Selam Volga
Türk müteşebbislerle olsun, emekçi-işveren üst örgütleriyle olsun defalarca yurtdışındaki etkinliklerine yazar olarak iştirak ettim. TOBB Kudüs programı hiçbir engele takılmamıştı. Yine Duesseldorf, Frankfurt ve Berlin görüşmeleri de öyle oldu. Hatta özel uçağımız havalimanına indikten sonra özel muameleye tabi tutuldu; bir AB ülkesinde olmasına rağmen öyle saatlerce bekletilmedik gümrük ve pasaport polisinde. Bir ülkeye yabancı yatırımcı gelince demek böyle oluyor, bürokrasi yumuşatılıyor, kolaylıkların ardı arkası kesilmiyor.
Son olarak Tataristan Özerk Cumhuriyeti’ne gittim Hayat Holding’in konuğu olarak. Kastamonu Ağaç Entegre Sanayi’nin Tataristan’ın özel sanayi bölgesindeki 300 milyon dolarlık tesislerinin açılışında (bu rakam 6 yeni fabrikanın işletmeye alınmasıyla 700 milyon dolara yükselecek) gururlandım Türk sermaye ve işgücünün yansımasını görerek.
Kastamonu Ağaç Entegre Sanayii’nin İstanbul’da 1969 yılındaki kuruluş safhasındaki genel müdürlerinden, daha sonraları Ankara’da müsteşar iken bir trafik kazasında erken aramızdan ayrılan değerli ağabeyim, önemli bürokratımız ve üretken aydınlarımızdan Ispartalı Muammer Dolmacı’yı minnet, şükran ve dua ile andım.
Sabah 05.00’te Sabiha Gökçen Havaalanı’na geldiğimizde organizasyonu üslenen Vizyon Turizm standında kimliğimizi belirten yaka kartlarımızı, el çantası ve şemsiyelerimizi aldık. Tataristan’a girişte ve çıkışta polise gösterilmesi gereken doldurulmuş iki sahifeden ibaret formlar da verildi. Bu form var ya olmazsa olmazlardan. Yoksa aşırı sıkıntı çekmek mümkün… Herkesin kol saati, bel kemeri, çakmak ve bozuk paraları gibi demir aksamı olan her şey dahil kontrolden geçtikten sonra özel olarak kiralanan Atlas Jet ile Tataristan’a gitmek üzere havalandık. Kargo’ya ise Tataristan’da konuklara ikram edilmek üzere Gaziantep’ten gelen orijinal ambalajları içindeki 200 kilo baklava, 100 kilo fıstık ezmesi ve değişik tatlılar verildi.
FELSEFE BAHÇESİNDEKİ ANITLAR
Uçak dolu. İşadamları, holdingin temsilcileri ve bayileri, gazeteciler, özel konuklar yaklaşık üç saat sonra Tataristan’da serbest bölgenin önemli merkezi konumundaki Nizhnekamsk Havaalanı’na indi. Seyahat boyunca bayiler sohbetleriyle birbirinden usta-kalfa ilişkileri içinde ticaret algılarını ilerletiyor, yeni dostluklar kuruyor, bazen koltuklarını değiştirerek, bazen de uçak içinde ayakta derin sohbetlere dalıyorlar. Uçak türbülansa girse ve anonsa rağmen ”Türk’e bir şey olmaz” anlayışıyla ayaktaki sohbeti etkilemiyor. Tümünün yurtdışı tecrübesi olan yolcuların, muhabbet ve sohbeti öylesine keyifli… Sadece tek bir yolcu elindeki kitabı bir türlü bırakmıyor yol boyunca.
Her uçakta, bağlı olduğu şirketin yayınladığı bir itibar dergisi bulunur. Atlas Jet’te de öyleydi. Ben bekledim ki bu sayısında Tataristan ve bölgedeki yatırımcılarımız tanıtılsın. Ancak öyle bir şey yoktu. Derginin ilanları ise genelde özel üniversiteler, cep telefonları, banka, otel, rezidans, AVM ve moda reklamlarıyla doluydu.
Dergide Macaristan’ın Başkenti Budapeşte’nin heykelleri tanıtılıyordu! Mesela Başbakan Imre Ngay’ın heykeli. Ancak diğerleri ise daha ziyade dünyanın ünlü felsefecilerini ve bazı dinlerini hatırlatıyordu: Hz. İbrahim, Hz. İsa, Buda, Echnaton, Loo Tzu, Gandi, Daruma, Taiski, Aziz Francis gibi maruf kişilerin heykelleri. Gül Baba da ihmal edilmemiş. Gellert Tepesinde Felsefe Bahçesi’ndeki bu heykeller din ve kültürleri sembolize ediyordu. Başka heykeller de anlatılıyor: Şair Atila Jozsef, bir zamanlar rejimi tiye alan tiyatro oyuncusu Hofi Geza, kompozitör İmre Kalman gibi. Dergide Girne’de rulet turnuvası da hatırlatılmadan geçilmiyor!… Dergide bana göre alışılmışın dışında bir röportaj dikkat çekti: Prof. Dr. Gülfem İmamoğlu’nun Casa Arto Sanat Hoteli’nde açtığı sergide Sanatçı Arzum Onan’ın görüşleri ve açıklamaları. Demek sanata yatırım yapan otellerimiz de varmış. Sevindim. Gönül isterdi ki bu dergide ayrıca işadamlarımıza Tataristan tanıtılsın, değerleri aktarılsın, aydınları, şairleri, bilim adamları, alimleri, bölgedeki Türk iş gücü, emeği ve sermayesi hatırlatılsın!.
TATARİSTAN’DAKİ DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM HIZ KAZANIYOR
Uçağımız Nizhnekamsk Havaalanına indiğinde bizi karşılamaya gelenleri gördük. Bir heyet vardı. En önde güzelliği, endamı, nezaketi tartışılmaz milli kıyafetleri içinde üç tane uzun boylu Tatar kızı konuklara hem “hoş geldiniz” diyor, hem de Tatar milli tatlısı cekcak ikram ederek. Ben bu tatlıya “ballı makarna” diyorum ama bu defa tombullaşmış “ballı tulumba tatlısı” diyebileceğim ikinci bir çeşidini yaşadım. Bu seremoni ve kolay geçişimiz havalimanında başladı, gümrük ve pasaport kontrolleri sırasında da sürdü, çıkışta bizi bekleyen 6 otobüs ve özel araçlara binene kadar devam etti. Kafası dumanlı konukların otoparkta yaptıkları ilk eylem sigaralarını yakmak oldu. Birkaçı da purosunu… Üç saat iyi sabretmişler demek.
Nizhnekamsk 250 bir nüfuslu bir kent. Bir zamanlar Avrupanın en büyük kimya fabrikası Nizhnekamsk-Neftehim’e sahipti (1966). İsmini de buradan alıyordu. Ayrıca bu kentte bir de lastik fabrikası bulunuyor. Kama Nehri kıyısında 71 bin nüfuslu Yelabuga’da ise Ford montaj fabrikası ile İtalyan De’Longhi’nin ev aletleri fabrikası da Yelabuga’da faaliyet gösteriyor. Anlıyoruz ki geldiğimiz yerler tümüyle sanayi bölgesi.
Kocaman “Kastamonu” afişleriyle numaralanan otobüslerimizde herkesin yeri tespit edilmiş ve ayrılmıştı. Boynunda fiyakalı haçı Rus otobüs sürücünün yanında erkek hostes olarak Türkmenistanlı öğrenci İslam Hannazar yerleşmemize yardımcı olacaktı. Havaalanı bahçesindeki oturaklarda ise Süğümbike Anıtı resimleri vardı. Bilbortlarda da banka reklamları dikkat çekiyordu. Otobüsümüzde ayrıca iki mihmandarımız daha var. “Benim adım Nataşa” diye tanıttı orta yaşın üzerindeki hanım mihmandar kendisini. Konuklar fıkır fıkır güldüler. Rusça konuşuyordu, Kazan’da bilgisayar eğitimi gören Türkmenistanlı öğrenci Can Yangiyev de Türkiye Türkçesi’ne tercüme edecekti. Üzerinde incecik bir tişört ve blucini olan, zayıf, sıska, fakat sempatik Can’ı herkes sevdi. Ancak Nataşa’nın ezberden aktardığı klasik bilgileri tercümede sıkıntı çekti. İlk defa böyle bir görev almıştı. Nataşa bölge tarihini anlatıyordu son sürat. Ben müdahale ettim. “Bize bu geçtiğimiz yolları, görünen köyleri, kasabaları, kentleri; tarlalardaki ekili ürünleri, çalışan insanları anlat” dedim. Nataşa kuruluşmuş makine gibi hep aynı şeyleri irticalen aktardığı için kendi bildiğini okumayı sürdürdü.
YILDIZLAR YENİDEN PARLIYOR
Müdahale ettim. Sordum: “Bu tarlalarda ne ekiyorlar?” dedim. Sohbeti böylece başlattım otobüsteki konuklarımız için. Çünkü Tataristan’da tarım ürünlerinden çavdar, buğday, mısır, keten ve şeker pancarı ekiliyordu. Can’a ben yardımcı olmaya başladım tecrübemle ve bölgeyi daha iyi tanıdığımdan. Konuklar benim Tataristan’da yaşayıp yaşamadığımı sordular. İçimde yaşatıyordum Tataristan’ı, soydaşlarımızı, dindaşlarımızı. Üç defa geldim. Aralık 1992’de bir ay kadar kaldım. Yıldızlar Yeniden Parlıyor adlı eserimin 100 sahifelik bölümü “İdil Sıcak Akıyor” adıyla Tataristan’ı anlatır. Türkiye Gazetesi’nde tefrika edildiğinde çok sayıda mektup almıştım “Siz bir Tatarsınız, yazılarınızdan bunu hemen anladık” diye postalanan. Oysa ben Türkmen’dim. Türkiye’de özellikle de Ankara’daki dostlarımla birlikteliğimizde konu dolaşıp Tataristan’a gelirdi. Çünkü Türk Dünyası bizim bir parçamızdı. Girişimlerimizle Başkent’teki 8.caddenin adı da değişerek Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin kabulüyle Tataristan’ın Milli Şairi Gabdulla Tukay Caddesi olmuştu.
Tataristan’a gelmeden önce bölgede eylül ayındaki hava sıcaklığının 5-10 derece olacağı bildirilmiş, buna göre konuklardan tedbir almaları istenmişti. Hele hele yağmur ha yağdı ha yağacak deniyordu ki hiç de öyle olmadı. Neredeyse eylülün sonu gününde ceketlere bile ihtiyaç duyulmamıştı. Havaalanından bir buçuk saat kadar da Kastamonu Ağaç Enterge Sanayii’nin yeni tesislerinin açılacağı serbest bölgeye yolculuk ettik. Yol üzerindeki bütün tarlalar yemyeşil. Ormansız ve yeşilin bütün tonlarına yansıtan bir bölgeye rastlamamanız mümkün değil. Nehir kenarlarında taşkın ovalar, çayırlar yer alıyor. Bir enerji bölgesi olan petrol ve doğal gazın ana kaynakları üzerindeki Tataristan’da bu yollar artık kâfi gelmiyor gibi. TIR, kamyon, otobüs, lüks her marka ithal arabayla öylesine bir trafik yoğunluğu ve çağdaş bir teknoloji transferi görülüyor. Yolun sağındaki ve solundaki dev tesisler, yatırımlar ve dikkat çeken inşaatlardan gözlerinizi ayıramıyorsunuz. Çok değil birkaç sene sonra bu geçtiğimiz yollarda dahi önemli bir değişikliğe şahit olmamak işten bile değil. Öylesine değişim ve dönüşüm hızlı Tataristan’da.
TATARİSTAN ÖZERK CUMHURİYETİ
Soydaş Tataristan 30 Ağustos 1990 yılında bağımsızlığını ilan etmişti. İki sene sonra da ben Kazan’a uçtum. Ancak Rusya bu bağımsızlık ilanını kabul etmedi. Aynı Rusya Federasyonuna bağlı öteki 9 Özerk Türk Cumhuriyetleri gibi. Nüfusu resmi rakamlara göre 3.780.000. Fakat fiili durum bunun iki katı kadar dünyada. Tataristan petrol ve maden zengini…
Çok önemli bir tarihi geçmişi var. 6. Yüzyılda Kıpçak boyuna dâhil Hazar Türkleri tarafından kurulmuş. Hazar Devleti yıkılınca iki kola ayrılmış Tatarlar. Bir kısmı Tuna Nehri havzasına göç etmiş ve daha sonra Hakan Asparuk liderliğinde 1922 yılına kadar Bulgaristan adını alan devleti kurmuşlar. Bir kol ise Kırım’a yol almış. Kuzeye giden Bulgar Türkleri ise İdil Volga bölgesine yerleşerek bağımsız devletlerini kurmuşlar.
Bugünkü Tataristan, ekonomik gelişmişliği en üst düzeyde olan bir özerk Türk Cumhuriyeti’dir. Konuyu biraz açarsak; yakıt ve petrokimya endüstrisi (ham petrol, sentetik kauçuk, lastikler, polietilen ve petrol ürünleri) Tataristan’ın endüstriyel fotoğrafıdır. Tataristan’da uçak, uçak motoru, helikopter, TIR, otomobil, kompresör, petrogaz pompalama donanımları, yüksek teknolojiye sahip elektrikli cihaz üretimi yapan girişimciler ve şirketleri bulunmaktadır.
Tataristan’da her yıl 32 milyon ton ham petrol üretiliyor. Kamaz kamyon üretiminin % 24’ü Tataristan’a aittir. Rusya Federasyonu içinde Tataristan’a böyle bakıldığında üçüncü sıradadır. Ülke dışına yaptığı ekonomik bağlantılar açısından da yeni ufuklar göstermektedir. Petrol ve doğalgaz Elmet, Leninogorsk, Alabuğa, Mendeleyev şehirlerinden çıkarılmaktadır. Tataristan petrolleri bir boru hattıyla Moskova, Perm, Gorkiy, Kuybişev Yaraslavl ve Rusya Federasyonu’na bağlı bir başka Özerk Türk Cumhuriyeti olan Başkurdistan’daki rafinelere gönderilmektedir.
Tataristan’dan bazı SSCB gelenekleri ve uygulamaları devam ediyor. Bunun güzel örnekleri de devlet çiftlikleri (sovhoz) ve kolektif çiftlikler (kolhoz) olarak örneklenebilinir.
Başkent Kazan’da uluslararası bir havalimanı, İdil Nehri kenarında bir liman ve Rusya Federasyonu’nun Avrupa kısmını Sibirya’ya bağlayan bir tren garı bulunmaktadır. Kazan, Kazanka Nehrinin İdil Nehriyle birleştiği dirsekte kurulmuştur. Kazan’da Taş Devri’ne ait iskân izleri bulunuyor. Tunç Devri eserleri ile Demir Devri başlangıcına ait mezarlık bölgesini, eski çağlardan beri yerleşime açık olduğunu gösteriyor. Kazan’ın 1923’deki nüfusu 158.000 iken 90 yıl sonra 2013 sayımında 1.361.308 kişiye yükselmiştir.
DEV BİR TESİS ve İKİ TÜRKMEN GENÇ
Serbest bölge Alabuga sanayi tesislerinin yolları duble olarak inşa edilmiş. Hepsi birbirine bağlı hale getirilmiş. Kril alfabenin yanında zaman zaman da Latince levhalar size yol gösterebiliyor. Adete bölgeyi tanıtan bir gezide gibi yol aldık Kastamonu Ağaç Entegre Sanayi’nin tesislerine gelene kadar. Hayat Holding dev bir tesis gerçekleştirmiş. Fiziki mekânına onlarca futbol sahası yapılabilir. Otoparkları bile sanki önümüzdeki çeyrek asır için planlanmış geniş, rahat ve kullanılabilir özelliği mevcut. Otobüslerden indik. Bu defa mihmandarımız Türkmen iki öğrenci İslam Hannazar ve arkadaşı Batır Duezdurdiyev. İkisinin de Türkiye Türkçesi mükemmel. Türkmenistan’da erkek çocuklara “İslam” adını veren çok aile varmış. Peki, Batır ne ola ki? “Batur mu?” diye sordum. “Evet” dedi her iki genç birlikte. Demek lehçe fark ettiriyor. Yine sordum “Osman Batur kimdir, hiç bu ismi duydunuz mu?” “Hayır” dediler. Kafkas Kahramanı Osman Batur’u anlattım. Hayretler içerisinde dinlediler. Mutlu oldular. İslam ve Batır’ın aileleri Türkmenistan’da yaşıyor ve çok çocuklu iki aileye mensuplar. Bu haberle daha da mutlu oldum. Türk Dünyasının nüfusu artmalı, demogratif yapısı lehte değişmeli. Hele Tatar ve Türkmenlerin… İki Türkmen gencine sordum yeniden birkaç defa ard arda “Ben Türküm” deyince. “Türkmenistan’da yaşayanlar özellikle gençler kendilerini nasıl anlatırlar?”
– Türk’üm diye!
– Biz Türkmen’iz Türk değiliz, gibi yanlış bilgilerle anlatanlar varmış duyduğumuza göre. Ne dersiniz? Çünkü Türkiye Türklerinin de ana vatanı Türkistan’dandır. Bizler de oradan gelmişiz. Bu Sovyet şartlandırması falan olsa gerek.
– Hayır biz Türk’üz. Türkmenistan’da yaşıyoruz. Ailemiz orada. Dilimiz de Türkçedir. İşte sizinle Türkçe konuşuyoruz.
Bu gelişme beni mutlu etmeye yetti. Batılı ve doğulu tuzaklar demek artık fark ediliyor. İslam ve Batır Kazan Devlet Üniversitesi’nde bilgisayar mühendisliği eğitimi alıyorlar. Tataristan’dan evlenebileceklerini, Kazan’a yerleşebileceklerini de anlattılar. Sonra hep birlikte açılışların yapılacağı, toplantıların gerçekleştirileceği Kastamonu Ağaç Entegre Tesisleri’ne girdik. Bugüne kadar gördüğüm enine ve boyuna, hatta yüksekliğine göre bile en muhteşem bir salon. Öğle yemeği saatine denk geldiği için herkes self servis kuyruğa girdi. Et ve tavuk dönerler elektrikli bıçaklarla kesiliyordu. Tereyağlı pilavlar bittikçe anında yenileri geliyordu. Birkaç bin kişi bir anda karnını doyurdu. Salatasına kadar sofralarına gelmişti. Envai çeşit alkolsüz içecekler. Daha da önemlisi sini sini Gaziantep baklavası, fıstık ezmesi ve şöbiyetler de öyleydi. Değişik pasta ve sütlaçlar. Bir düğün yemeği, bir şölen toplantısı ve bir toy etkinliği vardı salonda.
Canlı müzik (quartet) hiç susmadı, Tatar sanatçılar bütün hünerlerini sergilediler. Salonun ön kısmındaki sahnenin yanlarına iki dev televizyon ekranı konmuş, konuşmaları uzaktan izleyenler bunu rahatlıkla görebilecekti. Ön koltuklar protokol içindi. Orman ve Su İşleri Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu başkanlığında Türkiye’den gelen heyet ve Tataristan Cumhurbaşkanı Rüstem Minnihanov ve beraberindekiler karşılıklı olarak musâfaha ettiler, sonra yerlerini aldılar. Rüstem Minnihanov bu yatırıma çok önem veriyor ve bütün imkânlarını da kullanabiliyor Tataristan için. Cumhurbaşkanı Rüstem Minnihanov ve Türkiye’den de gelen bakan ve üst düzey konuklar için trafik kesilmedi, yollara barikatlar kurulmadı, sirenler çalmadı, geniş biçimde rahatsız edici güvenlik tedbirleri görülmedi, salona girerken sil baştan aramalar yapılmadı, elektronik araç gereçlerden geçirilmedi insanlar. Meğer ne kadar da özlemişim böyle bir fotoğrafı. Mutlaka gerekli tedbirler, güvenlik ve koruma önlemleri alınmış, kontroller yapılmıştır ama bunu hiç bir konuk bunu hissetmedi bile. Çok medeni ve çağdaş bir uygulama gördük Alabuga’da. Konuşmalara geçildi daha sonra, bilgiler verildi tesislerle alakalı olarak, açıklamalarda bulunuldu.
KONUŞMALAR SANKİ BİRER SANAYİ DERSİYDİ, TEŞVİKTİ
Çok sayıda hem Türkiye’den gelen ve hem de Tataristan medyası açılışla yakından ilgileniyor. Kameralar çalışıyor, sesler kaydediliyor, notlar tutuluyor. Birden bire gökten konfetiler yağdı, orkestra daha da coştu.
Hayat Holding’in temeli 1937 yılında atılıyor. 12.000 emekçi üretim için kollarını sıvamış vaziyette harıl harıl çalışıyor. Türkiye’nin en büyük 500 sanayi tesisi içinde iki tesisi Kastamonu Ağaç Entegre Sanayi (mobilya, dekorasyon ve inşaat sektöründe ihtiyaç duyulan ham ve melamin kaplı yonga levha, MDF, laminat parke (floorpan, artfloor, sunfloor) kapı paneli (doorpan) ve bunlarla ilgili katma değerli ürünler) ile Hayat Kimya (Bingo, Test markalı deterjan ve temizlik ürünleri, Molfix, Molpet markalı çocuk bezi ve hijyenik pedler, Papia, Familia ve Teno markalı temizlik kağıt ürünleri) yer alıyor.
Şirket profilini ise şöyle çiziyor yetkilileri konuşmalarında ve uygulamalarında; gelişmeye ve yeniliğe önem veren, çevre ve tüketici haklarına saygılı, satış ve hizmet süreçlerini müşteri odaklı bir felsefe etrafında tanımlayan, sosyal sorumluluk bilincinde bir kurum Hayat Holding. Liman işletmeciliği, inşaat ve havacılık sektöründe de hizmet veren Hayat Holding 2013 yılında 2.18 milyar $, Türkiye dışında ise 925 milyon $ ciro gerçekleştirmiş.
Kastamonu Ağaç Entegre Sanayi Türkiye’de lider, Avrupa’da 4., Dünyada 9’uncu sırada yer alıyor. Ne güzel bir gurur kaynağı ülkemiz ve toplumumuz için. Yurtiçinde Adana, Balıkesir, Gebze, Kastamonu, Samsun ve Tarsus’ta; yurtdışında da Bosna Hersek, Bulgaristan, Romanya ve Rusya’da Hayat Holding’in 10 farklı lokasyonda 13 ayrı üretim tesisi bulunuyor. 71 ülkeye ihracat gerçekleştiriliyor.
Müthiş ve etkileyici bir organizasyondu. Seçilen müzik de öyle, gösterilen tanıtım filmi de görsellik açısından zengindi. Konukları sıkmadan ve gerektiği kadar yapıldı her şey. Hayat Holding Yönetim Kurulu Başkanı Yahya Kığılı “Orman ürünlerinin kullanımın yanında ve uygun çapta ormanın onarım faaliyetini de gerçekleştiriliyor. Üretimde düşük kaliteli orman ürünlerini kullanıyoruz. Bunların yerine de yeni fidanlar dikiliyor. Bölgeye artı değer kazandırılıyor. Ürün yelpazemiz yenileniyor ve genişletiliyor.” Dedi. İnsanlar böyle bir konuşmayı o kadar özlemiş ki sormayın.
Tataristan’daki bu tesiste 500 emekçi çalışacak ve 1.8 milyon metre küp sunta üretilecek. Sonra bir uygulama ile makineler çalıştırılarak konuklara ürünleri ve ambalajlama tekniğini gösterdiler.
Hayat Holding Ağaç Grubu Başkanı Haluk Yıldız da kurumsal yapılanmalarının güvenilir, bilgili, yenilikçi ve kaliteli insan kaynağından geldiğini anlattı. Hedeflerinin ise Türkiye ile birlikte bir milyar nüfusa sahip komşu ve yakın coğrafyadaki ülke pazarları olduğuna dikkat çekti.
KAZAN’A MOSKOVA’DAN TRANSFER YENİ BİR DİPLOMAT
Konuşmaların ardından yan yana üç dev üniteden oluşan tesis gezildi. Protokol özel araçlarla dolaştı. Bizler teker teker inceleyerek baktık sağımıza solumuza. Gerçekten muhteşem bir tesis… Ağaç olarak veriyorsun makinelere el değişmeden inşaat malzemesi olarak çıkıyor öteki uçtan. Ürünler teker teker sergileniyor kocaman dev yapraklı tanıtım tablolarında. Sınıfların karatahtası bu defa bu tesislerde grinin tonu olarak karşımıza çıktı. Konuklar duygularını yazdıkları gibi, imzalarını atarak kutlayabiliyorlar da. Bir anda gri tahta imzayla doldu. Bendeniz de imzamı koyuverdim.
Yanımda yayınlanalı henüz birkaç gün olan bir kitabım var. Bunu Türkiye Cumhuriyeti Başkonsolosu Sabri Tunç Angılı’ya vereceğim. Bir türlü kalabalıktan ulaşamıyorum. TRT Avaz muhabirleri de röportaj yapacak ama temsilcimizi tanımıyorlar. Bana sordular. Görmediğimi anlattım. Ben de sordum “Türkiye Başkonsolosu bu toplantıda mı acaba, mutlaka gelmiştir ama ben göremedim?!”
Sorduğum genç, “Buyurun benim” dediğinde hem mahcup oldum, hem sevindim. Dayanamayıp hatırlattım “O halde siz yeni geldiniz. Daha birkaç ay önce Sayın Başkonsolosumuz Sabri Tunç Angılı ile beraberdik. Bir hafta kendisi ile birlikte olduk. Tanımamam mümkün değil?!” demek durumunda kaldım.
Yeni Başkonsolosumuz Turhan Dilmaç çıkarıp kartını verdi. Eski Başkonsolos Ankara’ya merkeze dönmüş, kendisi Moskova’dan gelmiş, mütevelli heyeti başkanı olduğum Mehmet Akif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfımızın 12-18 Mayıs 2014 tarihleri arasında Kazan Devlet Üniversitesi ile ortak gerçekleştirdiğimiz Türk Dünyasını Aydınlatanlar Mehmet Akif Ersoy ve Abdullah Tukay Uluslararası Kazan Sempozyumu’ndan bilgisi olduğunu, gelen raporları Moskova’da okuduğunu ve başarılı bir etkinlik yapıldığını anlattı. Sevindim. Kazan Başkonsolosluğumuzdaki dostlarımızı sordum teker teker, çünkü onların da büyük hizmeti olmuştu sempozyumda.
Televizyonlardan bazıları canlı yayında… Konuklar burada görüşlerini açıklıyorlar. Açılışın yapıldığı salonda bu defa konser programına geçildi. Tatar Dina Garipova Konseri tek kelime ile dudakları uçuklattı, heyecanlandırdı. Milli kıyafetleriyle Tatar Gençlerinin gösterisini izledik. Folklorundan nefis örnekler sundular. Sona doğru 16 kişilik tümü hanım sanatçılardan oluşan orkestra konser verdi. Dünyada ne kadar tanınan klasik müzik örneği varsa tümüne yakınını dinledik. Alkışlardan avuç içleri, ayaları patlayacaktı. Tatarlar gelişmiş ülkeler müziğinin çağdaş ve evrensel dilini iyi yakalamış, bunu olmazsa olmazları arasına koymuşlar. Çok da iyi yapmışlar. Müzik ve spor mesaj göndermek için günümüzün olmazsa olmazları arasına girmiştir. Teknoloji gibi, moda gibi vs.
YARÇALLI’DA KONUK OLMAK
Akşam sanayi kenti Yarçallı’da olacağız. Yorgunluğumuzu Tataristan’ın Başkent Kazan’dan sonra ikinci büyük vilayeti olan Yarçalı’da atacağız. 1172 yılında kurulan Yarçallı (Chelny) nüfusu 808.870 kadar. Kamaz ve ZMZ kamyonları ve Ford-Sollers ortaklığına ait şirket ve fabrikalar Yarçallı’da bulunuyor. Akşam yaklaşmasına rağmen günün ağarıklığı-aklığı hemen olmuyor bölgede. Adeta gece-gündüz birleşmiş gibi bir sınır içinde hissediyor insan kendisini. Yolda otostop yapanlara rastlıyoruz. Otostopçuları arabasına alan oluyor, almayan oluyor.
Otelimiz Open City Hotel Süğüm Bike Hatun Caddesi üzerinde. Üç yıldızlı otelimiz henüz iki yaşında, geçen yıl hizmete verilmiş. Otel Lobisi’nde bir değerli genç dostum bekliyor beni. Daha içeri girer girmez Ramil Sabirov ile musâfaha ettik. 35 yıllık bir aile dostumuz Tataristanlı Ramil Sabirov Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun. Masteri var. Akademik çalışmalarını hala sürdürüyor. Yarçallılı Ramil Sabirov bir aile şirketi olan inşaat malzemeleri firmasının sorumlu yetkilisi olarak ülkesine hizmet veriyor. Sohbet sohbeti açıyor Ramil ile. Akşam yemeğine daha vaktimiz var. Odama yerleştikten sonra getirdiğim kitapları veriyorum Ramil’e. Çok mutlu baklava, döner kebap ziyafeti gibi olduğunu belirtiyor bu Türkçe kitapların. Otele yerleşir yerleşemez hemen akşam yemeği için yeniden otobüslerimize bindik. Ramil Sabirov yanıma oturdu ve beni bilgilendirdi Yarçallı ile alakalı olarak.
Yarçallı Belediyesi’nin yanında Merkez Cami var. Temeli 1992’de atılmış. Tövbe Camii de öyle. 1998 yılında Tövbe Camii’ne “hilal” takılmış Türkiye’den gelen onca konuklar huzurunda. Yarçallı’da Türk müteşebbislerinin 25 katlı bir gökdeleni yükseliyor. Geçtiğimiz Cadde’nin adını Ramil Sabirov; Molla Nur Vahidof olarak açıklıyor. Sonra da ekliyor “ Türkiye’de çok tanınan Sultan Galiyef’in en yakın çalışma arkadaşı” diye. Ramil tanıtımını sürdürüyor kentleri tanıtırken: “Tüben Kama” diyor yani Aşağı Kama, Tatarcası ise Çulman Kale. Nüfusu 250 bin. Burada ilk göze çarpan petrokimya tesisleri imiş.
Yarçallı da tekstil fabrikası var. Alabuga serbest bölgenin 100 bin nüfuslu bir kenti. Büyük bir alaka var Alabuga’ya. Tataristan’ın güneydoğusunda ise Elmet petrol bölgesi.
BİR ŞEHİR GEZİNTİSİ VE AKŞAM YEMEĞİ
Yarçallı’daki camileri soruyorum Ramil’den. Hemen sıralıyor: Ak Mescid, Ramazan Camii, Kevser Camii, Tevbe Camii, Ebzer ve İhlâs Camileri. Şehitler Camii, 1552 Tatar Şehitleri için 1992 yılında inşa edilmiş. Şehitler Camii’nin hemen ilerisinde de daha büyük bir cami yapılmasına rağmen, daha küçük olan diğer cami de yakılmamış, hizmete devam etmiş. Yarçallı Belediye Başkanı Vasil Şeyhraziyev şehre bir cami ve bir de kilise yaptırmak için kampanya açarak yardım topluyor. Ancak yönetim tarafından iki hafta sonra görevinden alınarak azlediliyor!.
Geçtiğimiz yolları soruyorum Ramil’den o da anlatıyor: Burası Barış Caddesi, içinde bulunduğumuz yer Halkların Dostluğu Bulvarı, hemen ilerisinde ise Moskova Caddesi. Yeni bir tramvay yolu yapılıyor Yarçallı’da; bütün kenti kapsayan ve özellikle yeni yerleşim birimlerine kadar uzanan. Kent sürekli büyüyor ve her yer inşaat şantiyesi gibi. Sabah-akşam Yarçallı trafiği şehir içi ve dışı olmak üzere her geçen gün daha da yoğunlaşıyor.
Akşam yemeğini Aşsu Lokantası’nda yedik. 350 konuk için bin kişilik ikramda bulunuldu. Bittabi yarısından fazlası masalarda kaldı. En keyifli taamım ise ‘üç goçmak’ denilen üçgen şeklindeki yağda kızartılan börek oldu. At etini tercih edenler de daha sonra tadına bakmakla yetindi. Bir Tatar sanatçısı hanım şık müzik ziyafeti çekti, Türkiye’den de parçalar okudu.
Sabah çok erken uyandık. Uçağımız yarım saat bile sürmeyen bir yolculuk için Nizhnekamsk’tan Başkent Kazan’a havalandı. Kazan Havaalanında otobüslerimiz yine bizi bekliyordu. Hemen hareket ettik. Çünkü Kazan’ı birkaç saat içinde gezmek mümkün değildi. Dolayısıyla vakit nakitti.
Önce Kazan Kremlin’i. Eski Tatar Sloboda, şehir merkezinde bir Tatar Köyü Tugan Avyiym, eski tarihi camii olan Mercani, Kamal Tiyatro, gizemli Kaban Gölü, Kazan Millennium Park, Özgürlük Meydanı, Kazan Üniversitesi semti, muhteşem Kul Şerif Camii, Müjde Ketadrali, Spassky Kule, Süğümbike Anıtı (Bu anıt ile alakalı çok değişik hikâyeler var. Bir tanesi şöyle: Kocası ölünce ilk hanım hakanlardan olan Süğümbike Hatun İstanbul’a haber salarak, oğluna da babalık edecek bir şehzade ile evlenmek ister. Bundan amacı arkasında bir Osmanlı Cihan Devletinin olmasını savaştıkları Ruslara göstermekti. Ancak Osmanlıların en sıkıntılı günlerine rastlayan bu gelişme cevapsız kalınca bir iddiaya göre intihar eder, bir rivayete göre de Moskova’ya götürülerek esir edilir.) Başkanlık Sarayları, Müzeler, Yürüyüş Yolu vaktin elverdiği kadar hızlı hızlı dolaşıldı üç-beş saat. Alışverişler yapıldı. Güzergâh üzerindeki bazı Türk müteşebbislerin ofisleri ziyaret edildi.
HOŞÇA KAL VOLGA, TUT ELİMİ İSTANBUL
Sıra geldi yemeğe… Bu defa akşam yemeğini Kazan içindeki bir Tatar Köyü’nde yiyeceğiz (Tugan Avylym). Başkentin merkezinde ve yolların kesiştiği noktada suni bir köy inşa edilmiş. Sırf keresteden yapılan köyün villaları mevcut, birkaçı büyük olmak üzere yemek salonları var. Ayrıca çocuk bahçesi, havuz, heykeller ve nostaljik alanlar da ihmal edilmemiş. Konuklar bol bol fotoğraf çektirdi, poz verdi. Yemekler birbiri ardından geliverdi masalara daha sonra. Karnı doyan erken ayrıldı salondan, doğru bahçeye koştu. Burası aynı zamanda romantik bir yanıyla da dikkat çekiyordu. Bir kısım misafirler ise alt kattaki salonda bilardo oynamayı tercih etti.
Sonra istemeseniz de vakit geldi çattı İstanbul’a dönüş için. Ver elini Türkiye, tut elimi İstanbul. Elveda Kazan, Hoşça kal Volga! Selam soydaşlarıma ve selam Tataristan’a…