Merhum Dr. Muhittin Sağlık Hatıralarından Yansıyanlar-10

Nejat TAŞKIN
Girdiğimiz derslere birçok mümeyyizler gelirdi. Bu mümeyyizlerden birini hiç unutamam; kendisi Abdulhamit devrinin yetiştirdiği değerli bir simaydı. Manastırlı Miralay Rıfat Bey…
Halep’e menfi olarak gönderilen paşalardan birisi de Manastırlı Rifat Bey’di.
Manastırlı Rifat Bey; şair, âlim, Arapça ve Türkçesi gayet kuvvetli, edebiyat sahasında isim yapmış, haklı bir şöhrete erişenlerin başında gelirdi. Türkiye’de ilk defa mantık ilmini ortaya atan ve yazan Manastırlı Rıfat Bey’di. Rıfat Bey’i, Kavaidi Osmaniye dersine umumi imtihanda mümeyyiz yazmışlardı. O vakitler, hariçten gelen mümeyyizler vardı. Biz talebeler, Rifat Bey’in okula mümeyyiz olarak geldiğini duyunca günlerce heyecanını yaşar, onun karşısında yine onun soracağı suallere nasıl cevap vereceğimizi düşünürdük. İlmiyle bizi daima büyülemişti. Halep ahalisi onu methüsenalara yükseltir, ismini ağızdan ağza– naklederlerdi.
Türkçe veya Arapça şiiri, yine Türkçe veya Arapçaya çevirmekte asla zorluk çekmez, şiirin edebi kıymetine hiçbir süratte helâl getirmezdi. Böyle âlim bir insanın imtihana mümeyyiz olarak gelmesi imtihanın heyecanına, ikinci bir heyecan daha getirmişti.
İmtihan günü geldi. Hariçten ve dâhilden mümeyyizler toplandı. Üç sual sorulmuştu. Bu suallerin ikisi sözlü birisi tahririydi.
Şimdi tahriri imtihan olmak için, sınıfta bekliyoruz. Mümeyyiz ve hocalar kendi aralarında sorunun kimin soracağını düşünüyorlar, birbirlerine soruları sorması için iltifatta bulunuyorlardı. Karar | verdiler: Soruları Manastırlı Rifat Bey soracaktı.
Biz yerlerimizi aldık, önümüzde kâğıt, sükûtu amik içinde düşünüyorduk. Rifat Bey tebeşiri eline aldı ve tahtaya doğru yürüdü, aşağıdaki beyti tahtaya yazdı:
İktisabı, edep et, korkma kimin oğlu isen;
Seni varaste eder, kâydi nesepten o edep.
Adem odur ki, kendini kendi ede meşhur;
Ana âdemmi denir? Derse filândır, bana eb.
“Bu kıt’ayı teferruatıyla tahlil edeceksiniz” dedi ve tahtadan indi.
“Bu beyit, Arapça yazılı mecaniledep’ten tercüme edilmiştir” diyerek hoca ve mümeyyizlerin koluna girip onları dışarıya çıkardı. Bize doğru kapıdan seslendi:
“İstediğiniz şekilde, istediğiniz yerden kopya edebilirsiniz. Ben kopya edenleri şifavi imtihânda anlarım. Zamanınız boldur…”
Onlar dershanenin önündeki koridorda neşe içinde kahkaha atıyor, biz ise, beytin derinliklerin de mana arıyorduk.
İmtihan zamanı dolmuş, kâğıtlarımız toplanmıştı. Sıra şifayı suallere geldi. Hem kâğıtlar tetkik ediliyor ve hem de torbadan numaraları çeken, dersi anlatıyordu. Sıra bana geldi. Sualleri, çektim. Her iki suali de arzu edilen şekilde cevaplandırdım. Ben soruları cevaplandırırken, Manastırlı Rıfat kâğıdımı tetkik etmişti. Bana hitaben:
– Şifayı suallerini alakayla dinledim. Tahriri kâğıdın, çok kalabalıktı. Seni kolay kolay bırakmayacağım. Hariçten sual soracağım, dedi.
Birinci sual şuydu:
– İhtiraslar cemi olur mu?
Bu sualin cevabını bilmeyen yoktur. Ben, “Olur” dedim. Hâlbuki olmaz.
– Misal, dedi.
– Güneşlerde gezme, dedim.
Bana döndü:
– İşi değiştirdin ve uzattın, dedi. Gayen ne?
Ben de ona;
– Güneş tektir. Yeryüzüne inerken, bütün ışınları gölgeler vasıtayla kesilir, araya giren gölgeler güneşi, güneşler hafine koyar. Bu da sizin sorunuza verdiğim, evet cevabı için bir misal değil midir dedim.
Sonra misali daha genişlettim. “Bu tek olan güneş” dedim. Bizim manzumenin, güneşidir. Ne malum, başka manzumelerin güneşi daha olmadığı, diyerek ismi hasıda cem ettim. Yani özel ismin çoğaltılması şekli…
(Devamı var)