Potpuri

Mahmut İhsan KANMAZ
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.), bir gün kucağında oturmakta olan torunu Hasan’ı öptü… Bunu gören oradaki biri, hemen sordu, “Ya Resulallah, benim de on tane evladım olduğu halde, ben hiçbirini öpmedim şimdiye kadar!…”
Bunun üzerine Hz. Muhammed (S.A.V.) ona şöyle bir baktı ve sonra da;
“Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz” Hadis-i Şerifini buyurdu.
Selam, sevgi ve saygılarımla bir yazıma daha, güzel bir kıssayla başlamış oldum değerli arkadaşlarım.
Aslında, daha çok müzikte kullanılan ve birçok sevilen müzik parçalarının, bazı bölümlerinin bir araya getirilmesi ile oluşmuş bir müzik eseri, anlamındaki bu terimi, izninizle ben bugünkü yazımın başlığına aldım…
Zira ben de bugün çeşitli konularda söylenmiş, ancak birbirleriyle pek de benzeşmeyen güzel ve özlü sözleri, sizlere harmanlayacağım için, böyle bir şey düşündüm, umarım beğenirsiniz.
Yani potpuriyi, yazıya taşımış oldum. Birbirlerinden bağımsız, ancak hepsinde de yaşamın gerçeğinden alınmış manalar bulunan, bu dünyaya, bu âleme bir girelim mi ne dersiniz? Ya Allah, ya bismillah o zaman!…
Merhamet faslıyla girizgâhımızı yapmıştık zaten. Şimdi yavaş yavaş ilerleyelim, daldan dala misali…
“Adam gibi adam” olmak deyimi vardır bilirsiniz, güvenilir biri ve sözünün eri olmanın karşılığı olarak… Çok yaygındır.
İşte buna istinaden, Andre Mazerelles der ki: “İşin güç kısmı adam olmak değil, her daim adam kalabilmektir.” Doğru.
Affetmek, ne kadar yüce ve insani bir duygudur değil mi? Gerçekten de öyle…
George Herbert şöyle buyurmuş: “Başkalarını affetmeyenler, kendilerinin geçmek zorunda kalacağı köprüyü, yıkmış olurlar.” Yani bugün bana, yarın sana…
Asırlar öncesinden seslenen, büyük Yunanlı filozof ve düşünür Eflatun ya da diğer adıyla Platon, ahlak konusundaki duygularını şu ölümsüz sözüyle izah etmeye çalışmıştır: “Ahlak ve ahlaksızlık, terazinin iki ayrı kefesinde yer alır, bunlardan biri çıkarsa, diğeri iner.” Daha açık nasıl anlatılabilir?
AR-GE denilen bir kavram vardır, illaki duymuşsunuzdur. Araştırma ve geliştirme manasında… Albert Szent Gyorgyi adlı bir bilim insanı demiştir ki bu mevzuda: “Araştırmacılık, herkesin daha önce gördüklerini görüp, bunlardan kimsenin düşünmediklerini bulup çıkarmaktır.” Her konuda geçerli olmalıdır bence AR-GE…
Yani herkes yaptığı işin en iyisini yapmalı ki, ortaya her daim güzel şeyler çıkabilsin.
“Aslını inkâr eden haramzadedir” diye bir deyim vardır. Yine, “Yumurtadan çıkıp kabuğunu beğenmemek” de aynı hesap.
Büyük mütefekkir ve şair Necip Fazıl Kısakürek de der ki bu mealde: “Kökünü beğenmeyen dal ve dalını beğenmeyen meyve, olmadan çürür.”
“Anan soğan, baban sarımsak, sen de nerden çıktın gülbeşeker”lere ithafen…
Borç-alacak mevzusu da bir hayli önemlidir değerli arkadaşlarım. Aileleri, bazı arkadaşları, dostları küstüren bir olgudur kendileri… Bakın Shakespeare, meseleyi nasıl kökten halletmiş: “Ne borçlu ne alacaklı ol; yoksa hem paranı, hem de arkadaşını kaybedersin.”
Cehalet, her toplumun en büyük sorunudur diye düşünmekteyim. Onun için bilgiye ihtiyaç, tartışmasız elzemdir.
Bakınız, Hazreti Ali bu hususta ne buyurmuş: “Alim ölse de yaşar, cahil biri ise, zaten ölüdür.” Muhteşem değil mi?
Bir de her zaman dediğim gibi, anı yaşamak mevzusu vardır bilirsiniz. Bizim toplum olarak en büyük kusurumuz, geçmişe takılıp kalmaktır. Geçmişin bir takım sorunlarını ısıtıp ısıtıp yeniden yaşar veya yaşatırız karşımızdakine… Bu durum, insan enerjisini ve ruhsal dinginliği yer bitirir. Gelecek için de çok büyük planlar içinde olmamak lazımdır, sukutuhayale uğramamak için.
Ha, hiç mi plan yapmamalıyız veya hiç mi hayallerimiz olmasın geleceğe dair…
Yapalım ve olsun da hesaplarımız, ancak ayağı yere basan türden olsunlar derim.
İşte uzmanlar buna, “Carpediem” adını vermişler. Ne geçmiş, ne gelecek, sadece içinde bulunulan anı yaşamak. Daha çok mutlu olmak, daha çok yaşama sarılmak… Artık geçmişin sıkıntıları ve geleceğin bilinmezliği dışında, Allah’ın verdiği şu anı yaşamanın güzelliğidir aslolan deyip, yaşamdan lezzet almak…
John F. Kennedy demiştir ki: “Değişim, yaşamın kuralıdır. Sadece geçmişe ve geleceğe önem verenler, şimdiki zamanı kaçırırlar.”
Dış görünüşe çok önem verenlerden misiniz? Temiz ve saygı çerçevesinde giyim kuşam değil kastım. İnsanları o şekilde kategorize eden, her türlü değer ve tespiti ona göre yapanlaradır sözüm. Tıpkı, William Hazlitt adlı bir bilgenin buyurduğu gibi: “Elbiselerini, kendilerinin en önemli kısmı yapanlar, genellikle o elbiselerinden daha değerli olamazlar.”
Ünlü besteci ve notaların dahi insanı Beethoven buyurur ki: “Çocuklarınıza erdemli olmayı öğretin. Zira yarın büyüdüklerinde, onları mutlu edecek olan para değil, iyi biri ve erdemli bir insan olabilmektir.” Ne kadar doğru bir kelam değil mi?
Hayatta en önemli şey, anlayış sahibi olabilmek, yani ferasetli davranabilmektir sevgili arkadaşlarım. Doğru ve yanlışı birbirinden ayırabilmenin farkı, çok önemli bir mevzudur gerçekten. İşte konu bu olunca, David Russell da şöyle demiştir: “Hayatta öğrenilmesi en zor şey, geçilecek ve yakılacak köprüleri, birbirinden ayırt edebilmektir.”
Hoşgörü nedir sizce? Bence şudur: “Yaratılanı sevmektir Yaradan’dan ötürü…”
Ancak, Albert J. Robinson’a göre de şu anlamı taşır hoşgörü: “Hoşgörü, karşımızdakileri bizim istediğimiz gibi değil, onları kendi istedikleri biçimde, mutlu edebilme yetisi ve büyüklüğüdür.”
Toplum olarak, gelenek ve göreneklerimize, örf ve adetlerimize çok bağlıyızdır. Yalnız bu değerler saklı kalmak kaydıyla, mevcut hal ve durum, gelişim, değişim ve yeniliklere de arkamızı dönmemizi gerektirmemeli diye düşünürüm naçizane olarak… Yani hem bizi biz yapan değerlerimiz olsun, hem de dünyanın gidişatına ayak uyduralım…
Bakın konunun önem ve değerini, Robert İngersol adlı bir uzman kişi de anlamış olmalı ki, şöyle buyurmuş bir sözünde: “Gelenek ve görenekler, bizi beşiğimizde karşılar ve ancak mezarımızda bırakırlar…” Sözün özü budur.
Biraz önce, geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek için bir şeyler söylemiştim, bunu da eklemezsem içim rahat etmeyecek gibi sanki… Affınıza sığınıyorum. Ünlü Amerikalı kişisel gelişim uzmanı Dale Carnegie şöyle buyurmuş: “Batan güneş için ağlamayı bırakın artık. Siz şimdi, güneş sabah yeniden doğduğunda, ne yapacağınıza karar verin.”
Hiçbir yoruma gerek yoktur sanırım.
Elmalılı Hamdi Yazır’ı bilirsiniz, Kur’an-ı Kerim meali konusunda bir uzmandır. Ancak bu kez, güzel bir kelam ederek meal dışında da varlığını göstermiştir. Diyor ki Yazır: “Allah’ı bilmeyen dünyaya sarılır, dünyayı bilmeyen hülyaya sarılır, hülyaya sarılan da bir süre sonra, hakikate darılır.” Gerçekten çok güzel…
Gurur ve kibir hiç de iyi şeyler değildir.
Belki ona sebep demiştir Ruskin, “Bütün yanlışların altında gurur yatar”
diye. Çünkü öyledir… La Rochefoucauld da şöyle buyurmuş: “Başkalarının gururuna tahammül edemeyişimiz, belki de kendi gururumuzu incittiği içindir.”
Bu da çok yerinde bir tespit…
Allah dünyayı ve de kâinatı bir denge ve hesap üzerine yaratmıştır. Hiçbir sapma ve yanılma yoktur bu düzende. Her şey kendine biçilen rol ve görev kapsamında işleyiş gösterir.
Bu dediklerimizi Hazreti Mevlana bir cümlecik ile çok güzel ifade buyurmuştur: “Yarasanın gözü kamaşacak diye, güneş kendini gizleme yoluna gitmez.”
Mevlana Hazretlerinin bu öğüdü ile ben de bugünkü yazıma son vermek istiyorum. Tekrar birlikte oluncaya kadar, içinizden sevgi, yüreğinizden vicdan ve acıma duygusu hiç eksik olmasın.
Hoşça kalın, sağlıklı olun, sevgili arkadaşlarım ve değerli dostlarım.
—————————————————————–
Kaynak: Kendi Özel Arşiv ve Kaynaklarım.
2007 Yılında 2700 Güzel Söz / Damla Ofset
Ahmet Ağırbaşlı / 4. Baskı.