Yaşıyorken-2
Bana tek pencereli, içinde tahta bir sedir, bir masa ve sandalye olan küçük bir oda verdiler.Duvarın içine oyulmuş bir niş, nişin içinde bir testi su ve bir bardak vardı.
Dayım, “Burada huzur ve sükûneti bulacak tüm sıkıntılarını unutacak vazgeçtiğin dünyaya geri döneceksin” dedi.
Birden üzerime bir korku ve hayıflanma geldi.
“Hayır dayı ben asla burada kalamam” dedim, dillerini bile bilmediğim insanların arasında ne işim var beni bir kabustan çıkarıp başka bir kabusun içine bırakamazsın “tamam” dedi, “madem istemiyorsun geri döneriz ama çok yorulduk şimdi biraz uyu dinlenelim geri yola çıkarız” dedi…
Çok yorgundum çam kokusu dağ havası, içtiğimiz bitki çayının da etkisi hep kapalı ortamda olduğumuzdan beni çarpmış, adeta sarhoş gibi olmuştum.Gözlerim kapanıyor bir an önce uyumak istiyordum.
Ne kadar uyumuştum ne kadar zaman geçmişti, gözlerimi açtığımda o küçük odanın yaşadığım evlerin ihtişamı yanında çok ilkel, çok basit kaldığını görüp, “dayım beni buraya neden getirdi burada ne işimiz var” diye kendi kendime sormadan edemedim
Uyanıp doğrulduğumda başucumda gülümseyen gözlerle bir rahibe bana İngilizce yada Rusça bilip bilmediğimi sordu. Rusçayı da İngilizceyi de çok az bildiğimi biraz da işaret diliyle anlattım. Bana dışarıya gelmemi meyve ikram edileceğini söyledi dışarı çıktığımda dayımın büyük bir masanın en başında oturduğunu yanında rahip olduğunu sonradan öğrendiğim bir adamla sohbet ettiğini gördüm. Bana eliyle işaret ederek yanına gitmemi söyledi. Gidip yanına oturdum sonra rahibeler de gelip çepeçevre masanın etrafına dizildiler ortaya büyük bir kâse içinde iri olgun ve güzel şeftaliler getirdiler ve hepimize birer tabak, çatal ve bıçak dağıttılar, ben tabağıma koydukları şeftaliyi büyük bir iştahla resmen yuttum sanki bir suç işlemişim gibi bütün başlar bana dönmüştü. Dayıma soran bakışlarla birazda suç mu işledim der gibi yüzüne baktım. Dayım tekrar bir şeftali alarak tabağıma bıraktı, “şimdi nasıl yediğimize bak sende öyle ye” dedi çok utanmıştım göz ucuyla da onları seyrettim özenle şeftaliyi dörde kesip çatalla sabitleyip bıçakla soydular sonrada bir dilimini iri lokmalar kesmek için bırakıp çok küçük lokmalar keserek yiyor arada bir iri lokma keserek sanki ekmek çiğner gibi çiğneyip yutuyorlardı. Ben tabağıma konulan ikinci şeftaliye elimi sürmedim çünkü ilkini çiğnemeden yutmuştum.Herkes sadece birer tane şeftali yemiş ama bunu sanki bir ritüelmiş gibi kutsal bir görevi yerine getirir gibi yapmışlardı.
Yavaş yavaş masadan kalktılar, daha önce görmediğim insanlar da gelerek toplanmaya başladılar. Her davranışları telaşsız ve büyük bir sükûnet içindeydi. Akşam yürüyüşüne çıkılacaktı. Dayıma benim de katılmamı söylemişler. Dayım” Haydi Brillant temiz dağ havasına senin herkesten çok ihtiyacın var yürüyüşe katılmalısın” dedi.
Canım o kadar ağırlaşmış o kadar halsizdim ki gitmek istemedim. Bunun hızlı ve tempolu bir yürüyüş değil bir gezinti olacağını söylediler. Dayım “Benim biraz işlerim var haydi sen git bak bu yürüyüş sana çok iyi gelecek” diyerek beni gönderdi. Ağır ağır bir yokuşu çıkarak köylerin olduğu bölgeye doğru yürüdük manzara şahaneydi içim huzurla doldu. Yürüyüşü tamamlayıp döndüğümüzde dayım gitmişti. (Devam edecek)