Merhum Dr. Muhittin Sağlık Hatıralarından Yansıyanlar-7
Nejat TAŞKIN
– Yazıyormuşsun? dedi.
Bu soruda bir gizli gaye vardı. Hatıralarımı yazarken, her anımı objektif olarak tesbit edebiliyormuşsun, demek isteniyordu. Ben zaten, onun bu isteyişini çoktan yerine getirmiştim.
Rüştiye mektebine giden her öğrencinin milli bir kıyafeti vardı. Başta, türlü türlü takye ve buna benzerler. Ayakta kırmızı yemeni ve vücutta önü açık bir entari. Mektep, her geçen gün yeni bir değişikliğe uğrar ve her değişiklik bir incelik arz ederdi.
Müdürümüz her yönden bir ıslahat yapmak lüzumunu duymuştu. Elbise giymemiz lüzumunu hisset ti, bununla da kalmayarak okula bir terzi çağırttı. Başta fes püskül, ayakta kundura ve vücutta siyah çuha elbise olmak üzere bir kıyafet tesbit edildi. O günden sonra b,u kıyafeti bütün talebeler giyerek okula devama başladılar.
Bu elbiselerin yakalarında şu ibare vardı: Haleb mektep-Rüştiyeyii askeriye.
Yine bu elbiseler talebeye çok cüzi bir parayla temin edilmiş, hatta fakirlere bedava olarak dağıtılmıştı.
O günden itibaren Halep’te gizli bir galeyan başladı. Ve Halep ahalisi bu elbiseyi mektep çocuklarına hoş görmedi. Mektep müdürümüz Askeri Kumandanlara müracaat edip, asker istedi. Akşamları mektep dağılışını silahlı askerler idare ediyor ve bir karışık olmasını önlüyorlardı. İkişer ikişer dizilen her mahallenin mektepli çocukları bu silahlı askerlerle evlerine yetiştirilirdi.
Bu hal çok devam etmedi. Çünkü, süslü elbiselerimiz onları kısa zamanda büyülemişti. Mektebe yazılanlar dahi çoğalmış, askeri rüştiye talebeleri artık serbest olarak dolaşmaya, alış veriş etmeye başlamışlardı. Hiç kimse bize fena nazarla bakmıyor, alışmış olduklarını açıkça ifade ediyorlardı.
Rüştiye mektebinde kalabalık bir arkadaş gurubu vardı. Aradan geçen bu uzun yıllar onları unutmak istemediğim halde, bana yalnız adlarım unutturdu. Ben çok zaman yine onları düşünürüm ve yine onlarla beraberim. Yirmi kişilik bir sınıfta okurdum. Ve bu yirmi kişi, bir camia halinde hep ileriye doğru adımlarımızı atar, karanlıklaşan bir saltanatın pekte parlak olmayan ufkunu görürdük.
Ama yinede inanmıştık: Her karanlığın bir aydınlığı var olduğuna.
Arkadaşlarımdan hatırlayabildiğim bir kaç kişi, benim için hepsidir. Hatıralarımı okuyanlar arasında bu mazideki arkadaştan tek birine rastlar ve oda beni bulursa, hayatta en büyük neşelerimden birini daha yaşamış olurum.
Bu arkadaşlarım şunlardı:
Halebin Muhterem ailelerinden birinin oğlu olan Erkâni Harp Paşası Mahmut Kâmil, bundan birkaç yıl önce İstanbul’da vefat etmiştir.
Antepli Sakit, kendisi Erkânı Harp Binbaşılığına kadar yükseldi. Fakat sonra her hangi bir şekilde haber alamadım.
Paşazade Şükrü Efendi, İstanbul’da zadekân sınıfına girmişti. Sonra bu sevimli arkadaşımlada görüşemedim.
Hüsnü Kat (yazı muallimi) mualliminin oğlu Sadıktı Görani vardı. Kendisinin zabit olduğunu işittim. Bir türlü karşılaşmak imkânını bulamadım.
Necip ve biraderi. Bu iki kardeş Halep Komserinin çocuklarıydı. Çok zeki idiler. Necip mektebi bitirdikten sonra, ayni okulda Fransızca hocası olarak vazife aldı. Biraderi ise, Askeri Tıbbiyeden doktor olarak yetişti.
İbrahim ve Muhammet isminde iki Belanlı arkadaşım daha vardı. Bunlar Babılnasır yakınındaki küçük bir mescitte yatarlardı. Bende arasıra yanlarına gider, derslerimize çalışır ve hatta mescitte beraber yatardık.
(Devam edecek)