Kilis’te İz Bırakanlar / Kitabın Kitabını Yazan Kilisli
Ahmet ELMALI
Ünlü ve önemli kişilerimiz, çoğu hemşehrimizce pek bilinmez. Örneğin: Necip Asım Yazıksız, Kilis’te az bilinir.
Necip Asım Yazıksız, Harp Okulundan piyade teğmen olarak çıkıp, albaylığa kadar yükselmiş bir kimsedir. Ancak; asker kişiliği ile değil, dil, tarih edebiyat ve bilim adamı nitelikleri ile önemli bir hemşehrimizdir.
Birçok kitaba bilimsel makaleye imzasını atmış “İstanbul Dar-ül Fünunu’nda müderrislik yapmış olması nedeniyle, üzerinde durulması gereken değerli bir insanımızdır.
1874 yılında, henüz 13 yaşında iken Kilis’te rüştiyeyi bitirip ayrılmış, Önce Şam İdadisinde, (Kilis’te idadi ancak 1915’te açılabilmiştir) sonra Arapların soydaşlarına kahveyi 5 paraya, Türklere 10 paraya satmalarından etkilenerek İstanbul Askeri İdadisine nakil ve Harp Okulu’ndan piyade teğmen olarak çıkmıştır. Kilis’e bir daha belki de hiç gelmemiştir. Türkiye çapında üne ulaşmış bu bilim adamımız bu yüzden hemşehrilerce pek bilinmez.
Kilisli Muallim Rıfat; Kilisli Dr. Rıfat Kardam Beyler isimlerinin başına “Kilisli” sözcüğünü koydukları, Kilis üzerine sevgi dolu gazeller, maniler, makaleler, yazdıkları için, daha çok tanınırlar.
Necip Asım; 19. yüzyılın son çeyreği Kilis’i ve yakın tarihimiz konusunda kaynak bilgiler vermektedir. Örneğin; “Türk Yurdu’ndaki makalesinden değerli bilgiler ediniyoruz:
Kilis’in ünlü hocalarından, “Rüştiye Muallimi Ebubekir Vahit Efendi” Onun da hocasıymış. “Bekir Efendi” diye adı çok duyulan hemşehrimizin, gerçek bir din bilgini olması kadar, şairliğinden, hattatlığından da haber alıyoruz.
Bekir Efendi, kuşağının en demokrat, en renkli esprili bir siması olup, şiirlerini topladığı bir divanı da varmış. Öğrencisiyken bunu gördüğünü söylüyor. Açıklamalarına göre; Bekir Efendi, aynı zamanda bir “Kitap Dostu” imiş. Zengin biri olmadığı, geçim sıkıntısı çektiği halde, dişinden tırnağından artırıp, değerli bir kütüphane oluşturmuştur.
Zihni Baba, Necip Asım, Kilisli Muallim Rıfat, Kilisli Dr. Rıfat Kardam gibi “Kilisliler aydın olur” kanısını yayanlar, hep Bekir Efendi’den feyiz almıştır!
“Ebubekir Vahit Hoca”, birçok Kilisli gibi tarikat ehlini, şıhları sevmezmiş. Özellikle Baytazoğlu Abdullah Sermest Efendi’ye karşı antipatisi varmış. Bunu eşi Zahide Hanım’ın da şair olmasına, birbirleri ile “Muşaere” (Karşılıklı şiir yazıp okuma) yüzünden bir tür kıskançlık duygusuna bağlıyor.
Kilis’te bazı iz bırakanlardan haber veriyor. Bunlar arasında Yapıcızade (Yaycızade olmalı) Süleyman, Zekaii, Hacı Fazıl Efendi’ler de var. (Hacı Fazıl Efendiyi zamanının “Fazileti mücesseme”si olarak vurgulamaktadır) Fazıl Efendi’nin “Selim” adında bir kardeşi de varmış ki, sonradan İstanbul’da, “Faik” diye tanınmış. Bunların hep şair olduklarını, o zamanki Kilis’te şairliğin çok revaçta olduğunu, esnafın bile müşterisine tartı için; “Çeşmi insaf gibi kâmile mizan olmaz” diye, şiirle güvence verdiğini bildiriyor.
Kilis şairlerinin yazdıklarının toplatılıp bastırılmasını Kilislilere tavsiye ediyor. Çok üzüldüğü diğer bir konu da, bir Kilis Tarihi’nin yazılmamış olmasıdır.
Şairlerimiz içinde, Ruhi Efendi ile Nafi Efendiyi daha çok takdir etmektedir. Ruhi Efendi’nin Kanus Mütercimi Antepli Asım Efendi’ye “inşa” (kompozisyon veya tahrir) okuttuğunu, aynı zamanda Pendi Attar’ı şerh ettiğini, “Ruhu Şuruh” adını verdiği bu yapıtın, “Halil Paşa olayı’nda Kürtler’in Kilis’i basması sırasında kaybolduğunu, bu nedenle; “Neyleyim Ruhu Şuruhum gitti” diye kaside yazdığını, Kilislilerin; Urfa Malatya gibi, Kıpçak-Azeri ağzı ile konuştuklarını, Antep ve Antakya’nın, ayrı bir ağız kullandıklarına dikkat çekiyor!
Ruhi Efendi’nin, “Ruhu Şuruh”u ikinci kez yazdığı ve yazma nüshasının ikisinin İstanbul Kütüphanelerini onurlandırdığını açıklıyor ki, bu özellikle çok ilginçtir. Çünkü bir kitap kurdu olan Kilisli Muallim Rıfat Bey, yıllarca “Ruhu Şuruh”u Kilis’te aramıştı. İstanbul Kütüphanelerinde olsaydı, O’nun görmeyip atlaması olanaksızdır!
Henüz ortaokul öğrencisiydim, Necip Asım’ın Halkevinde Mehmet Emin Yurdakul’un fotoğrafı yanında resmini asılı görür sorardım.
– Bu kim?
– Necip Asım Bey; Erzurum Mebusu! Kilisliymiş, derlerdi.
“Mebus” sözcüğü o günlerimde çok önemliydi, “kutsanmış insan” izlemini verirdi! Necip Asım’ın, kendisini görmedim, sadece fotoğrafını görmüşlüğüm vardır.
“Genç Türk Ocaklı Kilisli Hemşehrilerim” diye başladığı yazısında, baba adının Mehmet Asım, ailenin Kastamonu’dan tımarı Kilis’e havale edilmiş bir sipahiye dayandığını, dedesinin Kilis Müsellimi Mehmet Bey (sanırım Kilis’te son müsellim olduğunu öğreniyoruz. Amcazadesi Faik Efendi’nin oturduğu Tabakhane Mahallesi’nde (şimdi kendi adını taşıyan sokaktaki) livanlı evde doğmuş olduğunu da anlatıyor.
Anneannesinin, Kilis’in aydın bir kadını olduğu anlaşılmaktadır. Kendisine “Tuhve-i Vehbi” ve “Gülüstan” okuttuğunu söylemektedir ki, Kilis hanımlarının 19. yy’da Farsça ders verecek düzeyde okuryazar ve bilgili oldukları da açığa çıkmaktadır.
Ailesinin lakabı, “Balhasanoğlu” olduğu halde Kilis’tekiler “Öner” soyadını seçmişlerdir. Rahmetli öğretmen Fahri Öner ve Tapu Müdürü Kazım Öner’in adıbı ise, herkes Kilis’te “Hacıkazımlar” diye bilir.
Onlarla duvar komşusuyduk. Bizim ev, kuzeydeki “Keçikoğlu Sokağı’na açılırdı. Onlarınki Hacı Kazımgil Sokağı” olarak söylerdik. Hâlâ öyle bilenler çoktur. Şimdi “Necip Asım” adı verilmiş.
Kendisi; “Yazıksız” soyadını almış, “Masum Günahsız” anlamına gelirmiş. Tabakhane Mahallesinde 29 Aralık 1861 Perşembe günü doğmuş. Göbeği de (eve bağlı kalsın diye) o evin avlusuna gömülmüş! Fakat anneannesinin oturduğu Çalık Camii civarında büyüdüğünü söylüyor. Çalık Camii yanında bir sokağa “Necip Asım” adının verilmesi daha doğru olmaz mıydı diye düşünüyorum.
Faik Efendi’nin sonradan Hacıkazım Sokağına taşındığını sanıyorum. Bana kalırsa; doğduğu ev, Necip Asım Sokağı’nın karşısında bulunan çıkmazda idi. Burasını, “Necip Asım Çıkmazı” diye bilirdik. Tabakhane Camii’nin önünden Odunpazrı’na doğru giden sokağın doğusundaki bu çıkmazın kuzey ucunda ve dipteki evde doğmuştur.
Ev 1920’liyıllarda ilkokul olarak kullanılırdı. Adı “Necip Asım İlkokulu” idi. Böyle anımsıyorum.
Ayrıntılara niçin girdim?
Türkiye çapında ünlenmiş bir hemşehrimiz olduğu kadar, Arapçılık karşısında “Türkçülük” çığırını açanların başında gelişi; kültür emperyalizmine gösterdiği tepki, arı Türkçeye yaptığı katkı, “Türk” sözcüğünü ve tarihi’ni ele alıp, 600 sayfalık bir yapıt oluşturması, binlerce makale ile kültürümüze hizmet ettiğini herkesin bilmesi kadar, özellikle; Kilis gençliği bütün bunlardan bilgi sahibi olsunlar istedim!
“Kilis Büyüğü” sayılmak için, yüksek konumlara gelmek ve kalıcı yapıtlar, kültürel kaynaklar bırakmak, yöre insanlarına yasal ve hukuksal ölçütlerle kazanımlar, hizmetler, sağlamaktadır.
Necip Asım Bey, 23 değerli kitaba imzasını atmıştır. Bunların 17’si kendi düşünsel ürünü, kalanı çevrilerdir. Binden fazla makalesi olduğu da söylenir! Haklı olarak, “kitap dostu” olmakla da övünmektedir.
“Kitap Dostluğu” konusunda, Milliyet Sanat’ta O’nun için Sami Önal şunları yazar:
“Kitapseverleri “Kitap Dostları” ve “Kitap Delileri” olmak üzere, önce ikiye ayrılıyor. Bilim adamları, sanatçılar, daha doğrusu kitapları okuyup incelemek, yararlanmak için satın alan okuyucular, “Kitap Dostları” olarak anılıyorlar. İçeriğini önemsemeden, yalnızca dış görünüşü için satın alan, aldığı kitabı okumayan, raf doldurmak için, bilinçsizce kitap toplayan kişileri ise, “Kitap Delileri” olarak nitelendiriliyor.”
Yazarlığa ve ulusçuluğa yönelişini kendisi şöyle özetler:
“Okuldan çıktıktan sonra Türk dilini, lisaniyetini incelemeye başladım. Süleyman Paşa’nın “Tarihi Alemi” bana rehber oldu. Tam on beş yıl bunlarla uğraştım. 1896’da, “İkdam Gazetesi”, “Türk Gazetesi” adını kullanıyor diye bu gazeteye makaleler yazmaya başladım.
Leon Cahun’nun tarihine yarı yarıya eklemeler yapıp, 600 sayfalık koca bir tarih yazdım. Türk Coğrafyasına, diline, tarihine bütün ömrümü feda ettim. Bu çabalarımı gören bir Macarın, “Sen bu gidişle, saltanatı yıkacak, Türkleri Cumhuriyete götüreceksin” demesine, yanıtım şu olmuştu: “Nereye gideceğimizi bilemem, fakat, akılcı bir yöne gittiğimi biliyorum!…
Necip Asım Bey’i hakkıyla anlatabilmek için, zamanın Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver’in şu tarihsel mektubunu özetleyerek okuyalım:
“Yetiştirdiğiniz binlerce asker ve sivil evlatlarımız sizden aldıkları büyük ve kutsal ilhanı memleketin her köşesine neşrettikleri, uzun tedris ve terbiye hayatımız evvela ve mücahade ve müşkülatla dolu ve sonra zafere ermiş, çetin bir mücadele ve mücahade hayatıdır. Memleket Maarifi bu ikinci sebeple de muhterem müderrisimize minnettardır! Yalnız mektep kürsülerinde tedris ve telkin ile iktifa etmiş olsaydınız, bu memleketi hatıranıza merbut kılmağa kifayet ederdi. Bugün arzın üzerinde yepyeni bir varlıkla ahzı mevki etmiş olan Türk Milletine ve O’nun genç nesillerine, siz yalnız hocalığın mürşit ve muin telkinatıyla iktifa etmediniz. Türk Derneği, Türk yurdu Türk Ocağı gibi millet, milliyet fikri üzerine müesses mecmualarımda, cemiyetlerimizde, bunların ilk tesis gününden itibaren ifayı hizmet buyurdunuz. Ve memleket kütüphanesinde ilk defa olmak üzere Türk Tarihi gibi telifatınızla çok kıymetli yardımlar temin ettiniz!”
Mezarı başında Edebiyat Fakültesi Öğrenci Derneği Başkanı Şükrü Mirat şunları ağlayarak söylüyordu:
“Ey varlığını Türk Ulusuna, diline, tarihine, ülkesine bağışlamış büyük Türkçü!
Sen Türk adına, Türk diline, Türk tarihine kör gözle, kapkara vicdanlarla bakıldığı kara günlerde Türk ışığını, Türk gençliğinin kalbine ve kafasına sokan, inanç kaynağı sokan yüce bir varlıktın.
Büyük adam! Namuslu adam! Senin vasıflarını faziletini anlatacak kelime bulamıyorum. Edebiyat Fakültesi ve O’nun talebe cemiyeti, senin ölümünle duyduğu acının tasellisini, senden aldığı feyizle, ışıkla gidermeye çalışacak.
İlginç ve güncelliği olan yapıtı, bir tür ansiklopedi olan “kitap”tır. Bu; kitabın tanımı, onu oluşturan her şeyin anlatımı, kısaca; “KİTABIN KİTABI”dır. Kolay okunan, kolay anlaşılan, elden bırakılmayacak kadar çekici, akıcı, bir üslupla kaleme alınmıştır.
“Kitap”ta, “OKURLARA” diye herkese şöyle seslenir:
“Ey okur, senin de, benim gibi kitap dostu olduğuna şüphem yoktur. Sevgilide birleşmemiz, bizi birbirimize rakip etmez, yakınlaştırır.
Ana ve baba sevgisinin ne olduğunu idrak etmeyen bahtsızlardan olduğum için, ilk tutkunu olduğum sevgili KİTAP’tır fakat sevgim beni çok kitap sahibi etti zannetme! İnsan boş keseyle kütüphane doldurabilir mi?
“Kitap”ı herkesin okumasını, Necip Asım’a yakınlaşması için, salık veririm. 29 Aralık 1861’de doğdu, 12 Aralık 1935’te İstanbul Kadıköy’de öldü. Sahra-i Cedit mezarlığına gömüldü.
İstanbul’da kimi kimsesi kaldı mı, bilinmiyor.
Nur içinde yatsın.
Kaynak: Kilis’te İz Bırakanlar, Şinasi ÇOLAKOĞLU, 1997.