Şerbetçi
Ahmet ELMALI
Bir zamanlar, Osmanlı döneminde Habip isminde Kilis’te bir şerbetçi yaşarmış. Bu şerbetçi evinin nafakasını çıkarmak için her gün sabahleyin kalkar, keçi derisinden yapılmış tuluğunu meyan şerbeti doldurur, bu şerbeti satmak için çarşı-pazar dolanır ve satarmış ve her gün de öğleye yakın şerbeti bitirince yorgunluktan vücudunu dinlendirirmiş. Bu iş hiç usanmadan, bıkmadan yıl on iki ay bilfiil yapar, geçinir gidermiş. Günler ayları, aylar yılları kovalayarak hayatını bu minval üzerine kurmuş.
Günler, aylar derken yıllarda geçip gidiyormuş, bu hal böyle devam ederken günlerden bir gün işi bozulmuş, para kazanamamış ve evinin nafakasını çıkaramamış, nerdeyse aç kalıp perişan olacak çarnaçar Kilis’ten göçmeye karar vermiş.
Günlerden bir gün tasını, tarağını toplayıp yükte hafif, pahada ağır eşyalarını alarak yol revan olmuş. Günlerce giderken yolu İstanbul’a düşmüş, bir ev kiralayarak oturmaya başlamış, bakmış bu böyle devam etmeyecek, şayet böyle devam ederse evdeki ailesi açlıktan yok olup gidecek.
Günler böyle geçmeye devam ederken aklına Kilis’te yapmış olduğu şerbetçilik geldi, geldi gelmesine ama İstanbul’da meyan şerbetini kim bilir diye düşüne düşüne evine gelmiş ve evde hanımıyla konuşurken hanımı kendisine, “Şerbet sat, sat ama meyan şerbeti olmaz” demiş. Düşün düşün en nihayet bal şerbeti yaparak satmaya karar vermiş.
Sabahleyin bal şerbeti yapıp çarşıya çıkmış bir dolanmış, iki dolanmış bal şerbetini satamadan evine dönmüş. Çaresiz bir şekilde düşünmeye başlamış ne yapayım ben diye, düşün düşün aklına bir tekerleme gelmiş ve bu aklına gelen tekerlemeyi uygulamak için sabahleyin tuluğunu omzuna atıp bal şerbeti satmak için yola koyulmuş ve şu tekerlemeyi söyleyerek satmaya başlamış:
ADIM HABİP BEN HABİP
SATTIĞIM NUR-I ZEBİB
KİM EŞER DERİN KUYU ?
O GİDER YÜZÜNKUYLU…
Öğleye kalmadan satıp bitirmiş. Artık her gün bal şerbetini yapıyor, öğleye yakın satıp bitiriyormuş.
Bu böyle yıllar yılı geçip gitmiş. Günlerden bir gün bizim şerbetçi Habip sizlere ömür ölmüş. Aradan epey zaman geçince evde yiyecek bir lokma ekmek dahi kalmamış. Habib’in 8-9 yaşında olan oğlu annesine sormuş, “Benim babam ne iş yapardı?” diye. Annesi, “Şerbet satardı” diye cevap vermiş, oğlan küçük olduğundan dolayı kendisine küçük bir tuluk bularak içini şerbet doldurup çarşıya çıkmış ama günlerce “Bal şerbeti var!” diye ne kadar bağırsa da nafile satamamış. Çocuk gelip annesine sormuş; “Babam bu şerbeti satarken ne diye satardı?” diye. Annesi de ona “Baban şu tekerlemeyi söyleyerek satardı” demiş:
ADIM HABİP BEN HABİP
SATTIĞIM NUR-I ZEBİB
KİM EŞER DERİN KUYU
O GİDER YÜZÜNKUYLU…
Ve çocuk da bu tekerlemeyi söyleyerek şerbeti satmaya başlamış. Bu şerbetçinin tekerlemesi Osmanlı Padişahın kulağına gitmiş ve şerbetçiyi huzuruna çağırtmış bakmış ki küçücük bir çocuk. Padişahın çocuğun söylediği tekerleme hoşuna gitmiş, çocuğu sevip okşayarak bir kese altın ihsan etmiş, demiş ki; “Sen şimdiden sonra her gün saraya gelerek bana bir bardak şerbet vereceksin karşılığında da bir kese altın alacaksın.”
Her dönemde ve her yerde illa ki bir fitne bulunur. Padişahın bu şerbetçiye karşı yakın sevgisini çekemeyen ve kıskanan vezir ne yapsın da padişahla şerbetçinin aralarını bozsun diye düşünürken, şerbetçi çıka gelmiş, o anda vezirin aklına gelen kötülüğü uygulamaya koymuş, hemen şerbetçiyi yanına çağırarak, “Sen sarımsak yiyormuşsun, ağzının kokusundan padişah rahatsız oluyor, ağzını bir şeyle kapat da padişahın huzuruna öylece çık” demiş. Çocuk da çarnaçar ağzını bir tülbentle kapatıp girmiş. Aradan birkaç gün geçince padişah vezirini huzuruna çağırarak bu şerbetçinin ağız bağlama olayını sormuş; “Vezir şevketlim sizin nefesiniz kokuyor diye şerbetçi bu yola başvurmuş” deyince padişah gazaba gelmiş ve vezire demiş ki: “Yarın erken hiç kimse saraya gelmeyecek” diye herkesi uyarmış, şerbetçiye de padişahın şerbetini saraya çok erken getireceksin diye ferman göndermiş. Öte yandan cellada da “Yarın saraya kim ilk önce gelirse başını vuracaksın!” diye emir vermiş.
Bir gün sonra şerbetçinin çok acil bir işi çıkmış. Veyahut rahatsızlaşmış, bir türlü erken saray gelememiş, öğle vakti vezir şimdiye şerbetçinin cellat tarafından kafası vuruldu diyerek saraya gelmiş, kafasını içeri uzatır uzatmaz cellat vezirin kafasını kesmiş, hemen haber padişaha yetişmiş, “Efendim saraya en erken vezir geldi ve kafası kesildi” diye. Padişah hayretler içinde kalarak şerbetçiyi çağırtmış, neden erken saraya gelmediğini öğrenmiş, yine de ağzını niçin bağladığını sormuş, öğrenmiş ve demiş ki sen şerbeti nasıl satıyordun diye sormuş, şerbetçi de:
ADIM HABİP BEN HABİP
SATTIĞIM NUR-I ZEBİB
KİM EŞER DERİN KUYU
O GİDER YÜZÜNKUYLU
deyince şaşıran padişah şerbetçiyi kendisine vezir etmiş ve demiş ki: Kim suçluysa cezasını bulur…
YER ÖZYURT SİNEMSININ YAZLIĞI..
NEDİM KOŞAR,,FARUK KOŞAR,,VE ?.
FARUK KOŞARING DÜĞÜNÜ…
SİYAH ÖRÜMCEKLER ORKESTRASI…