“Yorulmuş Bedenler Yorgun Yürekler”
Mahmut İhsan KANMAZ
“Sıkıldım güçlü görünmekten.
İçim düğüm düğümken,
Başka düğümleri çözmekten.
Herkese yetişmekten, fakat
Kendime geç kalmaktan,
Yoruldum artık….”
Tekrar birlikte olmaktan son derece mutlu ve huzurluyum sevgili arkadaşlarım.
Bugün, çok önemli bir konuyu mercek altına almaya çalışacağım.
YORGUNLUK, YANİ KISACA BEDEN, RUH VE YÜREK YORGUNLUĞU…
Yalnız yorgunluğun bünyesel ve bedeni yönünden daha ziyade, yürek ve beyinde meydana gelen kısmıyla ilgileneceğiz bu yazımda.
Aslında kişiye sıkıntı ve azap veren türü de odur. Yani, yürek yorgunluğu ve orada oluşan irili ufaklı hasarlar…
Sözün özü, yazının girizgâhında da ifade ettiğimiz gibi, bir kardeşimize ait, klişeleşmiş gibi görünen kelamlardır söylemeye çalıştığımız şeyler.
Çok mu yorucudur yürek yorgunluğu?
Kol ve beden gücünün sarfedilmesiyle ortaya çıkan bedeni yorgunluktan daha da mı fenadır?
El cevap, evet daha kötü ve daha acıdır, yürekteki yorgunluk… O yüzden etmiştir belki de şu kelamı, rahmetli Neşet Ertaş usta…
“Ne zaman ki aşk biter, o zaman yorulur insan…” Belki burada bir anlam dağınıklığı var gibi düşünebilirsiniz. Ama yoktur aslında öyle bir şey.Yürekte taşınan sevgi ve aşk, mutluluk ve yaşama gücü verir kişiye… Buradaki yük ve asıl yorgunluk nedeni, yürekteki kişinin, beden sahibine acı ve ızdırap çektirmesi halidir.
Öylesinedir ki bu eziyet, insana bazen dünyayı dar ettiği gibi, gündüzünü de geceye çevirir… Bir bakıma şöyledir hal ve vaziyet: “Gece uyuyamayan insanların, gündüzlere sığmayan acıları vardır.”
La edri der ki: “Yorgunluk sadece bedende olmaz. En çok da hayallerde, umutlarda ve yürekte olur.” Çok doğru…
Yorgunluk yeri gelir kırgınlık, ümitsizlik ve çaresizlik te bırakır yüreklerde.. Öyle ki, bazen insan gün olur, ağlar ağlarda, daha da ötesini bile düşünür. Tabi biraz da ironik bir anlatımla bunu dillendirir ve der ki: “Ey hayat, o kadar yorgunum ki, susup da ağlayasım, ölüp te dinlenesim var.”
Ayrıca, “Yörüngesini ve gökyüzünü kaybetmiş kuşlar gibi, üzgün, yorgun ve kırgınım” diyen bir bilge insan da, haksız değildir bana göre…
Peki, sadece yürek mi çeker bütün yorgunlukları? Başka nedenlerle de olmaz mı, kırgınlık ve çaresizlik halleri?…
Olur tabi ki, bakın nasıl olacağını da bir dertli kardeşimiz kendince anlatmış zaten… Buyurunuz:
Seviyormuş gibi yapanlardan
Gitmeyecekmiş gibi ümit verenlerden
Tutacakmış gibi söz verenlerden
Sanki iyi biriymiş gibi davrananlardan
Göründüğü gibi olmayanlardan
Olduğu gibi görünmeyenlerden
Yapmacık insanlardan
Birine güvenip te pişman olmaktan
Verilen değerin boşa gitmesinden
Herkesi insan yerine koymaktan
YORULDUM ARTIK…
Herşeyin bir bedeli vardır değerli arkadaşlarım… Mutluluğun bedeli de belki biraz üzülmekle eşdeğerse eğer, sevdiği birine kavuşabilmenin bedeli de, yürekte oluşan çizikler ve yaralardır kimbilir…
Birileri, bir bakıma bunu kendilerince formüle etmişler zaten.
Kırılmadan öğrenemezsin
Üzülmeden de gülemez
Yorulmadan dinlenemezsin
Yürümeden de ilerleyemez
Bir bedel ödemeden ve
Emek vermeden de
Hiçbir şey elde edemezsin.
Yorgunluk öyle bir şeydir ki, belki de en kolayı ve insanı en az düşündüreni, bünyesel yorgunluktur. Tarlada çalışır kardeşimiz, yorulur, terler ama mutludur.
Zira eve gelince ailesiyle birlikte, bir yer sofrasında bırakır bütün yorgunluklarını…
Sıcacık sobanın başında, çocukların neşeli gürültüleri arasında, hiç aklına gelmez ki, kolunun ne denli acıdığı, bacaklarının güçsüzleştiği… Hepsini, bir tas tarhana çorbasının lezzetinde, keyifle içilen bir fincan kahvenin telvesinde, ya da demli bir bardak çayın berraklığında unutur gider.
Ama yürek yorgunluğu öyle değildir işte. Onun acı ve elemini, hiçbir kahve ve hiçbir demli, ya da demsiz çay gideremez.
O haldeki bir kardeşimiz de, şöyle ifade eder duygularını: “Kalbi yorgun olanın, dili de keskin olurmuş. Onun için, ya kalbi yorgun olanın yanında olmayacaksın. Ya da, yanında olduğunun kalbini yormayacaksın…”
Bakalım büyük şair Cemal Süreya ne der bu hususta: Acaba o, yorgunluk üzerine neler düşünür, ne söyler, bir kulak verelim mi ona?
“Neden yorgunsun sorusuna cevap aramaktan ve bunu hissettirmemek içinde sahte sahte gülümsemekten yoruldum.”
Böyle der Cemal Süreya… Fakat bir başka kelamında da, yorgunluğun bazen nedensizde olabileceğini iddia eder.
Buyurur ki: “Bazen sadece yorgun olur insan… Ne küs, ne yalnız ve ne de âşık…” Aynen böyle düşünür ölümsüz şair.
Birileri der ki: “Gönül yorgun düştüğünde, yürek dilsiz kalırmış.”
Bu kelamın belki aslı, belki de bir başka versiyonu, büyük İslam âlimi Hz. Mevlana’ya aittir sevgili arkadaşlarım.
Der ki büyük mütefekkir: “Yürek yorgun düştü mü, ter gözden akar…” İkisi de derin anlamlara gebe…
Yorgunluk bir ömür merdiveni gibidir. Yani, insan yaşadığı her anın içinde bir yorgunluk duyabilir. Bunun yaşla ve başla çok ta bir alakası yoktur.Yeterki gönül yorgun olmasın… Öyleleri vardır ki, daha ömürlerinin baharında, ruhen güçsüz ve yorgun olabilirler. Bazen de ileri yaşlarda dahi, kişi oldukça dinç ve kafası rahattır.
Bu tamamıyla yaşanan süreçle ilgili bir durumdur.Bakınız şair ruhlu bir kardeşimiz, kendince kronolojik bir sıra oluşturarak, ömür trenine mevsim temalı olarak, nasıl da yol vermiş… Buyurunuz:
Hazan gelir
Yaprak düşer dalından
Güz biter…
Ayaz gelir
Kar buz yağar, ardından
Köz biter…
Mevsim mevsime döner ve
Bir baharın ardından
Sıcaklarda tükenir
Yaz biter…
Sonra bakarsın ki;
Gün geçmiş, ömür bitmiş
Tohum gibi, toprağa düşmüş insan
İçinden de nice nice
Eyvah geçer ama bu seferde
Söz biter…
Evet, zaman acımasız ve günler, aylar, yıllar bir jet hızıyla kayıp gidiyor elimizden… Bugün varolanlar, bir bakıyorsunuz yarın yoklar… O nedenle, yürek ve beden yorgun olsa da, vicdan ve merhametimiz yorgun ve yılgın olmasın yeter ki…
“Uzun uzun anlatmakta vardı aslında… Lakin var gücüyle savaşan kelimeler bile yorgun” demiş bir bilge insan… Çok da doğru söylemiş bana göre.
Bir de, kendinden bile yorulmak diye bir kavram var ortalık yerde… Hani, “İnsan bazen en çok kendinden yorulur” denir ya çoğu zaman, işte “Dönüşüm” adlı, psikososyolojik bir inceleme kitabının sahibi, ünlü yazar Franz Kafka’ da der ki, bu hususta:
“Kendinden yorulur mu insan?
Yaşadıklarından, beklentilerinden, hayal kırıklıklarından… Oysa bugün yalnızca telaş, yorgunluk ve de yokluğun var sadece içimde…” Güzel bir çıkarım.
“Her anı, ne yapmam gerektiğini düşünerek geçirdiğim için çabuk yoruldum” denir, bir anonim sözde.
Doğrudur, yorgunluk yalnızca nüfus cüzdanlarımızdaki doğum tarihlerimizle pek de ilgili olmayabiliyor. Gerçi bunu daha öncede belirtmiştim. Ama olsun, iyice pekişsin bazı şeyler… Mevzuya katkı vermek adına, bir kardeşimiz de şöyle buyurur: “Her şeyi çok erken yaşta yaşamanın verdiği yorgunluğu yaşıyoruz.”
Bir başkası da şöyle der: “İçi dışından yorgun olanlara, sakın ola ki değmeyin.” Bunun da yaşla falan bir bağlantısı yoktur inanın. İnsan her yaş ve dönemde, adına gönül yorgunluğu denilen şeyi hissedebilir iliklerinde…
Yaşamın zorlu halleri, bazen böyle yapar insanı. Rahat ettirmez onu, yorar ve bıktırır durmadan…Tıpkı birilerinin dediği gibi olur hal ve vaziyet…
“Hiç kimse rahat ederek cenneti kazanamaz… Cenneti kazanmanın yolu, yorulmaktır.” Doğruya doğru…
Yorgunluğun en önemli kısmı hiç şüphesiz, gönülde yaşanan kırıklıkların meydana getirdiği yorgunluklardır diye, döne döne söyleyip durduk sevgili arkadaşlarım… Böyle birisi der ki, tam da sözün burasında: “Seni ararken kendimi kaybetmekten yoruldum. Artık herhangi bir hayale kucak açamayacak kadar yorgunum…” Eyvallah… Sözü sürdürür, bir başka dertli ve de yorgun insanımız… O da buyurur ki: “Galiba yoruldum. Herşey kadar, herkes kadar, sen kadar… Kendimi her kaybettiğimde, seni de kaybediyor olmaktan yoruldum biliyor musun?”
Evet, zor ve netameli bir durum yorgunluk… Zorluğu, verdiği halin sonucu ve bu sonucun yılgınlığa varması durumundan ötürü…Burası açık ve net…
Umarım kimse yorgunluk hissi duymaz hiçbir zaman. Bunu bütün kalbimle dilerken, sözlerime artık yavaş yavaş, bir son vermek istiyorum ben de…
Bir başka yazımda ve bir başka konuda, yeniden birlikte oluncaya kadar,
herşey gönlünüzce ve dilediğinizce olsun inşallah… Sağlık her daim yanıbaşınızda, yorgunluk ve asıl yürek yorgunluğu ise, hep çok uzaklarınızda olsun diliyorum.
Hoşça kalın kıymetli arkadaşlarım.