Yavuz Selim 500 Yıl Önce Mercidabık’ta Ne Mi Yaptı?-6
Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ
Osmanlı Ordusunun Halep’e doğru yaklaştığını duyan Kansu Guri iki elçiyi, barış yapmakla görevli kendi elçisi Devadar Moğolbay refakatinde zengin hediyelerle birlikte serbest bıraktı. İki tarafın elçileri Adıyaman yakınlarındaki Tucak Dağı civarında Bucakdere’de Padişah’ın huzuruna alındılar. Rüknettin Efendi ve Karaca Ahmet Paşa başına gelenleri anlatınca öfkelenen ve huzuruna silahla giren Devadar Moğolbay’ın zincire vurup hapse gönderdi. Padişah Selim daha sonra “Bana gönderilecek ulemadan bir zat yok muydu?” diye serzenişte bulundu ve Moğolbay’ın sakalını tıraş ettirerek, bir uyuz eşek sırtında geri gönderdi. Yolda bir başka Memluk elçisi Kertbay ile Kansu Guri’ye doğru geri dönerken eline de Yavuz Sultan Selim’in bir mektubu verilmişti. Mektupta, “Efendine söyle Mercidabık’ta karşıma çıksın.” Bu mesaj; hem meydan okuma ve hem de bir savaş ilanıydı.
İki Türk Devleti arasındaki liderlik savaşı nihai bir sonuç almak üzere kaçınılmaz hale gelmişti. Ortadoğu’daki Sünni Müslümanların ortak kanaati İslam Coğrafyasının liderlik makamına Osmanlıların oturması yönündeydi. Kansu Guri’nin Şah İsmail ile ittifak içinde bulunması Sünni ulemayı rahatsız etmişti. İslam aleminde riyaset makamında hilafet ve harameyn (Mekke-Medine) gibi iki önemli şartı vardı. Bu iki şehir de Memluk idaresinde yönetiliyordu. Ancak gerek Portekiz donanmasının saldırıları ve gerekse Cidde ve Yenbu limanlarının tehlikeye düşmesi Memluk Sultanlığının itibarını aşağılara çekmişti. Öyle görünüyordu ki hem bu sorunların üstesinden gelmek ve hem de İslam’ın izzetini yüceltmek için tek siyasi irade Osmanlı Cihan Devleti olabilirdi. Yavuz Sultan Selim bunun idraki içindeydi. Ancak bu niyetini harp hilesi içinde gizledi ve İran üzerine yürüyeceği zehabını uyandırmayı sürdürdü.
DİPLOMASİ
Kansu Guri, bu yorumlardan rahatsız olmuş, İran ile aynı paranteze alınması üzerine Yavuz Sultan Selim’e Mektup yazdı “Oğlum, Memluk ülkesine köle getiren tacirler hakkında kısmı tedbir almışsın. Bu iki ülkeye de zarar verir. Ayrıca hem denizden ve hem de karadan benim memleketime sefer hazırlığı içinde olduğunu öğrendim. İkimiz de Müslüman olan ülkelerin padişahlarıyız. Hükmümüz altındaki insanlar da mümin ve muvahhittirler. Buna rağmen yapılacak muharebenin vebali çok büyük olacaktır.”
Din olgusuna vurgu yapan Kansu Guri, Padişaha geri adım attırmak istiyordu. Yavuz Sultan Selim ise tek maksadının “müfsit ve mülhid-i bi-dinin asar-ı küfr ve delalet-i bi’l külliyesini Âlemden mahv eylemek” olduğunu hatırlatıyor, din düşmanlarını ortadan kaldıracağını, şer’i şerif mucibince bunun farz olduğunu ileri sürüyor, aralarında eskiye dayanan baba–evlad sevgisinin mevcudiyetini hatırlatarak, bütün bu hazırlıkların Şah İsmail için gerçekleştirileceğini bir mektupla bildiriyor, dua talep ediyordu. Bunun için de “ortak hareket edelim” diye teklif yapıyordu.
Kansu Guri de nabız yoklamaya çalışıyor, cevabi mektubunda din ögelerini öne çıkararak muhtemel bir silahlı çatışmanın Müslümanların kırılmasına neden olacağını ima ediyor. Bu hatırlatmanın gerek Osmanlı ve gerekse Memluk devletlerinin Sünni olmasını da akla getiriyordu. Ancak Yavuz Sultan Selim Şah İsmail’in ortaya çıkarak Memluk Sultanlığı ile Osmanlı aleyhine ittifak girişimlerini görebiliyordu. Bunun üzerine Şeyhülislam Zembilli Ali Efendi’den Mercidabık Savaşı için fetva istedi. Zembilli Ali Efendi Padişahın bütün saltanatı boyunca şeyhülislam olarak hizmet ederek Yavuz Sultan Selim’in hiddet ve şiddetlerini frenleyebilmiş, gerektiğinde önünde manevi duvarlarla set örebilmiştir. Zeyrek’te oturan Zembilli Ali Efendi evinin penceresinden sarkıttığı sepete halkın sorularını alır ve yine aynı sepetle cevaplarını gönderdiğinden bu isimle anılmıştır. Zembilli Ali Efendi’nin fetvasına göre “İslami ölçüler içinde, uhdesine düşen görevleri yapamayan ve Portekiz Donanması’nın Hicaz sahillerinde cirit atmasına engel olamayan bir devletin, muhakkak surette, elindeki selahiyet alınmalıydı. Ayrıca Şah İsmail ile girişilen gizli ve aşikar ittifaklar, böylesi bir fetvaya da ihtiyaç doğuruyordu. En sonunda Kansu Guri’nin Şehzade Kasım’ı yanında Halep’e getirmesi ve O’nu Osmanlı Tahtı’nın varisi ilan etmesi aynı zamanda önemli bir tahrik unsuru idi. Fetva ile Yavuz duruma son noktayı koydu “İslam ve şeriat düşmanlarına yardım eden Memluk Sultanlığı üzerine sefer açılması dinen caizdir.”
DAVUT’UN ÇAYIRINDA HAZIRLIK VAR
Osmanlı ve Memluk Orduları 10 Ağustos 1516(11 Recep 922) günü Mercidabık (Merc-i Dabık / Mercü’d Dabık) sahrasında savaşmak üzere yığınağa başladılar. Halep’e de yakın bir mesafedeki bu ovaya, içinde Hazreti Davut’un makamı bulunduğundan “Davudun Çayırı” manasına gelen Mercü’d-Davut denilmiştir. Ancak bu kelime günümüze çeşitli istihaleler ve deyişlerden geçerek Mercidabık olarak gelmiştir. Merc Arapçada çayır, otlak, mera anlamında kullanılıyor.
Savaş öncesinde gerek Osmanlı ve gerekse Memluklu devletinin ortak iddiaları İslam birliğinin temin edilmesi hususuydu.
Yavuz Sultan Selim’e göre; Çaldıran’da ortadan kaldırdığı “şia” tehlikesinden sonra şimdi de Sünni Müslümanların hamiliğini gereğince yapamayan Memluk Sultanlığına haddi bildirilmeliydi. Bu çerçevede Hasan Can’dan naklen oğlu Hoca Saadettin Efendi’nin yazdığı rüya ve buna bağlı olarak Yavuz Sultan Selim’in “Biz çağrılmadığımız yere gitmeyiz!” şeklindeki sözleri önemlidir. Bu çağrıya göre Osmanlı Cihan Devleti Harameyn’i (Mekke ve Medine ile havalisi) korumaya davet ediliyor, İslam birliği için bir savaş da kaçınılmazdır.
Mercidabık Savaşı sırasında son Abbasi Halifesi 3. Mütevekkil Alellah ile Osmanlı Şehzadesi Kasım da Kunsu Guri’nin yayında olması O’na savaş hilesi açısından güven veriyordu.
Yavuz Sultan Selim yeni bir mektup yazdı. Bu mektubunda Kansu Guri’ye “Benim azimet-i âlim, ihya’yı şeriat-ı garra içün şarka münsarif kılınmış iken, senin; ol mülhid’i bi-din ve müfsid-i bed-ayine takviyat kastına bazı evza-yı na-şayesten zahir olup, sen onlardan eşedd olduğunu haysiyetden, teveccüh-ü hümayunum senin üzerine mün’atif kılınıp…” diye başlıyor ve pür hiddet devam ediyordu. Padişah bu mektubuyla Kansu Guri’ye ben bütün gücümle İslam birliği için İran seferine çıkarken, sen düşmana takviye gibi onlardan daha şiddetli, zalim çıktın” demeye getiriyordu. Padişah, Kansu Guri’nin Şah İsmail ile yaptığı ittifaka kızdığı kadar, Osmanlı elçilerine yapılan muameleyi de göz ardı etmiyordu.
Kansu Guri de cevabi mektubunda Halep’e kendi inisiyatifiyle gelmediğini, devlet erkanıyla ortak hareket ettiğini, maksadının muharebe değil, bölgeyi teftiş etmek olduğunu, bilahare Kahire’ye döneceğini, özürler beyan ederek söylüyordu. Yavuz Sultan Selimi sinirlendirmemeye çalışıyor, hatta özür diler bir tavır takınıyordu. Kansu Guri anlattıklarında samimi değildi. Harp hilesi yapıyor, yanında bulunan Halife ve Şehzade’nin rüzgârını arkasına alacağını sanıyordu. Yanında 100 kantar altın, 200 kantar gümüş getirmişti ki bu Kansu Guri’nin Yavuz Sultan Selim ile yapacağı bir savaşı kesinlikle kazanacağına inandığını ve İstanbul’a kadar yürüyeceğinin planlandığının ifadesiydi. Ayrıca kalabalık ve silah gücü yüksek ordusu da Mercidabık’ta bekliyor ve kurmayları stratejiler üretmeye çalışıyorlardı.
(Devam edecek)