Yeni (!) Müfredat

Ecz. İbrahim BEŞE
18 Eylül 2017-2018 eğitim-öğretim dönemi başlıyor.Millî Eğitim Bakanlığı’nın yeni müfredatının detaylarını ve eğitimde toplam 176 müfredat yenilenmesi yapıldığını basından öğreniyoruz.
Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’ın,“Kesinlikle eskisinden daha iyi olacak. Yapılmış en demokratik, en bilimsel, en çağdaş müfredat. İstiyoruz ki evlatlarımız daha iyi yetişsin,”dediği müfredatın kısacadetayları şöyle:
Yeni müfredat ataerkil aile yapısının ve erkek egemen toplumun ailedeki varlığını tam anlamıyla koruyup yüceltiyor ve “Kocaya itaat ibadettir” tavsiyesinde bulunuyor.Kiminle evlenileceğine dair tavsiyelerden de geri kalmayan Millî Eğitim Bakanlığı, yeni müfredatında “Kabul Edilemez Evlenme Çeşitleri”sıralayarak, gizli evlilikler zina olarak sayılıyor.
Yeni müfredatta çocukların dindar bir aile kurmaları isteniyor. Evliliklerin,“insanın fıtratında var olan bir güdü” olduğunu ifade ederek,“Ülkemizde örfe dayalı olarak genç yaşlarda evlenildiğini düşünürsek…” tarzı cümlelerin yer aldığı, kısaca genç yaşta evlilikler örf olarak gösteriliyor.
Yeni müfredatta Millî Eğitim Bakanlığı gençlerin flörtleri hakkında da tavsiyeler veriyor; “Çünkü her tanışma evlilikle noktalanmayabilir. Bu bağlamda birbirilerini tanıma ve karar verme süreçlerinde gönül eğlendirmeyin ya da hoşça vakit geçirmeyin,” bilgileri kaydediliyor.
Liselerin dışında yeni ilk ve ortaöğretime de el atan Millî Eğitim Bakanlığı, Atatürkçülük ile ilgili olan üniteleri ve konuları da kaldırma kararı almış. 5. sınıf sosyal bilgiler kitabından, “Atatürkçülüğü ve Atatürk İnkılaplarını Öğreniyorum” ve “Atatürk İlke ve İnkılapları” bölümleri de kaldırılmış.
Müfredatta dikkat çekilen bir başka konu ise karşı cinsler olmuş. Millî Eğitim Bakanlığı yeni müfredatında İffet temalı tavsiyeleri “temizlik” başlığı altında vermiş.
Son olarak büyük tartışmalara yol açan “Evrim” konusu da yeniden gündeme geliyor. Lise son sınıf biyoloji dersinde yer alan “Hayatın başlangıcı ve evrim” ünitesinin, eğitim programından çıkarılması da yeni müfredatın “yeniliklerinden” biri…
Bu yeni (!)müfredat sürpriz mi?
Kesinlikle değil!
Okul servis rantının okullarımızın içinde, çocuklarımızın gözleri önünde kanlı hesaplaşmalara dönüşmesi eğitimimizin geldiği son noktadır.
Şimdi, I. Meşrutiyet dönemine gidip müfredat konusunda o tarihte ve şartlarda neler konuşulduğuna bakalım. Bakalım ki eğitimimiz ileri mi gidiyor? Yoksa geri mi? Görelim.
Meclis-i Meb’ûsân’ın 14 Ocak 1878tarihli toplantısında Yanya Meb’ûsu Abdül Bey, Osmanlı Devleti’nin Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarında sahip olduğu arazi, yenilik ve medeniyet bakımından, dünyanın bu büyük coğrafyasında bulunduğu halde neden arzu edilen medeniyet ve ilerlemeyi gösteremediği ve geri kaldığının sebebini sorarak kalkınma konusunu Meclis gündemine taşımıştır.
Abdül Bey’e göre bu sorunun yanıtı üç noktada düğümleniyordu;
1. Cehalet,
2. İstibdad [keyfi, baskıcı yönetim],
3. Yönetimde bulunan bireylerin dirayetsizliği, sefahat düşkünlüğüdür[1].
I. Meşrutiyetin ilânı ile keyfi, baskıcı yönetim kalkmıştır. Öyleyse çözülmesi gereken sorun cehalet ve memur sorunudur.
Yanya Meb’ûsu Abdül Bey konu hakkındaki sözlerini şu sözlerle açıklamıştır:“Dünyada refah ve saadeti hal ile medeniyetle alakalı ne kadar şeyler var ise cümlesi maarif sayesinde vücuda gelmiştir. Maarifsiz hiçbir millet ilerlemedi, günden güne kötüye gitti. Nihayet türlü türlü felaketlere uğradı. Bizim maarifimizin pek noksan olduğunu cümleniz tasdik buyurursunuz, inancındayım…
Gayri muntazam birtakım medreselerden ve her ne kadar bihakkın istenilene uygun değilse de mümkün olduğu kadar işe yarar askeri okullardan başka millet için ne mekteplerimiz vardır? Önceleri bir dar-ül-fünun [üniversite] mektebi açıldı, açılmazdan evvel kapandı. Mekteb-i Sultani açıldı, bunun da lâyıkıvech üzere henüz semeresi görünmedi. Pay-ı taht-ı saltanat böyle; ya ülkenin büyük şehirlerinin hâli?”
Dedikten sonra Anadolu ile Rumeli arasında bu konuda çok da fark olmadığını belirterek; “Arnavutluk kıt’asındahiçbir köy yoktur ki mektebi olsun ve ne de bayram namazını kıldıracak, hiç olmazsa cumadan cumaya bir ezan-ı Muhammed’i için imamlar bulunsun… Artık insaf! Bu cehaletle biz nasıl medeni olabiliriz. Nasıl ilerleyip gelişebiliriz? Bu gaflet uykusundan ne vakit uyanabileceğiz İnsaf!… Taşrada hiçbir kız okulu yoktur. Şu kızlar taifesini insan sırasına koyduğumuz yok ki, terbiyelerine dahi çalışmış bulunalım… Valide cahil olur ise çocuk ne derecede terbiyesiz ve ahlâkları ne mertebede bozuk olacağı düşünülsün!”
Abdül Bey, İmparatorluktaki eğitimin durumunu açıkça ortaya koyduktan sonra önerilerini de şöyle sıralamıştır:“Mevcut medrese ve mekteplerdeki eğitim ve öğretim yöntemlerini tümüyle değiştirmek, erkek ve kadınlar için sıbyan ve rüştiye mektepleri kurmak, bunları köylere kadar yaymak, sancaklarda idadi, İstanbul’da her bilim alanını kapsar büyük bir darülfünun açmak.”[2]
Meclis-i Meb’ûsân’ın 24 Ocak 1878 tarihli oturumunda Yanya Meb’ûsu Mehmet Ali Bey de; “Çağdaş bilime yabancı oluşumuzdan dolayı dünyadan habersiziz. Cahilliğimiz yüzünden fakrü zaruret içinde yaşıyoruz. Bilimin gelişmesiyle Avrupa ilerledi. Biz ihtiyaç duyduğumuz şeyleri Avrupa’dan getiriyoruz. Bu da servetimizin Avrupa’ya akmasına yol açıyor. Sermayedarımız az. Refah içinde yaşayanımız az. Servetimiz toprak ve binaya dayanıyor. Toprak tasarrufunda değişiklik yapılmaz ise çiftçilik dahi bitecektir” diyerek, Avrupa’da çağdaş biliminin oluşmasının sebebinin toprak tasarrufu olduğunu belirterek, Osmanlı ülkesinde de toprak tasarruf yönteminde değişiklik yapılmasını istemiştir.[3]Görüldüğü üzere Mehmet Ali Bey’in teklifi iki ana bölümden oluşuyordu. Bunlardan birincisi ülkedeki eğitimin yeterli olmaması nedeniyle halk yoksulluk içindedir. Bunun değiştirilmesi, batı biliminin benimsenmesine bağlıdır. O nedenle de eğitime önem vermek gerekir. İkincisi ise toprak tasarrufunu çağdaşlaştırmaktır.
Medreseye taraf olan meb’ûslar genellikle şöyle düşünüyorlardı:“Bizde şeriat var, cehalet yok! İlim var, mektepler var! Vakıa mektepler var, bilim de var.”[4]
Halep Meb’ûsu Sadi Efendi Osmanlı ülkesinde teknolojinin ve bilimin geri olmadığı inancındadır. Çünkü; “Şeşhaneli [beşli] topun, şeşhaneli [beşli] tüfeğin” Çerkez Hafız Paşa tarafından yapıldığı, ayrıca hikmet gibi, mantık gibi, âdâb gibi her ilmi tahsil için başta Arabistan olmak üzere ülkenin birçok yerinde köylere varıncaya kadar mektepler açıldığı[5] tezini savunmaktadır. Oysa Halep Meb’ûsu Sadi Efendi’nin belirttiği mektepler çağdaş bir toplumun dünyevi ihtiyaçlarını karşılayacak nitelikte değildi.
Suriye Meb’ûsuBedran Efendi’nin vurguladığı gibi; “Sarf, nahiv, mantık, beyan” gibi bilimlerin bu dünyaya yararı yoktu. Halkın ihtiyaçlarını karşılayacak olan “Ulum-ı riyaziyeye” [Fen bilimine] dayanan bilimlerdi. Çünkü çağdaş teknoloji bu bilime dayalı olarak gelişiyordu. Bunu en güzel algılayıp kullananlar ise Avrupalılardı. Öyleyse Avrupa’nın maarifine, sanayisine yönelmek zorunluydu.[6]”
Yanya Meb’ûsuAbdül Bey: “Bizde mektep denilecek hiçbir mektep yoktur, medreseler var ise de bilim nakıstır. Altı yüz sene, bin sene evvel Bağdat ve Şam mektebinde tedris olunan bilim şimdiki medreseler de talim olunmuyor” dedikten sonra, çağdaş bilim ve teknolojiyi üretebilmek için “Avrupalılar evvelce Asya’dan alıp ikmal ettikleri şeyleri alıp, ülkemizde uygulamamız gerekir” diyerek, o da batılılaşmayı savunuyordu.
Adana Meb’usu Kozanlı Mustafa Efendi’nin açıkladığı gibi Osmanlı düzeni her ne kadar çağdaşlaşma sürecine girmiş ise de, müslim-gayrimüslim özünü hep korumuştur. Avrupa’daki bazı uygulamaları Hıristiyanlar kabul etse bile Müslümanların kabul etmesi olası değildi. Düzenin “tebdil ve tağyirine isyan etmeği” kimse kabul edemezdi. Toprak tasarrufunun ilkeleri de şeriata göre olduğuna göre yeni bir yönteme yönelmek uygun değildi.
Halep Meb’ûsuAbdülnâfi Efendi ise:“Üç dine mensup insanları tek bir yasa içine çağırmanın adeta onları dinlerini değiştirmeye yöneltmek demek olacağını belirterek, bu konuda verilen önergenin reddedilmesini istiyordu.”
Yenişehirli-zade Hacı Ahmet Efendi:“Bilimin, dini ve medeni olmak üzere ikiye ayrıldığını, medreselerde dini bilimin verildiğini, medeni bilimin ise geniş boyutlu olduğunu, Osmanlı ülkesinde medeni bilime yönelik düzenlemelerin yapıldığını” belirttikten sonra daha ileri giderek, “Osmanlı İmparatorluğu’nda bazı bilimlerin geri kaldığını, örneğin tıbbın bunları geliştirmenin şeriata dokunur yanı da olmadığını, böylece şeriatın ilerlemeye engel oluşturmadığını” belirtiyordu.[7]
Aradan 140 geçtikten sonra kararımızı verelim, maarifimiz ileri mi gitsin,yoksa geri mi kalsın istiyoruz?
Bilimi, demokrasiyi, laisizmi, sosyal hukuk devletinin gereklerini ıskalarsak, geri kalmışlığımız için dövünmemiz kaçınılmaz olacaktır!
Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi “Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir.”
Eylül 2017
[1] Prof. Dr. İhsan Güneş Türk Parlamento Tarihi Araştırma Grubu, Türk Parlamento Tarihi, Meşrutiyete Geçiş Süreci, I. ve II. Meşrutiyet, I. Cilt, s. 177.
[2]Hakkı Tarık Us, Meclis-i Meb’ûsân Zabıt Ceridesi, 1293/ 1877, II. Cilt, s. 144-145.
[3] Hakkı Tarık Us, Meclis-i Meb’ûsân Zabıt Ceridesi, 1293/ 1877, II. Cilt, s. 207.
[4] Prof. Dr. İhsan Güneş Türk Parlamento Tarihi Araştırma Grubu, a, g, e, I. Cilt, s. 180.
[5] Hakkı Tarık Us, Meclis-i Meb’ûsân Zabıt Ceridesi, 1293/ 1877, II. Cilt, s. 265.
[6] Hakkı Tarık Us, Meclis-i Meb’ûsân Zabıt Ceridesi, 1293/ 1877, II. Cilt, s. 266.
[7] Hakkı Tarık. Us, Meclis-i Meb’ûsân Zabıt Ceridesi, 1293/ 1877, II. Cilt, s. 207-212.