Dolar 34,7784
Euro 36,7823
Altın 2.946,32
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kilis 16°C
Az Bulutlu
Kilis
16°C
Az Bulutlu
Pts 17°C
Sal 17°C
Çar 17°C
Per 16°C

Derin Kuyu

Derin Kuyu
A+
A-
12.12.2014
1.067
ABONE OL

Ahmet ELMALI

 

Sayın okurlarım;

Zaman zaman elime olayları Kilis’te geçen ilginç hikâyeler geçmektedir. Bunların kaybolmasını istemediğim için sizlerle paylaşmak istedim. Hikâyelerde Kilis’i anlatan anılar, mekânlar, tarihi bilgiler geçmektedir. Şimdi sizlere Şevket BULUT’tan “DERİN KUYU” adlı hikâyeyi sunuyorum.

***

Çarşıdan döndüğümde yengemi avlunun bir köşesine çömelmiş, hüngür hüngür ağlar buldum. Gözleri kızarmış, saçı-başı dağılmıştı.

Beni görünce, başındaki tülbendinin ucuyla gözyaşlarını silmeye çalıştı. Yerinden kalktı, mutfağa doğru yürüdü. “Sana öğle yemeği hazırlayamadım” dedi. Kusuruma bakma canım çok sıkkın!”

Yirmi sekiz yaşında, buğday tenli, güleç yüzlü bir kadındı. “Bu huysuz dayımın, geçimsiz ninemin, vurdumduymaz dedemin kahrını; bu zavallı kadın nasıl çekiyor?” diye düşündüm. Yengemin babası, Cumhuriyet Alanı’nda tam yeni Belediye Başkanlığı binasının arkasında köşkerlik yapıyordu. Mahallemizin ağırbaşlı kızlarından biriydi. Dayımın huyunu bildikleri halde ilk istememizde: “Peki kızımızı verdik gitti!” demişlerdi. Çünkü Raife yengem dayımdan iki yaş büyüktü. Kilis’te, yaşı yirmiyi geçen bir kız evde kalmış sayılırdı. Evlendiğinde, yirmi dört yaşından gün almıştı. Dayım ise, askerden yeni dönmüştü. Mesleği şoförlük olduğu için, askerliği Erzurum Tümen Komutanlığı’nın makam şoförü olarak yapmıştı. Doğrusu işinin ehli, çok usta bir şofördü.

Mahallenin yetişken gençlerine göre, yakışıklı sayılırdı. Uzun boylu, geniş omuzlu, ablak yüzlü; iri badem gözlü bir insandı uzun saçlarına briyantin çalar, arkaya doğru tarayıp başına iyice yatırırdı. Uzun saç kendisine yakışmadığı halde, “Saç şeklini değiştir!” diyen olmazdı. Çünkü çok sinirli, kavgacı bir mizaca sahipti. Mahallede, bir tek samimi arkadaşı yoktu. Yedi Aralık Parkı’nın üst tarafında taksi durağında çalışıyordu. Kilis-Gaziantep arasında dolmuşçuluk yapardı. Eski tip bir şevrole marka taksisi vardı…

Bugün peynir, ekmek yiyeceksin, dedi Raife Yengem. Tandır ekmeği de oldukça bayat… Başına vursan başın yarılır…        Kuru fasulyeyle bulgur pilavı pişirecektim. Elim, yemek yapmaya varmadı…

Gece sabaha kadar, sizin oradan bağırtılar, çağırtılar duyuldu. Senin kesik kesik ağlamanı duydum. Hayrola problem neydi? Dayım, gene mi seni dövdü?

Sabaha kadar dayak yedim. Kaynanam dayını fitliyor, o da beni falakaya yatırıyor! Sabaha kadar nerem geldiyse, acımadan vurdu.

Genç kadın yeniden hüngür hüngür ağlamaya başladı.

– Allah düşmanıma bile, benim gibi kaderi kara etmesin. Senden ne istiyorlar yenge? Bir değil, beş değil; her gün bir gürültü, her gün bir hengâme! Böyle bir azaba nasıl dayanıyorsun?

– Ne yapabilirim, Hikmet? Dört yıllık evli bir kadınım. Geri babam evine nasıl dönerim? Telli duvaklı gelin oldum. Gözümü bu evde açtım. Ninen, çocuğum olmuyor, diye; sürekli beni suçluyor! Dayına, ‘Birlikte doktora gidelim’ diyorum, kesinlikle razı olmuyor. Sen söyle, ben ne yapayım? Ninene kalsa, hemen dayını evlendirecek!

– Peki, akşamki kavganın sebebi neydi? Onca gürültü, onca patırdı, gene çocuk yüzünden mi koptu?

Yengem, yeniden hıçkırmaya başladı; “Sen karnını doyur” dedi. “Benim derdim bitmez! Zavallı anam, beni kara günler için doğurmuş!”

Hıçkırık sesleri yükselmişti! Az sonra:

– Bu sefer, derdim daha da büyük, dedi. Dayın bana, bugün akşama kadar süre tanıdı: Altın kozalaklı gerdanlığım bulunmazsa beni boşayacak. “Eğer akşama eve geldiğimde, gerdanlık yoksa, üçten-dokuza kadar boşsun!” diye büyük yemin etti. Altın gerdanlığı ortaya çıkarmazsam, beni babam evine gönderecek. Biliyorsun, küçük kardeşim askerden yeni döndü.        Mesleği berberlik. Kaynanam gerdanlığı kardeşime verdiğimi, kardeşliğimin de bu gerdanlığı satıp, sermaye yapacağını ileri sürüyor. ‘Kuran’a el basarım, böyle bir şey yok’ diyecek oldum. Yumruğun beşi kalktı, onu başıma indi… Gerdanlık, dün kuyudan su çekerken içine düştü. Uzun ve geniş olduğu için, başımdan rahatlıkla çıkıyordu. Kuyuya düşmesine hâlâ şaşıyorum. Kör şeytanın işi: Başıma bu bela geldi!…

– Allah Allah! Benim neden haberim yok!

– Sen dün eve geç geldin. Sinemaya gittiğine dayın çok kızdı. Bir ara senden de şüphelendiler. Daha sonra ‘O yetim çocuk hırsızlık yapmaz’ dedi. Üç kişilik divan kurdular. Beni sorguya çektiler. Sonunda bugün akşama kadar, süre tanıdılar. Gerdanlık bulunmazsa, dayın nişan yüzüğünü üstüme atacak. Beni bu evden kovacak…

Canım çok sıkıldı. Yengemin yüzüne bakmaya utanıyordum. Nur yüzlü kadın, hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ediyordu. Ne yapacağını bilemiyordu.

– Peki ninem ortalarda görünmüyor… Nerelere gitti?

– Küçük kızı Gülüzar gile gitti. Yüzüme bile bakmak istemiyor. Dayın evden çıkınca ninen, bana çok ağır sözler söyledi: “Altın gerdanlığı kardeşine verdin! Kuyuya düştü diyerek yalan söylüyorsun Üç güne kalmaz kardeşin berber dükkânını açar. Ooooh, ne ala memleket! Kocadan kaçır kardeşinin avucuna koy! Böyle hayın bir kadına, bu kapıda yer yok!”

– Peki ne yapabiliriz, yenge, dedim.

Yengem, uzun bir süre düşündü. Bana bir şeyler söylemek, istiyor; Fakat cesaret edemiyordu; sonunda, şöyle dedi:

– Bana çok acele Kuyucu Cumbul’u bulmam lazım. Üç lira ver, beş lira ver. Cumbul’u buraya getir! Mıknatıslı çengelini de alsın gelsin. Kuyunun derinliği on iki metre… Dibine inmesi çok tehlikeli olur. Zaten, gece-gündüz rakı bulamadığı için ispirto içiyormuş! Ne yapsın fukara şehre, asri su çekilince; kuyular birer ikişer kapatıldı ve mesleği para etmez oldu… Anama çok yalvardım, onu çağırmaya gitmedi. ‘Elin sarhoş herifi, kuyunun dibinde mundar ölür, başımıza bela olur’ dedi. Eğer kuyucu Cumbul gelmezse, kuyuya kendimi atar, işkenceden kurtulurum.

– Böyle yanlış şeyler düşünme, yenge, dedim. Elbet        bir çare bulacağız…

– Kurtarırsan, beni bu sıkıntıdan sen kurtarırsın Hikmet! Akşam olunca, bu evde kızıl-kıyamet kopacak! Askerden dönen kardeşim, Vaiz Mahallesinde külhanbeyi geçiniyor. Olayı duyarsa, gelip Elif Karı’nın kapısına dayanır. Çok çirkin işler meydana gelebilir. Çok korkuyorum: Biri kardeşim, biri kocam: Hangisine zarar gelse, ucu gelip bana, dokunur…

– Senin için, ölüme bile giderim. Hem yengem, hem de ablamsın. Sen olmazsan, sofraya bile rahat rahat oturamam.  Karnımı doyuran sen, çamaşırlarımı yıkayan sen, Sana canımı versem gene de hakkını ödeyemem; Peki sarhoş Cumbul’a yitiğini bulması için, kaç lira teklif edeyim?

Sandığımın bir köşesinde, bir yarım Ankara altını var… Para karşılığında gelmeye razı olmazsa, bu altını teklif et! Dayının eski pırtıları de var. Ona, ceket, pantolon, gömlek, ayakkabı da verebilirim… Az sonra buraya anam da gelecek. Komşunun kızıyla haber gönderdim. Bir miktar da ondan alırım. Benim için önemli olan bu pis hırsız damgasından kurtulmak! Bu evden kovulursam; komşularımızın, hısım akrabalarımızın, yüzüne nasıl bakarım? ‘Kocasının taktığı gerdanlığı kardeşine sermaye yapmak üzere el altından vermiş’ suçlaması basit bir suçlama değil… Bir kadın için iki tehlikeli şey var: Biri namus noksanlığı; diğeri de hırsızlık…

Karnımı peynir-ekmekle tıka-basa doyurdum. Tazarda duran testiden bir tas su içtim. Yengemle vedalaşıp evden çıktım. Kuyucu Cumbul’un evinin yolunu tuttum. “Ene dalgaciii!” diye bağırdı. “Kuyu dibi temizlerim… Yitik bulurum… Tıkanan su gözlerini açarım…”

Cumbul gilin evine vardığımda, hanımı evde olmadığını söyledi. “Sabah Pazarı civarında Kuşçular Kahvesinde olabilir” dedi. “Ölmedi ki kurtulalım… İnşallah etleri lepir lepir dökülür! Bir derin kuyu dibinde murdar gider.”

Raife yengem gerçekten de zor durumdaydı. Gelin olduğunun ilk aylarında ninemle arası açılmıştı. Galiba ninem gelinini kıskanıyordu. Gelinin oğlunu elinden, aldığına inanıyordu. Bazen, “Yemek çok tuzlu olmuş!” bazen de “Yemeğin tuzunu çok kıt koymuşsun!” diye nizaa çıkarıyordu.

Bir keresinde, yengem bulgur, kırık mercimek karışımıyla kölük aşı pişiriyordu. Aşın, suyunu, tuzunu koyunca odasına çekilmişti. Mutfağa girdiğimde ninemi pençe pençe tuzu, yemeğe katarken yakaladım. Beni karşısında görünce, kazanın kapağını hemen kapatmıştı. “Ev biti gibi ayakaltında dolaşıyorsun! Senin mutfakta ne işin var” diyerek suçunu bastırmıştı.

“Bu çirkin hareketi niçin yapıyorsun nine?” diye ona sormuştum” Bu sefil, bu ağzında dili olmayan zavallı gelininden ne istiyorsun? Seninle saç baş dövüşü yapsa daha mı iyi olacak? Bu zavallıyı, oğlundan ayırdın, diyelim; dayıma yeni aldığın gelin, gene elkızı olmayacak mı? Ya o yeni gelin bundan daha yavuz çıkarsa o zaman ne yapacaksın?”

“Sen, benim işime karışma!” diye bana çıkışmıştı: Bu ev bu toy gelin için, bir mektep… Anasının evinde öğrenemediklerini burada öğrenecek! Burnunun kirişini kırmazsam, yarın evin başköşesine oturup benden şapşak su ister… Ben onu hayata hazırlıyorum. Nefsini yensin ki, dört başı mamur, tertipli bir ev kadını olsun! Bir ayağım kabirde ben ölürsem,

u evi nasıl çekip-çevirecek?

Acaba, gerçekten gelinini yetiştirmesi için mi böyle davranıyordu? Doğrusu pek karar veremiyordum… Ninemin bu haksız hareketlerini gördükçe, daha çocuk yaşımda anamın ölümüne için için seviniyordum. Benim evleneceğim kadın, buna       benzer çirkin olaylarla karşılaşmayacak!

Ninemin, bu kara kazana tuz atma olayını gizliden yengeme anlatmıştım. Kölük aşını tabaklara doldurup; sofraya koyunca, nenem yine surat asıp; itiraz etmişti:

“Şu yemeği, gene tuzundan yenilmez etmişsin! Senin hiç mi elinin ölçüsü yok? Bu eve her ay, bir ölbe dolusu tuz alınıyor… Ne israfçı, ne iş bilmez bir kadınsın?      “

Yengem o güne kadar hiç rastlamadığım ses ve sert bir davranışla tavrını koymuştu:

– Ocaktaki kazana, her gün iki el uzanırsa, tabi ki yemeğin tuzu fazla olur!…

Ninem çöp tenekelerini karıştırır, dayımın, gizliden yengeme “yatak çerezi!” getirip getirmediğini kontrol ederdi. Bir defasında, çöp tenekesinin içinde fındık-fıstık kabukları bulmuş, “Oyyy, oyyy! Boyun devrilsin Cemo Memet!” diye inlemiş olayı dedeme, komşularımıza uzun uzun anlatmıştı…

Lakabı “Cemo” olan Mehmet dayım, ninemin hışmına uğramaktan korktuğundan iki gün, bir bahane bulup, Gaziantep’ten eve dönmemişti.

Dedem yapıcı ustası Memed ise melek gibi bir adamdı. Biraz küfürbazdı. Biraz; çabuk kızardı ama evin girdisine-çıktısına pek karışmazdı. Ne kazanırsa, getirip ninemin avucuna koyardı. Yılda sadece iki gün çalışmazdı: Ramazan ve Kurban Bayramlarının birinci günleri. Siyah granit taşlardan sokular,  el değirmenleri yapar, yakın ve uzak komşularına satardı. İyi bir minareci ustası, iyi bir taş yonucusuydu. Su değirmen taşları, koca devlüp taşları yapardı. Okur-yazarlığı yoktu ama usta bir mimar kadar tecrübeyiydi. Siyah taşlarla yaptığı dış kapı kemerleri çok ünlüydü. Müşterileri, ona iş yaptırmak için, altı ay önceden sıraya girerlerdi…

Dayım Cemo; huysuz geçimsiz, inat bir insandı. Dedemin Musabeyli Bucağının dağ köylerinden gelen konuklarına çok kızardı. Hanımını gelen konuklarından kıskanır; onları kapıdan kovardı. Şunu da fark etmiştim: Hanımı Raife yengeme, ninemin yanında başka türlü yalnızken; çok daha başka davranıyordu. Şurası bir gerçek ki, dayım; ninemden çok korkuyordu. Hanımdan su ister, hesap defterini getirmesini söyler, zavallı kadın, bir dakika, bile boş durdurmazdı…

Kuyucu Cumbul’u pazar yerindeki Kuşçular Kahvesinde buldum. Körkütük sarhoştu. Gözleri kızarık ve çapaklıydı. Kilo almış, göbeği şişmiş, kırçıl, sakalı iyice uzamıştı. Önce, kuyudan yitik eşya çıkarmayı bıraktığını söyledi. Daha sonra, bir altın vereceğimi öğrenince iyice gevşedi; “İşimi bitirince, altınımı alırım” dedi. “Ayrıca, mıknatıslı çengelimi de bizim evden gidip getirmemiz gerekiyor. Bir şişe de Kulüp Rakısı isterim…”

Cumbul ne dediyse “Peki” dedim. Öğle-ikindi arası ninem gilin evine vardık. Ninem, henüz eve gelmemişti, Raife yengemin annesi de yanındaydı. “Oğlum, nedir bu bizim başımıza gelenler?” diye söylendi. “Benim kızım yerde bir kasa altın bulsa elini sürmez! Kızım zulüm görsün diye mi deli dayına verdik? Nerde kaldı komşuluk, nerde kaldı akrabalık? “

– Böyle konuşma, teyze, dedim. Her şeyi de, duyma! Aileler arasında böyle tatsız olaylar olabilir; Kızın, sabırlı ve akıllı. Her türlü zorluğu, yenecek bir iradeye sahiptir.

Cumbul, “Benim işim acele” dedi. “Önce mıknatıslı çengelle kuyunun dibini tarayacağım, son zamanlarda, bu kuyunun dibini temizleyen oldu mu?

“Olmadı” dedi yengem, “Ben gelin olalı beri hiç temizlenmedi.”

– Peki derinliği kaç metre?

– Sekiz metresi su dolu…

– Aboooy! Sekiz metre su dolu kuyuya nasıl ineceğim kızım? Çoktan beri bu işi yapmıyorum. Biraz da hamladım. Hava serin, üşürüm diye korkuyorum.

Kuyucu Cumbul, çengeli kuyunun dibine attı. Geniş halkalı zincirin boyu, beş metreden fazlaydı. Geniş halkalı zincirin boyu, yavaş yavaş kuyunun dibine doğru sarkıttı. Son zamanlarda zinciri kuyulara atmadığı için halkalar yer yer paslanmış, bar bağlamıştı.

On dakika kadar çengeli kuyunun dibinde sağa-sola gezdirdi. Kuyu dibinde, ne kadar madeni cisim, çaput bez lastik parçası varsa çengele dolaşıp çıktı. Beş kollu çengel oldukça ağırlaşmıştı. Cumbul sokranarak, çengele biriken pislikleri temizledi. Avlunun bir tarafına fırlatıp attı.

– Kuyunun dibi, dul avrat bohçası gibi karmakarışık, dedi. Tabana, mırık, çamur, taş, toprak birikmiş… Değil altın gerdanlık, demir üçayak düşse bile, mıknatısa yapışıp da çıkmaz… Bu kuyunun dibine sağ inen, ölü çıkar. Ben bu işte yokum. Tek yapılacak iş, itfaiye arabası somurucu hortumu ile önce kuyunun suyunu boşaltmak. Başka türlü, kuyunun içine inmek mümkün değil.

Raife Yengem, Kuyucu Cumbul’a dakikalarca yalvardı. Anası, verilecek altın haricinde, bir altın daha alabilecek para teklif etti. Yengem, “Sana ceket, pantolon, ayakkabı, mintan, çorap gibi; kocamın çok az kullandığı eşyalardan da vereceğim” dedi.

Cumbul, bu cazibe teklifler karşısında, gene gevşedi:

– Evde zeytinyağı, kırmızı ve kara biber var mı, dedi. Soğuk suyun beni etkilememesi için, yağlı güreş yapan pehlivanlar gibi, gövdemi baştanbaşa yağlayıp biber çalmam gerekiyor.

Cumbul’a zeytinyağı, kırmızı ve karabiber getirdiler. Uzun donu haricinde üzerindeki kirli elbiselerini çıkardı. Bütün vücudunu yağlayıp üzerine biberleri sıvazladı. Daha sonra kovaları teker teker kuyudan çıkardı. Kovanın birini lastik ipten ayırdı. Kovayla ipleri, makaradan çıkarıp yere koydu. Kendi zincirlerinin ucunu makaraya geçirdi. Ucuna kalın bir on dörtlük demir bağladı; “Üçünüz, bu demiri dış kapıya doğru çekeceksiniz” dedi. Zincirin ucuna bağladığı kalın demiri elimize verdi. Daha sonra buruşuk ceketinin cebinden bir şişe çıkardı. İçinde ispirto vardı. İspirtodan birkaç yudum aldı, “İspirto beni sıcak tutar” diye gülümsedi. Ağzını açınca, mağarayı andıran karanlık boğazı görünüyordu. Ön dişleri noksandı. İspirtoyu içince kaba kaba geğirdi. Daha sonra kuyunun ağız taşının üzerine çıktı. Duvardaki deliklere ayak parmaklarını geçirerek aşağıya doğru indi. “Zinciri çekip geri bırakırsam, beni su yüzüne doğru çekin!” dedi. “Su içinde, ancak bir dakika durabiliyorum. Eski gücüm ve nefesim yok. Zinciri sallayınca, beni yukarı doğru çekmeyi ihmal etmeyin! Boğulurum, kanlım olursunuz…”

Su yüzeyine varınca ayaklarını deliklerden çıkardı, su içinde bir dombalak atıp, gözden kayboldu. Bir dakika sonra, zinciri çekip işaret verdi. Avlu genişti. Dış kapıya doğru yürüdük. Biz yürüdükçe zincire yapışan Cumbul suyun yüzüne doğru yükseliyordu. “Durun” diye bağırdı. “Biraz nefes alacağım. Kuyunun dibinde, iki tur attım; bir şey bulamadım. Bizim su içinde hamlemiz üçe kadar. İki hamle daha sınayacağım. Altın gerdanlık        bulunmazsa şansınıza küsün…”

Yeniden suyun sesi duyuldu. Cumbul yeniden kuyunun dibine daldı. İkinci kez, gene bir dakikaya yakın, zincirde bir kıpırtı olmadı. Daha sonra yeniden “Beni yukarı çekin!” işareti aldık. Demire yapışık ve ağır ağır kapıya doğru yürüdük. Cumbul’un böğürtülü sesi duyuldu, “Gerdanlık yok!” diye bağırdı. Kesik kesik nefes alıyordu. Az sonra kuyunun dibine bir daha tumdu. Zinciri eski haline getirdik. Kuyunun içine eğilip baktım, berrak su bulanmıştı, “Kuyunun dibi, çamur dolu” dedim.

Yengem, yönünü kıbleye dönmüş, “Allah’ım, sen bana yardım et!” diye dua ediyordu. Tam o anda, dış kapı açıldı. Ninem avluya girdi:

– Hayrola ne oluyor, diye seslendi.

– Kuyucu Cumbul, kuyuya düşen gerdanlığı arıyor, dedim.

Ninem alaylı bir şekilde güldü:

– Herkes yitiğini kaybettiği yerde arasın, dedi. Kuyu dibinde, altın gerdanlık, ne gezer?

Raife Yengemin annesi:

– Elif Karı, Elif Karı, dedi. Sana söyleyecek çok sözüm var amma hele şu işin sonunu bekleyelim: İnşallah yüce Mevla’m yüzü kara olanı meydana çıkaracaktır.

Tam o anda zincir yeniden sallandı, Cumbul gene işaretini vermişti. Üçümüz birden, zincirin ucundaki demire asıldık fakat bir karış bile kıpırdatamadık.. Nineme seslendim o da yardıma geldi. Dört kişi, yeniden bütün gücümüzle zinciri çekmeye çalıştık. Birden, zincirin ağırlığı sona erdi. Dördümüz birden yuvarlandık. Zincirin ucu, makaradan çıkıp, kuyunun önüne hızla düştü. Cumbul kuyunun içinde kalmıştı. Raife yengem, “Eyvah!” diye inledi. Dizlerine vurmaya başladı: Koca herif, kuyunun dibinde bir yerlere takılmış olmalı… Aman nederik, nerelere giderik.

Jandarma Komutanlığı Karataş civarındaydı. Hemen oraya koşup olayı nöbetçi astsubaya anlattım. İtfaiyeye telefon ettiler. Koşarak geri eve döndüm. Yarım saat sonra itfaiyeciler, kuyunun suyunu hortumla boşalttılar. Bir kişi, kuyunun dibine indi. Cumbul’un beline bir ip bağlayıp yukarıya çektiler… Yüzü kararmış, karnı şişmiş ihtiyarı kuyunun önüne uzattılar. Cumbul’un gövdesine rengi kararmış ıslak bir cisim sarılmıştı… Gözleri ayrık, ağzı açıktı, sağ eli yumruktu ve parmaklarının arasında Raife yengeme ait altın gerdanlık sarkıyordu…

_______________________________________________

Derin Kuyu, Dolunay Yayınları, Hikâyeler, Şevket Bulut.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.