Metin MERCİMEK
“İRFAN DİYARININ HÜKÜMDARI OLARAK DEĞERLENDİRİLEN BÜYÜK DÜŞÜNÜR HAZRETİ MEVLANA İÇİN DÜNYANIN PEK ÇOK ÜLKESİNDE İBRETLE ANILMAKTADIR.”Hazreti Mevlana, 30 Eylül 1207 yılında Afganistan’ın tarihi Belh kentinde doğmuş ve yıllar süren çetin bir yolculuğun ardından da Konya’ya yerleşmiştir. Bolluk ve bereket dolu ömrünü de burada tamamlamış, ardından Mesnevi (6 cilt), Divan-ı Kebir (7 cilt) ve Rubailer gibi yüzyıllardır okunan görkemli eserler bırakmış. Fakat sırların sözcüsünün doğum yeri dâhil, hayatının birçok evresinin tartışmalı olduğunu da hemen ekleyelim. Onun yaşam öyküsünü kaleme alanların verdikleri bilgiler her ne kadar birbiriyle çelişkili olsa da, ölüm tarihi ise kesinlik kazanmıştır. O çağda kullanılan takvime göre Hicri 672’de Cemaziyelahir ayının 5’inde (17 Aralık 1273’te) pazar günü, güneş batarken bu dünyadan göçmüştür.
Mevlana’nın en önemli düşüncelerinden biri ölümdü. Ona göre ölüm, BEDEN ZİNDANINDAN KUTTULUP TANRI’YA, SEVGİLİYE, DOSTA KAVUŞMAKTIR, yani O’nun deyişiyle “VUSLAT”tır; MEKÂNDAN MEKÂNSIZLIĞA, ZAMANDAN ZAMANSIZLIĞA uzanıştır. Yedi ciltlik muhteşem eseri Divanı Kebir’deki eşsiz gazellerinden birinde şöyle seslenmekte:
“ÖLÜM GÜNÜMDE TABUTUM GÖTÜRÜLÜRKEN, BENDE, BU DÜNYANIN DERDİ, GAMI VAR, DÜNYADAN AYRILDIĞIMA ÜZÜLÜYORUM SANMA, BU ÇEŞİT ŞÜPHEYE DÜŞME!
SAKIN ÖLDÜĞÜM İÇİN BANA AĞLAMA: “YAZIK OLDU, YAZIK OLDU” DEME!…
CENAZEMİ GÖRÜNCE: “AYRILIK, AYRILIK” DEME! O VAKİT BENİM AYRILIK VAKTİM DEĞİL, “BULUŞMA, KAVUŞMA” VAKTİMDİR!…
BU HAL, SANA BATMAK, KAYBOLMAK GİBİ GÖRÜNSE DE, ASLINDA BU HAL DOĞMAKTIR, YENİDEN HAYATA KAVUŞMAKTIR!…
HANGİ TOHUM YERE ATILDI, EKİLDİ DE TEKRAR BİTMEDİ, TOPRAKTAN BAŞKALDIRMADI?…
HANGİ KOVA KUYUYA SARKITILDI DA DOLU ÇIKMADI?…”
“BİZİM ÖLÜMÜMÜZ EBEDİ BİR DÜĞÜNDÜR” diyen Mevlana’nın vefat gecesine “ŞEB-İ ARUS” denilmektedir. Bir Mevlevi terimi olan Şeb-i Arus, Farsça şeb (gece) ile Arapça urs’tan (düğün) türetilen arus yani gelin kelimelerinden yapılmış bir tamlama olup, “GELİN GECESİ”, “DÜĞÜN GECESİ” anlamına gelmektedir.
Hazreti Mevlana, yaşamının son demlerinde ateşli bir hastalığa yakalanmıştı. Bu haber Konya’ya yayıldığında ünlü ünsüz bütün halk hatırını sormaya gelmişti. Mevlana’ya 40 yıl müritlik yapan Sipehsalar, şöyle dile getirmiştir: “DÖNEMİN EN ÜNLÜ HEKİMİ SAYILAN EKMELEDDİN VE GAZENFERİ, TEDAVİ İÇİN UĞRAŞIYORLARDI. BUNLARIN İKİSİ DE HAZRETİ MEVLANA’NIN NABZINI TUTARLAR, SONRA GİDİP TIP KİTAPLARINI İNCELER, HASTALIĞINA TEŞHİS KOYMAYA ÇALIŞIRLARDI.”
İşte Büyük Düşünür’ün cenaze törenine her dinden, mezhepten, halktan, yaştan ve statüden insan katılmıştı. Nefirlerin, neylerin, rebapların nağmelerine feryatlar, hıçkırıklar karışıyor, elbiseler yırtılıp başlara toprak saçılıyor, kanlı gözyaşları sel olup akıyordu. Çünkü Büyük Düşünür Hazreti Mevlana, BEDEN ZİNDANINDAN KURTULUP, Tanrı’sına, sevgilisine kavuşuyordu.
Hoşça kalın.