Dolar 34,2714
Euro 37,4959
Altın 2.928,60
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kilis 29°C
Az Bulutlu
Kilis
29°C
Az Bulutlu
Paz 28°C
Pts 28°C
Sal 27°C
Çar 25°C

Öğretmen Olmanın Hazzı

Öğretmen Olmanın Hazzı
A+
A-
23.03.2015
1.213
ABONE OL

M. Faruk DALGIÇ

 

1964 yılında Adana Kadirli Ortaokulu’nda Türkçe öğretmeni olarak göreve başladım. Yirmi üç yaşındaydım. O yıllarda da çok okur, çok yazardım. Düşünce ve yazı hayatında, o yıllarda köy konuları öykülerde, romanlarda çok işlenirdi. Bin öğrencisi olan ortaokulumuz yılda en aşağı 200 mezun veriyordu. Okul binasına öğrencilerimiz sığmadığı için, bahçeye iki sınıf olacak büyüklükte birkaç tane saçtan sığınak kondurulmuştu.

Kışın öylesine soğuk olurdu ki, içeriyi ısıtamazdınız. Yazın ise sıcaktan ders verirken bunalırdınız. Alfabenin son harfine kadar birinci sınıf oluşturulurdu. Biz öğretmen ve yöneticilerimiz, büyük bir özveriyle hiç öykünmeden derslerin başarılı geçmesi için uğraş verirdik. Ama ilçede ne yazık ki, mezun olduktan sonra, bu çocukların gideceği bir lise bile yoktu. Neden diye sorarsanız, o yıllarda işçiye, ırgata çok gereksinim vardı. Okullar açıldığında bir-iki hafta geç gelen öğrenciler olduğu gibi, kapandığında da, çocukların bir bölümü aileleriyle birlikte erken tatil olmuş gibi çalışmaya giderlerdi. Çalışana gereksinim vardı, o zamanın yöneticileri bu konu hakkında neler yapılması gerektiğini bilmiyorlar mıydı? Oysa okuma isteği çok fazlaydı öğrencilerimizde.

Öğretmenler toplantısı yaptığımız günlerde, Kadirli’ye lise açılması, gereken yerlere başvuru yapılması için okul yöneticilerini tetiklerdik. Daha sonraki yıllarda ilçede lise ve dengi okulların açıldığını duymuştum. İşte o yıllarda biz öğretmenler bu çocukları nasıl daha güzel eğitebiliriz, ileride bunları daha bilgili, kültürlü insanlar olarak nasıl topluma kazandırabiliriz, diye çabalar dururduk. Ondan fazla Türkçe öğretmeni bu okulda, Kültür ve Edebiyat Kolu olarak, kompozisyon derslerinde yaşamlarından konular seçerek anlatmalarını istediğimizde, güzel ve anlamlı içeriği olan yazılarla karşılaşırdık. Bunları okuldaki duvar gazetesine koyduğumuzda, çocuklarda bir heves olurdu ki görmeyin. İşte bu öğrencilerimden biri olan, elli yıldan beri görmediğim, Adana’da devlet memurluğundan emekli olduktan sonra emlakçılık işleriyle uğraşan Mustafa Güneylioğlu, 23 Mart 2013 tarihli Kilis Kent Gazetesi’nde yazdığım, İzmir-Smyrna yazısını, Kent Gazetesi nasıl eline geçtiyse okuyor, gazeteye telefon ederek beni buldu. Önce telefonla birbirimizle konuştuk, öğrencilik yıllarındaki anıları dile getirdik, o günden beri birbirimizle haberleşiyoruz. Ben 74 yaşıma girerken, O kaç yaşında olabilir, siz tahmin edin. Bu öğrencim yıllar sonra bana birkaç şiiriyle beraber bir mektup yazıp göndermiş. Bu mektubu sizlerin de okumanızı istiyorum:

“Saygıdeğer Öğretmenim;

Size uzun zamandır yazmak istiyordum kısmet bugün oldu. Sağlık olsun. Hayat bir savaş alanıdır her an bir köşesinden kavgaya tutuşuyoruz, ona biz karar veremiyoruz, içinde bulunduğumuz koşullar zorluyor. Oysaki biz hep barıştan yanayız. Özgürlükler tüm canlılara, börtü böceğe, havada uçuşan kuşlara, yerdeki karıncalara kadar olsun.

Çünkü; Kurtuluş Savaşı veren ülkenin özgür insanlarıyız, bu ülkeyi bize miras bırakan tüm o insanlara, sonsuz saygı ve şükranlarımı sunarken, bizlere bu doğrultuda eğitim ve öğretim verip, aydın, çağdaş, özgür bir yurttaş olarak yetiştiren siz güzel öğretmenime de sevgi ve saygılarımı sunar, ellerinizden öperim… Mustafa GÜNEYLİOĞLU-imza”

Bu mektubu okuyunca nasıl duygulandığımı bilemezsiniz, öğretmen olmanın hazzı burada işte. Başka öğrencilerimden de buna benzer mektuplar aldığım çok olmuştur. Bu öğrencimin bana yolladığı 1999 yılında Adana’da yayınlanan “Söylem” Dergisi’nde çıkan bir şiirini aşağıda sizlere sunarken, bahar aylarından birinde özellikle bu öğrencimi geçte olsa görmek üzere, Adana’ya gideceğimi şimdiden bilmesini isterim:

 

GİTTİĞİN YERDE UNUTMA BENİ

 

Bir haziran sıcağısın sen

Ayrılığa çakmak çakarsın gecede

Ay şafakta nazlı bir kızdır

Vurur aydınlığı kirpiklerin ucuna.

 

Gülüşün pembeleştirir dudağını

Güller açar yanağında

Çevirme gözlerini geceden

O aydınlık kaybolmasın

Bak, aşk hüzünlü nöbete durdu

Sırılsıklam gecede sevgini bekliyor

Gittiğin yerde unutma beni.

 

Bak yine akşam oldu

Kuşlar dönüyor gökyüzünde,

Bizse sevdasını yazdık aşkların

Güneş denize düşerken…

 

Topla aşk bahçemizde açan gülleri

Unutma, dallarına konan kelebekleri

Fısılda kulaklara aşkı ve sevdayı

Savrulsun rüzgârda sevgilerimiz

Gitsin, gittiğin yerlere.

 

Nasıl unuturum, nasıl?

Aşk yüklü aydınlık akşamları

Acemi de olsam aşka, ayrılığa

Alır bir başımı taşırım yarınlara

Yeter ki gittiğin yerde unutma beni.

Mustafa GÜNEYLİOĞLU

 

Tüm öğretmenlere selam olsun. Bizi unutmayan öğrencilerimizden zaman zaman buna benzer mektuplar aldıkça, geçmişteki çalışmalarımızın boşa gitmemiş olduğunu görüyorum. Hepsine sevgiler yoluyor, yaşam mücadelesinde onlara aileleriyle, çocuklarıyla, huzurlu yarınlar diliyorum. 

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.