Sabunmuş Meğer

Göher GÜLER
Torbalı’ya tayin gelmeden önce, zeytin ağacını sadece fotoğraflarda görmüştüm.
İlk gördüğümde iğde sanmıştım. Hatta oradaki birine sormuştum; “bu iğdeler neden kokmuyor?” diye…
Şehire geleli epeyce oldu, yeni komşular arkadaşlar edindik.
Zeytinliği olan bir tanıdık, bir şeyler getirdi. Biraz zeytin, zeytinyağı, köy ekmeği ve bir kalıp da peynir…
Her şey çok güzel, tertemiz…
Peynir bir tuhaf, kokusu hiç hoş değil ve oldukça yumuşak. Sarımtırak görüntüsü var. Üzerinde de hafif yeşile çalan benekler var.
Bozuk desem değil. Yeni tanıdığım; dost kazanmak isteyen biri, bozuk peyniri niye getirsin.
Buranın küflü peyniri böyle mi acaba?
Yok yok küflü peynire de benzemiyor.
Yumuşacık, daha yeni yapılmış belli.
Demek ki buranın peyniri böyle…
Kenarından küçük bir parça koparıp ağzıma attım.
Off zehir mübarek, yenecek gibi değil!
Dilimin üstünde kayıyor, bir o yana bir bu yana.
Neyse zar zor yuttum.
Ağzımı yıkadıkça köpük çıkıyor, midem bulanıyor. Nasıl yiyorlar ki bunu. Acaba tuzlu suya mı yatırılacak?
En iyisi ben bunu mesai arkadaşımın eşine sorayım, o biliyordur. Uzun yıllar burada yaşamışlar, memleketleri Denizli.
Çaldım kapıyı, Ayşe abla çıktı.
– Ayşe abla birisi bana peynir getirdi ama yiyemedim zehir gibi, kokusu da çok kötü. Nasıl yeniyor bu?
Ayşe abla bir elimdekine bakıyor, bir bana…
– Amanin bak gariiii, de gidi dee, sabunu yiyivemiş. Gülmekten konuşamıyor Ayşe abla, tabi ben de.
– Sabun olup duru göğmeyon mu?
– Nee, sabun mu?
Ne sabunu? Yumuşacık baksana, böyle sabun mu olur?
– Zeytin sabunu, bakıvesene. Daha önce göğmedin mi heç? Yeni yapıvemişle, tazecik.
Onu koycen bi yere kuruycek. Daş gibi olcek. Yıkanıp durcen, saçların bu bizim tekirin tüyleri gibi ışıldayıvecek garii.
O arada başka bir komşu geldi yanımıza.
– Ne gülüyorsunuz, iştahlı iştahlı kızlar?
Ayşe abla;
– Neden olcek, Göher sabunu yiyip duru.
Bir kahkaha tufanı…