Torpil Kim, Sen Kim?
Göher GÜLER
Yıl 1995, ben hayatımın baharındayım. İstanbul’da bir kamu bankasında çalışıyorum. Kız kardeşim okulu yeni bitirdi. O arada benim çalıştığım kuruma eleman alınıyor. Torpil gerekiyormuş, sağdan soldan fısıldadılar kulağıma. Torpil yaptırmak için Ankara’ya gitmem gerekiyormuş, öyle telefonla olmazmış bu işler…
Kara kış bastırmış, tipi/fırtına göz açtırmıyordu, İstanbul’da. Bir ayağımız dışarıda, bir ayağımız içeride, kendimizi atarsak otobüse, bizden mutlusu yok. Tıklım tıklım dolu otobüsle geldim eve. Akşam yemeğinde eşime;
– Ben Ankara’ya gideceğim dedim.
– Nee, sen kafayı mı yedin hanım! İşe zor gidiyoruz, bu havada Ankara’ya mı gidilir?
– Ben çok bunaldım. Bir kaç gün izin alıp, Ankara’ya gideceğim. Hem büyük baldızın da çağırıyor.
– Tövbe tövbe! Yapma hanım, otur oturduğun yerde, Ankara buradan daha soğuk. Hastalanacaksın, zaten rüzgâr esse, hasta oluyorsun.
– Bir şey olmaz hayatım. Biraz hava değişimi yapar gelirim. Hem yeğenimi de çok özledim, burnumda tütüyor dedim.
– İyi madem, bilirim aklına koyduğunu yaparsın. Ne deyim, yolun açık olsun dedi eşim…
Şıkır şıkır giyindim kuşandım. Laf aramızda giydiğim de yakışıyor o zamanlar. Ee gençlik de var serde. Üzerimde açık mavi, diz hizasında dar bir etek, ten rengi çorap, beyaz bir gömlek, eteğin renginde bir fuları yandan fiyonk şeklinde bağladım. Lacivert kaşe bir palto… Ayağımda ince topuklu rugan ayakkabılar, kış günü. Oldukça şık görünüyorum. Üşüsem de önemli değil, yakışsında. Ankara otobüsüne bindim. Bir kaç saat yol aldıktan sonra, dinlenme tesislerinde ihtiyaç molası verdi otobüs. İhtiyacımı giderdim, otobüse doğru giderken, buz tabakasının üzerine basmamla, otobüs muavininin ayağının dibinde bitmem bir oldu. Kafamı bir kaldırdım, bizim muavin… Yüzükoyun kaydım, kızak gibi. Muavin de neye uğradığını şaşırdı tabii. Telaşla yardım etmek için eğildi. “Hayır hayır, yardım istemiyorum,” diyerek doğruldum. Ayakkabılar çantam, her biri bir yere fırladı. Muavin getirdi ayakkabılarımı, “giy abla” diyerek elime verdi. Bir elime de çantamı aldım. Kendimi otobüse attım. Otobüse bindiğimde beni aldı bir gülme, kendi halime gülüyorum. Yerde yüz üstü yatışım geliyor aklıma. Kendime engel olamıyorum. Güldükçe gülesim geliyor. Ağzımı kapatıyorum olmuyor, fıkır fıkır kaynıyor içim. Oldu bitti, düşene çok gülerim hep, kendime bile…
Saatler ilerledikçe kolum ve omzum ağrımaya, burnum sızlamaya başladı. Gözlerimin altına da sanki gölge geliyor gibi. Çantamdan el aynasını çıkardım. Aman Tanrım, O da ne! Yüzüm gözüm sişmiş morarmış. Burnumun üstü olduğu gibi soyulmuş. “Ne olacak şimdi, bu vaziyette Genel Müdürlüğe gidilmez,” dedim, kendi kendime. İki gün var personel alımının bitmesine…
Sabah otobüsten indim. Kolumun ağrısından duramıyorum. Yürüdükçe iki dizim ağrıyor. Gözlerim de kapandı kapanacak, göz kapaklarım balon gibi şişmiş. Telefon ettim, Ankara’da oturan kız kardeşime, gelip aldılar. Eteğim sökülmüş yanlardan, çorabım yırtılırmış. Kız kardeşim;
– Abla bu ne hal kaza mı yaptınız dedi, telaşla?
– Yok canım buzda kaydım dedim. Kız kardeşim de benim gibi, gülme krizine girdi tabii. Sonra en yakın hastaneye gittik. Gören “kaza mı” diyor. Neyse iğne ilaç eve geldik. Ertesi gün kalkamadım. Hem o vaziyette torpil yapmaya gidilir mi?..
Yattığım yerde gülme aldı gene beni. “Torpil kim sen kim!
Hayatında kaç kere torpil yaptırdın da, şimdi bu kara kışta torpil yaptırmaya gidiyorsun” dedim, kendi kendime…
Genel Müdürlüğü aradım. Personel alımı bitmiş. Benim torpil işi suya düştü. Kös kös, geri döndüm İstanbul’a.
Eşim beni, yüzü gözü dağılmış görünce şok oldu;
– Ne oldu sana böyle dedi, telaşlı telaşlı? Kaza mı oldu, doğru söyle?
– Kaza oldu da, araba kazası değil dedim.
– Ne kazası peki dedi, yine telaşla.
– Buzda kaydım, düştüm.
– Düştün mü? Hahahah!
Düşersin tabi, iki metre topuklu ayakkabı giyersen. Ben sana demedim mi, botlarını giy diye! Ne işin vardı kış günü Ankara’da, gitme demedim mi ben sana. Sonu yok sayıyor da sayıyor eşim.
– Torpil yaptıracaktım.
– Torpil mi? Güldürme beni hanım, torpil yaptıracakmış. Torpil kim sen kim!..