Sabunhane mi, Kervansaray mı?

Mehmet Şenay TAŞKENT
Sevgili okur ve Kilisli hemşehrilerim, bugün sizlerle, günlerdir kafamda soru işareti olan ve belki tarihi kayıtlarımıza yanlış düşmüş olabileceğine ihtimal verdiğim bir bilgiyi paylaşacağım.
Yazımın başlığından da anlaşılacağı üzere, söz konusu soru işaretinin konusu, geçtiğimiz yıllar Kilis Kültür Envanterine dâhil edilen ve adına da, güya sabun üretildiği için Sabunhane denilen yerin, gerçekten bu amaçla mı, yoksa gerek benim ve gerekse Kilislilerin deyimi ile Kalaycılar Kervansarayı mı olarak yapılıp yapılmadığıdır.
Edindiğim bilgiler ve yaptığım araştırma sonucu elde ettiğim verileri kamuoyunun bilgisine sunarak, kayıtlara doğru bilginin düşmesi de bu yazıyı gündeme taşımamın yegâne amacı olmuştur, özellikle bilinmesini isterim.
Değerli okurlarım, Sabunhane mi, Kervansaray mı detaylarına geçmeden önce, gelin öncelikle ülkemizde, daha sonra da Kilis’teki sabun üreticiliğinin bir geçmişine göz atalım. Ülkemizde sabun imalatına ilişkin ilk resmi düzenlemenin, 1451-1481 Fatih Sultan Mehmet, 2. Beyazıt, 1. Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde çıkarıldığını, ilk imalathanenin de Aydın’ın Foça ilçesinde, “Foça Sabunhanesi” olduğu öğrenilmiştir. 19. yüzyıla gelinceye kadar belli yerlerde açılan bu imalathanelerin, çoğalarak fabrikasyon imalata dönüştüğü bilgisi de edindiğim bilgilerden. O yıllarda Trablus, Çiçek, Misk, Hünkari ve Paşa Sabunları gibi çeşitleri üretilmeye başlamış, İstanbul’a da götürülerek orada satılırmış.
Sabun üretiminde bölge olarak da, Ege bölgemiz ağırlıklı olmak üzere, Marmara, nispi de olsa Karadeniz bölgelerinde sabunculuk yapılırmış. 1838 yılına ait bir kaynakta ise; Aydın, Güzelhisar, Tire, Bayındır, Ödemiş, Nazilli, Urla, Çeşme, Milas, Köyceğiz gibi merkezlerde sabun üretilerek satış için Manisa, Denizli ve Konya illerine götürülür olduğu kayıtlarda yerini almış. 1996 yıllarına ait bir farklı kaynakta da, zeytin yetiştiriciliği yapılan, Şam, Halep, Antakya, Urfa’dan Sivas’a uzanan merkezlerde küçük ölçekli sabun üretiminden söz edildiği görülmüştür. Dolayısı ile Kilis’te bulunan ve 1880 yıllarında, sabun imal etmek amacıyla yapıldığı belirtilen Sabunhane’den söz edilmediği gibi, herhangi bir kayıta da rastlanılmamıştır. İşte tam bu noktada ikileme düştüğümü itiraf etmeliyim. Zaten bahse konu mekânın 100 yıllık geçmişine dair az çok bilgiliyim, diyebilirim. Bu bilginin nedeni ve dayanağı da doğup büyüdüğüm baba ocağı evimiz Sabunhane denilen yerin tam karşısı idi. 60 yıl bilfiil ben ve benden daha fazla bilgisi olan babam rahmetliden edindiğim bilgiler doğrultusunda, burada hiç sabun üretilmediğine dair bilgilerdir. Evet, sabunun olmazsa olmaz ham maddelerinden ve Kilis’in iki önemli tarım kollarından biri olan zeytincilik, o yıllarda da, günümüzde yetiştirilirdi. Ancak Kilis’te büyük ölçekli imalathanelerle sabun üretildiğini duymadım. Sadece Suriye’nin Halep kentindeki ustalardan sabun yapmasını öğrenen ehil kişiler, ya kendi evlerinde ya da başka hane sahiplerinin talepleri ile sabun yaparlarmış ki, o günleri birçoğumuz bizzat yaşamışızdır.
Kilis’te Sabunculuğun geçmişi ile kayıtlı bilgileri, halen üretimini sürdüren Tekün Sabunculuğun tarihçesinden öğreniyoruz. Şimdilerde 3. kuşak olarak bu mesleği günümüze gururla taşıyan Mehmet Akil Teksabuncu’dan edindiğim bilgilere göre de, Kilis’te ki ilk küçük çaplı sabun imalathanesini dedesi, rahmetli Mehmet Teksabuncu’nun 1920’li yıllarda başlattığını, 1937 yılında da bu kez babası rahmetli Abdülmecit Teksabuncu tarafından imalathanenin büyütüldüğünü ve 1984 yılından günümüze kadar da kendilerinin, teknoloji ile barışık, modern bir fabrikada “Tekün” Sabunculuk markasıyla, tek ülkemizde değil, tüm dünyaya Kilis adını duyurduklarını, duyurmalara da devam edeceklerini öğreniyorum.
Yaptığım tüm bu araştırmalardan edindiğim bilgiler ışığında şahsi kanaatim o ki, Sabunhane adı verilen bu yerde sabun üretildiğini dair ihtimaller çok zayıftır. Elbette ki bu benim bir tespitim olup, muhtemel karşı tezlere de saygılı olmak gerektiğini ifade edebilirim. Bana göre bu mekân, Cumhuriyet dönemi öncesi yani, kaynaklarda belirtilen 1880’li yıllarda inşa edilmiş olabileceği muhtemeldir. Lakin ben yapılış amacının Sabunhane olarak değil de, bir Kervansaray (Konukevi) olarak inşa edilmiş olabileceğini düşünüyorum. Düşüncemin ana nedenleri hayli fazla. Öncelikle, halkımız arasında bile buraya, “Kalaycılar Kervansarayı” denildiğini biliyoruz. Yine, bu Sabunhane ile ilgili olarak, rahmetli dedemden edindiği bilgileri bize anlatan babam da Cumhuriyet öncesine dayanan eski yıllarda burasının Kervansaray olarak kullanıldığını dile getirmiştir.
Belleklerimizde kısa bir yolculuğa çıkarsak, hatırlanacağı üzere, tarihte en eski gelişmiş uygarlıklar arasında Mısır, Roma, Babil, Çin, Hindistan ve Türk Medeniyetleri olmuştur. Dolayısı ile de bu medeniyetler yüzyıllar boyunca birbirleriyle ticari ilişkiler kurmuş ve kendileri arasında bir ticaret yolu kurmuşlar, adına da İpekyolu demişlerdir. Ta Ortaçağ’a dayanan tarihi bu İpekyolu güzergâhının bir kolu da, Antakya’dan başlayıp Gaziantep üzeri İran, Afganistan kuzeyi ve Çin’e uzanırken, yine Gaziantep üzeri Halep, Şam ve Basra üzeri Hindistan’a giden güzergâh imiş. Özellikle Çin ve Hindistan gibi ülkelerden temin edilen ipek, baharat, kâğıt, porselen ve değerli taşlar dâhil daha birçok ürünler, batıda Mısır, Roma gibi zengin ülkelere ulaştırılarak ticaret yapılır olduğu bilgisini genellikle hepimiz biliyor olmakla beraber, farklı medeniyetlerden kültür, din ve dillerin kaynaşmasına da neden olan bu ticaret yolunun bizleri de kapsıyor oluşu bizim için önem arz etmiştir. İşte o yıllarda Kilis’in de bu yol kapsamında oluşu nedeniyle tüccarların konaklaması amaçlı pek çok kervansarayların mevcudiyeti bilgisine kayıtlarda rastlıyoruz.
Yeniden rahmetli babamın anlatılarına dönersek, Sabunhane denilen bu yerde, Kurtuluş Mücadelesi öncesi yurdumuzu işgal eden Fransızların burada karargâh kurduklarını ancak, büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kazandığı Kurtuluş Mücadelesi sonrasında da kaçıp gittikleri bilgisini aldık. Hatta, mekân sahibi olduğu söylenen Yahudi Murdok adlı kişinin de Suriye’ye kaçtığı ve bir daha dönmediği söylemiştir. Uzun yıllar dönmeyin ce de Hazineye devri yapılmıştır. Bu yer ile ilgili olarak, 1960’tan günümüze kadar olan süreci bizzat yaşayanlardan biri de benim. Hazine devri öncesi, 1970 yılına kadar burayı Kilis eşrafından Ökkeş Canbolat adlı biri sahiplenerek mevsiminde aldığı pamukları istifler, daha sonra da satmak sureti ile ticaret yapardı. Hazineye devri gerçekleştirildiğinde o da burayı bırakmıştı. Daha sonraları atıl vaziyete bırakılan bu yere, Arabacı Cuma diye tanıdığımız bir fakir aile yerleşmiş ve restorasyona başlanılacağı güne kadar da orada ikamet etmişlerdi. Sabunhane olduğuna kanıt olarak öngörülen büyük kazanın ben işgalciler zamanında yemek kazanı olarak gördüğümü söyleyebilirim. Zira bir ordu karargâhından ve o kadar askerlerinin de yemek teminlerinin düşünülmesi gerekir, diyorum. Aksi halde, kervansaray olarak öngördüğümüzde ise, anılan mekânın caddeye bakan tarafında uzun süre Nalbant Nafi dediğimiz insanların burada at nalladıklarını varsayarsak, kervansaray olasılığını göz ardı edemeyiz, diyorum.
Sabunhane veya Kervansaray hangisi kabul görür bilmiyorum ama orada ilgimi çeken çok önemli farklı bir detaydan da söz etmeden geçemeyeceğim. Şöyle ki; mekânın Akcurun’a çıkan köşe tümüyle buraya aitti. Hatta rahmetli Ökkeş Bey ve kardeşi Ekrem buraya sandalye atıp caddeyi izlerlerdi. Şimdi ise bu köşede bir pastane ve bir de apartman var. Hazineye ait olunan bir yerde nasıl böyle bir imara izin verilmiş, kimin zamanında satılıp ruhsat verilmiş, onu da anlamış değilim.
İşte benim bu yer ile dile getireceklerim bu kadar olup, Sayın Valimiz, Belediye Başkanımız başta olmak üzere, İlimiz Kültür ve Turizm Müdürlüğünün konuya gerekenden fazla ilgi göstereceklerini ümit ediyorum. Dahası gerekirse üniversitemiz uhdesinde kurulacak bir kurulca iyice araştırıp bir karara varabileceklerini düşünüyorum.
Benim bizzat tanıklık ettiğim, duyduklarım ve yaptığım araştırma sonucu elde ettiğim bilgiler bunlardan ibarettir. Sözünü ettiğimiz mekânla ilgili farklı bilgileri olanlarında kamuoyu ile paylaşmalarında yarar olacak ve böylelikle bu kültürel eserlerimiz de kayıtlara doğru girmiş olacaktır.
Yeni bir günde yeniden buluşmak üzere, esen kalın, diyorum…