Dolar 35,4856
Euro 36,4774
Altın 3.091,70
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kilis 15°C
Açık
Kilis
15°C
Açık
Paz 14°C
Pts 13°C
Sal 10°C
Çar 12°C

Ravandalı Çoban

Ravandalı Çoban
A+
A-
21.10.2014
1.020
ABONE OL

Sayın okurlarım;

Zaman zaman elime olayları Kilis’te geçen ilginç hikâyeler geçmektedir. Bunların kaybolmasını istemediğim için sizlerle paylaşmak istedim. Hikâyelerde Kilis’i anlatan anılar, mekânlar, tarihi bilgiler geçmektedir.

Şimdi sizlere Fehmi ANLAROĞLU’ndan “RAVANDALI ÇOBAN” adlı hikâyeyi sunuyorum:

Zamanında, Ravanda’da fakir mi fakir, kimsesiz mi kimsesiz, ama akıllı mı akıllı bir çoban vardı. Her köylünün üç-beş baş davarını alır, önüne katar, sürü halinde güder, sırtında abası, başında tekkesi dağlarda çayırlarda otlatır dururdu. Buna karşılık her Revandalıdan üç-beş kuruş para, bazen de yiyecek, giyecek alır, geçinir giderdi.

Hani “Her gönülde bir aslan yatar” derler ya; işte, bu fakir çobanın da gönlünde aslan değil ama bir takım erişilmesi güç emeller vardı. Sürüyü kırlara salıverip de bir kayanın veya taşın üzerine oturarak, dayandığı zaman kendi kendine hayaller kurardı hep: “Tanrı bana küpler dolusu altınlar verse, zengin olsam, şu davarları köye bıraksam, bir büyük şehre gitsem, bir büyük konak alsam, bir güzel kızla evlensem, bir güzel çocuklarım olsa, bir güzel yesem, yaşasam, şu güzel dünyadan bir güzel tad alsam…”

Ulu Tanrı bu, kulları kendisinden ne diler de, vermez? Kimsesiz fakir çobanın dileğini de kabul etti işte. Bir gün akıllı çobanın da başına devlet kuşu konuverdi. Hem de ele geçmez cinsten…

Ravanda’nın çobanı, bir gün davarlarını Ravanda Kalesi’nin etrafında otlatırken, keçilerden birinin sakalında yaşlık gördü. Kendi kendine “Allah Allah, buralarda suyun zerresi bile yok. Bu keçinin sakalı nereden yaşarabilir ki?…” dedi ve düşündü, taşındı, uzun uzadıya kafa yordu, neticede o keçiyi takip etmeğe  karar verdi. Elbet o keçi, eğer bir yerden su bulmuşsa, aynı yere yine su içmeğe gidecekti. Yoksa çoban yanılmış, belki de serap görmüş olacaktır.

ALTINLAR

Artık sürüsünü her gün kalenin çevresinde otlatıyordu. Köylüler kendisine “Bu kuru yerde ne var ki, bu hayvanları her gün buralara salıveriyorsun? Biraz da dağlara, çayırlara götür” diye çıkıştılarsa da o aldırış etmedi. Gözü hep o keçinin üzerinde idi.

Bir gün, iki gün derken, bir öğleden sonra baktı ki o keçi, sürüden ayrılmış ve üzerinde Ravanda Kalesi bulunan tepenin kuzeyine doğru ilerliyor. Çoban derhal yerinden kalktı ve peşine düştü. Keçi biraz gidince, Kalenin o kısmında bir deliğe girdi. Delik bir insanın rahatça ilerleyebileceği büyüklükte idi. Çoban da kendini içeriye attı. Keçiyi ürkütmemek için, mümkün olduğu kadar sessiz takip ediyordu. İlerledikçe kalenin altına doğru giriyorlardı.

Nihayet keçi bir noktada durdu. Çoban da durdu. Çoban baktı ki, keçi oradan su içiyor. Hemen yanına yaklaştı. Bir de ne görsün: Oda genişliğinde bir yer, ortasında suyu oracıkta kaynayıp, oracıkta kaybolan bir pınar ve pınarın başında bir sürü küp…

Akıllı çoban derhal küpleri yoklamaya başladı. Acaba Tanrı’dan dilediği altın dolu küpler bunlar mıydı? Birinin içine elini soktu. Fakat küp boştu. İkincisine baktı, onun da içinde bir şey yoktu. Üçüncüsüne, dördüncüsüne derken bütün küpleri yokladı fakat hiç birinde bir şey bulamadı. Acaba başka küpler var mı? Diye aranırken ayağına bir şeyler dolaştı. Eğilip baktığında bunların madeni çubuklar olduğunu gördü. İçerisi loştu, pek seçilmiyordu, daha iyi anlamak için madeni çubuklardan birini aldı ve keçi ile birlikte geldiği yerden çıkarak aydınlıkta inceledi. Gördü ki bu bir altın çubuk. İçerde bir sürü altın çubuk olduğunu düşününce aklını kaçıracak gibi oldu.

Ravanda’nın şanslı çobanı, yıllardan beri hayal ettiği altınlara kavuştuğunu ve altınlarla her istediğini yapabileceğini anlayınca aynı delikten kaleye geri girdi ve keçiyi dışarı sürdükten sonra bir köşeye çekilip oturdu, havanın kararmasını, akşam olmasını bekledi.

Akşam oluncaya kadar, bütün altın çubukları toplayıp büyücek bir küpe doldurdu. Dışarı çıktı, sürüyü toplayarak köye doğru yöneltti ve kimseye görünmeden gerisin geriye gelip delikten içeri girdi.

Davarlar geldiği halde çobanın dönmediğini gören köylüler şaşırdılar. Bazıları “Acaba davarlardan bir kaçını alıp kaçtı mı? Diye şüphelendi. Fakat sorup soruşturunca köyün bütün davarlarının tamam olduğunu anladılar. Öyleyse çoban nereye gitmişti? Kalenin çevresinden ayrılmış olsaydı onu kurtlar, kuşlar yerdi diyeceklerdi… Oysa onu ikindiye doğru bile görmüşlerdi. Şaşılacak şeydi doğrusu. Köylüler “Belki biraz sonra çıkar gelir, cehennem’e gitmedi ya, gitse nereye gider? Kimi, kimsesi yok biçarenin” dediler ve evlerine çekildiler.

Vakit iyice ilerledikten sonra, çoban saklandığı yerden çıktı ve köye bir göz attı. El ayak çekilmiş, bütün çıralar sönmüş, ses seda kesilmişti. Tam kaçmanın, kimseye görünmeden sıvışmanın zamanıydı. Köylüler onu görürlerse, altınlarını elinden alır, belki kendisini de kovarlardı. Fakat önünde bin defa değil, bir defa düşerdi, insanın eline.

BAĞDAT IRAK DEĞİLDİ

Çoban, keçinin göstermiş olduğu, yoldan son olarak kalenin altına girdi ve altın çubuklarla dolu küpü sırtlayarak, çıkıp yollara koyuldu az gitti, uz gitti, belki altı ay bir güz gitti ve sonunda büyük bir şehre, konakların, güzellerin ve her şeyin bol olduğu Bağdat’a vardı.

Aradan günler, haftalar, aylar geçtiği halde çoban dönmemişti. Ravandalılar, “Mutlaka ölmüştür” diyerek, ondan ümidi kestiler ve yerine bir çoban buldular.

Günlerden bir gün Ravanda’ya bir Bağdatlı uğradı ve tüm Ravandalılara hitaben yazılmış şu mektubu getirdi.

“Sevgili köylülerim, Ravandalılar, Allah kimsenin dilediğini karşılıksız bırakmaz. İyi şey isteyenlere iyi, kötü şey isteyenlere kötü verir. Ben ondan iyi şeyler diledim, verdi. Bana sizin keçilerinizden birini kılavuz yaptı. Kaledeki altınların yerini gösterdi. Onları alıp, buraya geldim ve burada zengin oldum. Ravanda Kalesi’nde çok altın var, ararsanız sizde bulursunuz. Ben başka altın istemiyorum. Çünkü: bu ölümlü dünyada bana bu yeter de artar bile. Allah’a şükürler olsun. Hepinize selam ederim. Hakkınızı helal edin. Ben, çoban iken bey, fakir iken zengin oldum. Evlendim, çoluk çocuğa karıştım.”

Ravandalılar o gün bu gündür araştırırlar da kalede bir çöp, bir tek altın bulamazlar

Bir rivayete göre de, Ravanda’nın Türk’ler tarafından zaptından sonra kalenin eski hâkimi bir keşiş, haber yollayarak, Ravandalılardan haber sorar. “Ravandalıların sabanları altından  mı, yoksa ağaçtan mı diye…

_________________________________________________________

Dilden Dile Nesilden Nesile Anadolu Efsaneleri, Cilt: 1, Fehmi Anlaroğlu, Onur Yayınları-1,  Ankara, 1 Mart 1968.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.