmiyor ne buyurursunuz?” demiş. Bir de gördük ki, mektebin kapısından bir heyet girdi. Önde maarif nazırı Zühtü Paşa, yanında dört kişi var.

Paşa o zaman atmış beş yaşında idi. Vücutlu idi. Nurani bir siması vardı. Bastonuna dayanarak yürüyordu. Bizi topladı şu hitabede bulundu:

“Çocuklar, evlatlar, yavrular! Müdür efendi anlattı korkuyor, sınıflara girmiyormuşsunuz. Evet, eğer ki sınıfta sakatlık varsa hakkınız var, o zaman başka bir bina buluruz, sizi oraya        naklederiz. Yok binada bir şey yoksa o zaman cesaretle girmenizi, derslerinize bakmanızı isteyeceğim. Evlatlar, ben yaşlı adamım, yaşlı insanların canı kıymetli olur, en küçük tehlikeden kaçar. İşte ben mektebi keşf için geldim. Şu iki zat Meclisi Maarif azasıdır. Şu zat maarif tabibidir, şu zat maarif mimarıdır.

Şimdi biz heyetimizle içeriye girecek, her tarafı muayene edeceğiz, size neticeyi söyleyeceğim” dedi.

Mektebe girdiler. Yarım saat kadar kaldılar, sonra çıktılar. Zühtü Paşa hazretleri gene bize hitaben:

“Efendiler çok şükür mektebimizde sakatlık yok, tehlike yok. Cenabı Hak saklasın, sapasağlamdır. Sıva bile düşmemiştir. Buyurun sınıflara girelim, ben gene sizinle beraber gireceğim ve müdür efendinin odasında bir saat kadar oturacağım” dedi.

Artık paşanın bu sözü üzerine girdik, sınıfa yerleştik, dersimize başladık.

Paşanın o gün gösterdiği büyüklük, şefkat doğrusu takdire şayan bir şeydi, kendi gelmeyip bir müfettiş gönderse o da “Haydi girin içeri girmeyenin kaydını sileceğim” deseydi ne yapabilirdik. (Cenabı Hak rahmet etsin)

310 senesinin akşamı sakini bulunduğum Dizdariye Medresesine gittim. Minarenin âlemi uçmuştu, korktum duramadım. Geceyi Beyazıt Meydanı’nda geçiririm diye oraya gittim.        Meydan dolmuştu. Fakat bir fiskostur gidiyordu, birisine sordum.

– Ne oluyor, dedim. Dedi ki.

Meydana nazır olan minare çatlamış. Şayet ikinci bir zelzele olursa yıkılacağı katidir. İşte o vakit seyredin gümbürtüyü.

“Burada durmak olmaz, Sultanahmet Meydanı’na gitmeliyim” dedim. Gittim, orası da dolmuştu ve herkes birbirine, “Kaçalım başka yere gidelim, bilmezsin bu gece burada neler olacak!” diyorlardı.

Birine sordum, “Ne olacak?” dedim.

Cevap olarak:

Hapishanenin duvarları çatlamış, şayet bir zelzele daha olursa, kapı duvarları hep yıkılacaktır. Mahpuslar çıkmak, kaçmak için şimdiden hazırlık yapıyorlarmış. Tabidir ki onlar kaçacak olursa hükümet onları yakalamak için silah istimal edecek, onlarında silahları varmış. O zaman bu meydan bir muharebe meydanı olacaktır, vay başıma burada bulunanlara. Kendi kendime dedim ki; bu da olmadı, kaçacak başka bir yer bulmalıyım.

Düşündüm, “Sirkeci Şimendifer istasyonunda Yüzbaşı Adil Bey isminde bir hemşehrim var, oraya gideyim” dedim.

Gittim beni kabul etti. İşittiklerimi anlattım.

İyi ettin geldin. Fakat burada da başka bir tehlike var. Zelzeleden rıhtım çatlamış, eğer bir zelzele daha olursa rıhtım kalıbıyla denize dökülecek, ilerideki binalar bundan müteessir        olup yıkılacaktır. Allah saklasın.

Gecenin yarısı geçmiş, artık başka yere gitmeye de vakit kalmamıştı. Allah’a tevekkül ettim, o gece sevkiyatta yattım.

Sonra artık her çareyi unuttum. Çareyi çaresizlikte aradım. Cenabı Hak’ka dayandım. Medresede beklemeğe karar verdim. Medresede kaldım.

Zelzele akşamı Sultanahmet Meydanındaki belediye bahçesini hükümetçe kadınlara tahsis etmiş, kapısına etrafına jandarmalar dikilmişti. O gece oradan geçerken kapı önünde bir patırtı koptu. Urun urun sesleri göğe çıkıyordu. Müthiş bir kalabalık toplanmıştı. Birisine sordum, dedi ki: “Ne olacak südü bozuk, sözüm ona bir hergele, fırsattan istifade ederek kadın kılığına girmiş, çarşaflanmış bahçeye sokularak, kapıdaki jandarma farkına varmamış. Fakat köpek oğlu içeride boş durmamış gözüne kestirdiği bir kadına el uzatmış. Hanım namuslu akıllı imiş. Bu melunun erkek olduğunu anlayınca kapıya haber göndermiş. İki jandarma gelmiş, bu iti meydana çıkarmışlar. Kapıdan çıkarılırken üzerindeki çarşaf alınmış ve geçenlere bu rezil şöyle yapmıştır. Denilince oradaki insanlar buna hücum ile onun pastırmasını çıkarmışlar ve zaptiye nezaretine göndermişler.

 

KAYNAK: Şinasi ÇOLAKOĞLU’nun “Anılar ve İnsanlar” (1997) adlı kitabından alınmıştır.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.