Dolar 36,2225
Euro 38,0047
Altın 3.352,91
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kilis 14°C
Az Bulutlu
Kilis
14°C
Az Bulutlu
Pts 14°C
Sal 13°C
Çar 6°C
Per 3°C

Yoğurt Külekleri

Yoğurt Külekleri
A+
A-
21.05.2015
1.031
ABONE OL

Ahmet ELMALI

 

Sayın okurlarım;

Zaman zaman elime olayları Kilis’te geçen ilginç hikâyeler geçmektedir. Bunların kaybolmasını istemediğim için sizlerle paylaşmak istedim. Hikâyelerde Kilis’i anlatan anılar, mekânlar, tarihi bilgiler geçmektedir.

Şimdi sizlere Şevket BULUT’tan “YOĞURT KÜLEKLERİ” adlı hikâyeyi sunuyorum:

***

İki zabıta memuru, Bakkal Mustafa Efendi’nin dükkânına doğru yaklaştılar. Üstleri-başları tertemizdi. Ayaklarında mahmuzlu ve körüklü çizmeler vardı. Cumhuriyet Caddesi boyunca, bütün dükkânları kontrol etmişler, bozuk yiyecekleri döküp saçmışlardı. Onları uzaktan gören bütün esnaf, korkudan sıtmaya yakalanmış gibi titremişti. “Herifler, ihtilali fırsat bildiler. Bizden öç almak için, her türlü eziyeti yapıyorlar” diye homurdanmışlardı.

27 Mayıs 1960 ihtilalinin üzerinden henüz 30-40 gün geçmişti. Zabıta memuru Ali Bey’le, bakkal Mustafa Efendi arasındaki ailevi bir düşmanlık vardı. Bakkal, karşı partiden, üstelik eski belediye başkanının yakın akrabasıydı. Ali Bey, eski başkan tarafından üç yıl önce açığa alınmıştı. Yeniden göreve dönünce bütün hıncını bakkaldan alıyordu. Arkadaşı da kendisinden geri kalmıyordu. İkisi de içkici, eğlenceye düşkün insanlardı. Üç kazanıyor, beş harcıyorlardı. Esnaftan para sızdırmaya da alışmışlardı.

Bakkal Mustafa Efendi’nin dükkânı önünde forsla durdular. Zabıta memuru Mehmet Sarıgül, arkadaşının kulağına fısıldadı: “Önce, istediğimiz parayı bir daha hatırlatalım. Belki razı olur dürzü! Eğer vermem derse, planımızı ona göre uygularız.”

Zabıta memuru Ali Bey umutsuzdu. Akşamdan bayat olduğu için, başı da ağrıyordu: “Boşuna kendimizi yormayalım” dedi. “Bu dürzü, değil iki bin, iki yüz lira bile vermez. Kendimizi yorduğumuza değmez…”

Sebzeciler çarşısındaki bir kasap dükkânında, birkaç karasinek yakalatıp; kibrit kutusunun içine saklamıştı. Bakkalın dükkânına yaklaşarak; arkadaşları diğer yiyecekleri incelerken; Ali Bey, yoğurt küleklerinden birine, iki-üç sinek atacaktı. Ondan sonrası kolaydı… Cıngar çıkarmak, dükkânını bakkalın başına yıkmak için, fırsat doğmuş olacaktı. “Hey gidi Yoğurtçu Mustafa Efendi… Bak bakalım, dünya kaç bucakmış? Gelsin de, o öbür dünyaya göçen Belediye Başkanı Zekeriya Korkmaz, seni elimden kurtarsın. Seçimi bizim partinin adayı kazandı zannıyla akşamdan sabaha kadar, davul zurna çaldırdım diye, elbiselerimi soydurdu. Beni Sümerbank Mağazasına tezgâhtar yaptırdı. Bununla da yetinmedi; mezbahada karın temizlettirdi. Buzhane, itfaiye, fen işleri gibi Belediyede ne kadar bölüm varsa, hepsini dolaştırdı… Hem de sonunda, anlıma rüşvetçi gibi çirkin bir karayı çalarak… Dört-beş yıl boyunca çarşı pazara çıkamaz oldum. Eş-dost yüzüne bakamaz oldum. Bak bakalım, öcümü nasıl alıyorum? Sana, bu memlekete, bakkallığı tergetmezsem bana da “Canalıcı Ali Bey” demesinler…

Caka satarak dükkâna yaklaştılar. Mustafa Efendi’nin küçük oğlu, dükkânın önünü süpürüyordu. Yerden, hafifçe toz kalkmıştı. Ali Bey, çocuğun kulağına yapıştı; pire üfeler gibi, kulağını üfeledi:

– Bu da ne ulan? Bu tozlarda ne oluyor?

– Yeri suladım ağabey… Hiçbir şeye zarar vermez!…

Peki ama bu yoğurt küleklerinin ağızları niye açık?

– Sizi adam edemeyeceğiz yavrum! Her gün aksilik çıkarıyorsunuz.

Mehmet Sarıgül, bakkalı oyalamak için içeriye girdi, “Ali Bey çocuğun görmez yanından, küleğin birine sinekleri atar…” diye gülümsedi.

– Söyle bakalım Mustafa Efendi, şu çuvaldaki pirincin cinsi ne?

– Mısır beyim… Bak etiketin üzerinde cinsi ve fiyatı yazılı. Hiç de Mısır’a benzemiyor. Bozrak bir rengi var… Sonra, içi delicelerle dolu… Sakın bu pirinç, ikinci kalite derviş olmasın?

– Öf, öf, öf… Breh breh, breh! Bu, ne kadar taş, bre babam? Adamda sağlam diş bırakmaz! Sanki içine, kasten pençe pençe   taş atılmış gibi… Sen pirinç değil de kum satıyorsun, kum…

– Daha iyisi de var, beyim: Ahacık şu, Maraş sarısı, Ahacık şu, Sofraz… Halis Adıyaman malı… Her pirincin, kendine göre pahası var. Sonra ben, taş-maş göremiyorum… Senin gözlerin bozulmuş babalık!

– Hele şu mercimeğe bak! Yoksa bıldırdan mı kaldı? Baksana böceklenmiş. Burnuma da hep pis fare sidiği kokusu geliyor… Bu dükkâna her girişimde, midem bulanıyor… İştahım kesiliyor. Saatlerce, bir şey yiyemiyorum. Dükkânın pis kokusundan, Kemaliye Okulu’nun bahçesine, teneffüse çıkan öğrenciler bile rahatsız oluyorlar…

Dükkânın önünde kalan Ali Bey, cebinden yavaşça kibrit kutusunu çıkardı. Çocuk süpürgeyi bırakmış, onun davranışlarını izliyordu: “Bunların niyetleri devre!” diye düşündü: “Gene babamla kavga etmek için geldiler.”

– Ulan velet, git bana şu Maarif Kahvesinden bir tas su getir… Yoğurdu, çalkama yapıp içeceğim. Midemi yatıştırır. Anlarsın ya, akşamdan kalmayım. İçim yanıyor içim. Ayran hararetime iyi gelir… İnşallah yoğurdunuz yanık değildir. Nerde o eski Martavan’ın kerpiç gibi katı yoğurtları. O yörenin ayranı, sizin yoğurtlardan daha kalitelidir.

– Olur amca, hemencecik suyu getiriyorum…

Köşe başındaki Maarif kahvesinde bol su vardı. Çocuk şapşağı kaptı. Kahveye doğru yürüdü. Hem gidiyor, hem de zabıta memuruna dönüp dönüp bakıyordu. Onu, cebinden bir şey çıkarıp; yoğurt küleğine atarken gördü.

İşini bitiren Ali Bey, bakkalı yanına çağırdı:

– Mustafa Efendi!

– Buyur Ali Beyim?

– Az biraz gel hele!

Yoğurtçu Mustafa, titrek adımlarla ona doğru yaklaştı. İçerde kalan zabıta memuru; şekerden, bisküviden, ne bulsa atıştırıyordu. Bakkalın dışarı çıktığını görünce; akşam meze        yaparım, diyerek, cebine fındık, fıstık doldurdu: “Domuzdan     bir kıl çekmek sevaptır. Kısa günün kazancı; ne aparırsak kâr”

diyerek sinsi sinsi güldü.

Yoğurtçu Mustafa, Ali Bey’in karşısında el-pençe durdu. “Buyur Beyim, emrini söyle?”

Ne oldu şu bizim iki bin lira hikayesi? Senden ses-seda çıkmadı.

– Allah’tan kork Ali Bey!… En kabadayı devlet memurunun maaşı bile üç yüz lira… Beş yüz lira isterseniz neyse!… Onca parayı nereden bulayım? Ben de ev geçindiriyorum… Benim de  çoluk çocuğum var… Her hafta sonunda, evinize sandık sandık sebze-meyve gönderiyorum. Yoğurdun-yağın sözü olmaz ama sitilin biri gidiyor, biri geliyor…

– Uzatma! Sen bilirsin… Bize tav olan çoook!

O sırada, bazı dükkân komşuları onlara doğru yaklaştılar. Komşular da bir olay çıkmasından korkuyorlardı. Bir-ikisi, birkaç gün önce, gidip zabıta amirine durumu anlatmışlardı: Koşumuzu çok sıkıştırıyorlar. Ondan para sızdırmak istiyorlar. “Kuyruk-düşük” diye alay ediyorlar. Su gider, kum kalır. Yarın      ihtilal idaresi sona erer, normal idareye dönülür. Ama yapılanlar, hatırdan silinmez. Sizin çarşı zabıtaları, çok ayıp diyorlar… Bu işe bir çare bulun!”

Zabıta Amiri de, zabıtalarla aynı görüş ve mizaçtaydı. O bakımdan, söylenenlere pek aldırmamıştı. “Benim memurlarım rüşvet almaz. Hakkınızda zabıt tutar; sizi mahkemeye veririm!” diyerek, bir de tehdit savurmuştu. Tek çıkar yol, Kaymakamlığa ve Belediye Başkanlığına vekâleten bakan subaylara durumu anlatmaktı. Kaymakamlığa vekâleten bakan Askerlik Şubesi Başkanı albay, batılıydı. Çok ciddi ve dürüst bir insandı. Üstelik Adnan Menderes’e karşı aşırı bir sempatisi vardı. “Köylüyü adam yerine koyan, rahatça devlet dairelerine girmelerini sağlayan Menderes’tir” diye konuşuyordu. Bütün hizmetlerin, vatandaşa tarafsız bir şekilde götürülmesinden yanaydı. “İhtilal, hiç kimsenin hatırı için yapılmadı… Kardeş kavgasını önlemek için, Ordu geçici bir süre, idareye el koydu” diyordu.

Birçok yersiz ihbar ve şikâyeti, soğukkanlı davranışı tarafsız idareciliği sayesinde yürürlüğe koymamıştı. Böyle yapmakla, diğer il ve ilçelerde meydana gelen toplu tutuklamaları, Kilis’te önlenmişti. Tatlı sert davranarak otoriteyi sağlamış; halkın coşku ve sevgisini kazanmıştı. Efe ruhlu, babacan bir insandı. Atak davranır, yer ve zamana göre hareket ederdi: “Her zaman ben kanunlara uymam; bazen de kanunlar bana uyar” sözü çok ünlüydü. Askerlik Şubesinde daire arkadaşı olan Bin-başı Ali Demirel’le de çok iyi anlaşıyorlardı.

Zabıta memurlarının taşkınlıkları kendisine anlatılınca, ilgileneceğini söylemişti. Kaymakamlık görevini geçici olarak yürüten süvari Albay İrfan Bey, istihbarata çok önem veren bir insandı. Gerekli araştırma ve soruşturmayı yaptırmış; iki zabıta memurunun çevirdikleri dolapları, en küçük detayına varıncaya kadar öğrenmişti.

Albay, dükkânının karşısında, yazlık maarif kahvesinin bir köşesine gizlice oturmuş; olanı biteni izliyordu. İçerde işini bitiren Mehmet Sarıgül de dışarıya çıktı. Ali Bey, yaşlı bakkalın boynuna iki eliyle yapıştı, yoğurt küleklerine doğru, onu sürükledi… Başını içinde sinek olan küleğe        doğru iyice eğdi:

– Bak bakalım Yoğurtçu Mustafa, şu küleğin içinde ne var?

Mustafa Efendi, ayrılmış gözleriyle küleğe doğru baktı. Yoğurdun yüzünde, iki-üç sinek yüzüyordu. “Vaaay! Bunlar da nereden çıktı?” diye yutkundu. Dili damağına dolaştı:

– Az önce, bu külekte sinek yoktu. Herhalde yeni düşmüşler!

Zabıta memuru, bakkalın başını küleğe doğru yaklaştırdı:

– Bu sinekleri buradan dilinle çıkaracaksın, dedi. Davran bakalım! Vatandaşa sinekli yoğurt satmaya utanmıyor musun? Seni vicdansız seni! Seni hergele, seni! Hadi bakalım hısımın, eski Belediye Başkanı Zekeriya Korkmaz, mezarından kalk-sın da, gelip seni kurtarsın!…

Güçlü iki eliyle Mustafa Efendi’nin ensesine iyice bastırdı. Zavallı adamın yüzü, küleğin içinde kayboldu. Nefes almaya çalıştıkça, külekten bulk bulk şeklinde sesler çıkıyordu.

Zabıta memuru, boynuna bastırmaya son verilince, bakkal can havliyle başını geri yukarıya kaldırdı. Yüzü-gözü bembeyaz olmuştu. Sadece kipir kipir eden gözleri görünüyordu…

– Sinekli yoğurdun tadı nasıl, diye, Ali Bey alay etti. İki zabıta, kahkahayla gülmeye başladılar. Çünkü bakkalın görünüşü çok komikti. Dükkânın önündeki külekleri tekmelediler. Tahta külekler, cadde boyunca takur-tukur yuvarlanıp gitti. Yere saçılan yoğurtlar, kara taşların üzerinde, garip şekiller oluşturmuştu. Bir anda çevrelerine, yüzlerce insan birikti. Kimi gülüyor, kimi bakkalın garip haline acıyordu…

Ali Bey, bütün gücüyle bağırdı:

– Bu memlekette, sana bakkallık haram! Git sinekli yoğurdunu Yassıada’da yatan sabık ve sakıt gönüldaşlarına sat! Sivas’ta cezaevinde yatan, o senin düşük yandaşların gelsin de şu halini görsünler. Halkın sırtından sağladığınız kazançlarla kısa zamanda zengin oldunuz. Tereyağına patates kattınız… Yağlı yoğurda su doldurup; iki misli fiyatla sattınız. Gayri o günler son buldu. Bizler, bu ihtilali, sizin gibi kuyrukları temizlemek için yaptık. Ordu bizimle… İdare bizim elimizde…

Tam o anda, Süvari Albay göründü. Bütün olanları, uzaktan izlemişti. Biriken kalabalığa, “Dağılın!” diye bağırdı. İki zabıtayı yakalarından tutup Mustafa Efendi’nin dükkânına soktu. Mustafa Efendi, önlüğüyle yüzünü gözünü sildi: “Eyvah kumandan da onlara arka çıkarsa, ben ne yaparım?” diye mırıldandı. “Ey merhametli büyük ve sonsuz Rabbim, bana sen yardım et! Kötü insanların şerrinden, sana sığınıyorum…”

Kaymakam görevlisi Albay, gür sesiyle bağırdı:

– Bu zavallı adamdan ne istiyorsunuz?

Ali Bey, boynunu büküp konuştu:

– Yoğurt küleklerinden sinekler çıktı…

– Yaaa! Öyle mi?

Bakkalın oğlu söze karıştı:

– Demin, kahveye su getirmeye giderken Ali Bey’i cebinden bir şey çıkarırken gördüm. Yoğurt küleğine, sinekleri kendisi atmış olmalı…

Albay, Ali Bey’in yan cebine elini soktu: Kibrit kutusunu çıkardı. Kutuda, iki-üç sinek ölüsü daha vardı. İçinde sinek olan kutuyu onlara doğru uzattı.

– Peki, bu kutudaki sinekler, ne oluyor?

– Şeyyy… Sebzeciler çarşısındaki bir kasap dükkânında yakalattık. Telli et dolabına girmişlerdi. Kasaba ceza kestik… Kestiğimiz cezaya sonradan itiraz etmesin diye, bu sinekleri delil olarak alıp; kutuya koydum. Belediye Başkanlığını yürüten Binbaşı Ali Demirel Bey’in, talimatı bize bu şekilde… Ceza keserken, delil toplamamızı emretti…

– Bu sinekleri yutacaksın zorba herif, dedi. Yere tükürürsen tabancamı çeker. seni şuracıkta vururum. Yutkunma! Çabuk… Yut, yut! Seni hergele seni… Köpeksiz köyde, değneksiz gezmek, öyle mi?

Sinekleri, zorla zabıtaya yutturdu. Diğerlerine döndü. Onun da boynundan tutup caddeye doğru sürükledi. İki eliyle yere çöktürüp, yüzünü siyah taşlara dayadı:

– Sen de, dedi, şu taşlara dökülen yoğurtları dilinle yalayacaksın!…

Zabıtaya, taşlar üzerine yayılan yoğurtları zorla yalattı: “Nasıl, tadı iyi mi?” diye alay etti. Sarıgül’ün ceplerine dolduğu çerezler, çevreye yayıldı. Albay, “Pis hırsızlar!” diye bağırdı: “Devletin şeref ve hasiyetini, bir avuç çereze satacak kadar     alçalmışsınız!”

Belediye Zabıta Amirine haber gönderdi. Birkaç dakika sonra, Zabıta amiri koşarak geldi. Selam verip; Şube başkanının karşısında dimdik durdu:

– Emredin komutanım?

Şube Albayı İrfan Bey çok üzgündü. Sinirinden elleri titriyordu:

– Bu iki zibidiyi şu andan itibaren açığa alıyorum, dedi. Ayrıca haklarında idari ve adli soruşturma da açtıracağım. Binbaşının mazeret izni yarın bitiyor. Onunla da ayrıca görüşeceğim. Bunları Belediyeye götürüp; üzerlerindeki resmi elbiseleri çıkar. Don-gömlek, evlerine göndereceksin. Elimi kana bulamadan bu iki kansızı, buradan uzaklaştır!…

Elini öpmek üzere eğilen Yoğurtçu Mustafa Efendi’nin sırtını sıvazladı:

– Senin zarar-ziyanını bunlardan tahsil edeceğim, dedi: Yarın yanıma kadar gel! Sana, bir dava dilekçesi yazdıralım. Bu herifleri mahkemeye ver. Baş şahidin benim. Bütün olanları gördüm. Senden rüşvet istediklerini de biliyorum. Sen, davadan vazgeçsen bile, bunların peşini bırakmayacağım!…

Biriken kalabalığı yardı. Sert adımlarla Hükümet Konağı’na yürüdü…

_________________________________

Sınırdaki Tarla, Hikâyeler, Şevket BULUT

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.