Kilis Kültürünün Temel Taşları: Selahattin ÇOLAKOĞLU
Kilis Kültürüne Hizmet Edenlerle Söyleşi
Ahmet ELMALI
1) Sayın ÇOLAKOĞLU, uzun yıllar siyaset yaptınız. Senatör oldunuz, şimdi emeklisiniz. Bize hayatınızı anlatır mısınız?
1) Sayın ELMALI, 1933 yılında Kilis’te dünyaya gözlerimi açtım. Kilis’te doğmuş olmak bana göre büyük bir ayrıcalıktı. Zira benim çocukluğumun Kilis’i tarıma dayalı aile kültürünün canlı olduğu, bilimin, felsefenin, şiir, edebiyat ve musikinin günlük hayatın içine dâhil edildiği bir kültür derinliğine sahipti.
Kilis’te üreticilik ve ticaret, bu kültürün ve geleneklerin temel alındığı bir anlayış içinde basiretli kişilerce yapılan erdemli bir işti.
Benim çocukluğumda hâlâ Musevi ve Müslüman halklar, barış kültürü içinde, Kilis’te bir arada yaşayabiliyorlardı. Annemin en yakın görüştüğü komşularının bazıları Yahudi hanımlardı.
Her üretici, esnaf ve tüccar işinin geleneklerine, toplumsal hayatın geleneklerine saygılı, karşılıklı güven zinciri içinde birbirine bağlı, işlerinin ehli kişilerdi.
Hiçbirimizde dinine, etnik kökenine göre insanları ayırma anlayışı yoktu. Hepimiz Kilisliydik. Bu çatı hepimizi birleştirirdi. Gök kubbenin altında hepimiz birdik.
Ben işte böyle bir doğal kültür çevresinde, tarımla, doğayla iç içe toprağa, doğaya, varoluşa ve insana, inanca saygıyı görerek ve içine sindirerek büyüme olanağı bulmuş şanslı insanlardanım.
Yoksunluklar içinde büyümüş olmamız bu kültür mirasının bize aktardığı zenginliğin içinde kazandıklarımızı asla gölgeleyemez.
İlk ve orta öğrenimimi Kilis’te tamamladım. Çok iyi bir eğitim aldık diyemem. O tarihlerde öğretmenlerimizin özel çabaları bizlerin ufuklarını açıyordu. Ancak olanaklar pek kıt ve yoksunluk, yoksulluk ağırdı.
Ortaokulda bana kendini güvenmeği ve dik durmayı öğretmiş olan Türkçe öğretmenim Semahat Gürtuna’ya çok şey borçluyum. Bana kendime inanmayı ve cesaret etmeyi aşılamıştır. Bu sayede, ortaokuldan sonra attığım her adım yeni bir ufka kanat açmamı ve kendimce övünecek bir yaşamın kapısını açmıştır. Kendisini bu yaşımda dahi daima şükranla anarım.
Attığım her adımda Kilis’te yetişmiş olmanın bana kazandırdığı öz kişilik ve kimlik daima yol göstericim ve attığım adımların rehberi olmuştur.
O tarihlerde Kilis’te lise olmadığı için ben de ağabeylerimin izini takip ederek lise eğitimim için önce Ankara’ya geldim. Ankara Gazi lisesinde hem okuyup hem de bulduğum her işte çalışarak öğrenciliğimi yürütmeye çalıştım.
Ancak Ankara’daki okul yatılı olmadığı için zorlanıyordum. O dönemde kuzenim Abdullah Bingöl, Balıkesir’de Havacı Astsubay olarak görev yapıyordu. Onun girişimleriyle kaydımı aktardık. Lise öğrenimimi Balıkesir Lisesi’nde tamamladım.
Balıkesir’de geçirdiğim dönemin, hayatımın bundan sonrasını şekillendirmiş önemli kazanımlarla dolu olduğunu vurgulamadan edemeyeceğim.
O tarihlerde Balıkesir Lisesi’nin müdürlüğünü yapan Hilmi Ziya Apak’ın vizyoner eğitimciliği, bizlere tartışmayı, kendini ifade etmeği öğreten yaklaşımı, siyasi görüşlerimizin belirginleşmesine ve kendimizde mücadele etme gücünü bulmamızda büyük rol oynamıştır.
O dönemde lisedeki arkadaşlarımla oluşturduğumuz bilinç ve beraberlik duygusu bugün hala bizleri bir araya getiren bir tutkaldır. Balıkesirli dostlarım onlarda bıraktığım izi hiç unutmadılar. Hâlâ beni sayar ve sahip çıkarlar.
Balıkesir Lisesinde kendi partimizi, gölge kabinemizi kurup, gazete çıkarmamızı, radyo yayını yapmamızı, tartışmamızı teşvik eden bu anlayış siyasi kariyerim de başlangıcı olmuştur.
Sonradan kaderime ve kariyer yoluma dönüşen hukuk okuma ve siyasete atılma maceram ise aslında o dönemin iktidarı olan Demokrat Parti hükümetinin memleketlim olan Tarım Bakanı Nedim Ökmen’in partizan yaklaşımları sonucu, Almanya’da bir üniversiteye kabul edildiğim halde benim öğrenci bursumu döviz sıkıntısı var diyerek, engellemesi ile başlamıştı.
O zamanlar liseden mezun olmak için hem mezuniyet sınavlarına hem de Olgunluk imtihanlarına girilirdi. Üniversiteler de bu iki sınavdan aldığımız notlara göre öğrenci kabul ederlerdi. Benim hem mezuniyet hem de olgunluk sınavlarından aldığım notlar “Pekiyi” idi. Yani o dönemde istediğim her okula girebilecek durumdaydım.
Ancak Bakanın emriyle gidişimin önü kesilinceye kadar… Almanya’ya gideceğime kesin gözüyle baktığım için Türkiye’deki hiçbir okula müracaat etmemiştim. Gidemeyince, hala kaydı açık olan iki okuldan birini seçmem gerekti. Biri “İlahiyat Fakültesi” diğeri ise “Hukuk Fakültesi” idi…
Babamın da Müftü oluşunun etkisiyle ben İlahiyat okumayı tercih etmeye karar verdim. Babama durumu bildiren bir telgraf yolladım.
Sizler de bilirsiniz, o günlerden haberleşmenin en hızlı yolu buydu.
Ertesi sabah babamı kaldığım pansiyonun kapısında görünce çok şaşırdım. O güne kadar eğitimimle hiç ilgilenmemiş hangi sınıfa gittiğimden bile haberi olduğundan emin olmadığım babam, telgrafımı alır almaz bir otobüse binip Ankara’ya gelmişti.
Hayatımın yönünü değiştiren konuşmayı babamla o gün yaptık. Bana şöyle dedi: “İnancında özgür, din bilginde derin ve ibadetinde dürüst olmak istiyorsan, bunu her zaman yapabilirsin. Ancak bunu meslek edinirsen inancınla sınanırsın. İnancınla yaşa, ama sakın ola bunu meslek edinip de inanç üzerinden para kazanma!… Bu da sana bir baba olarak ahtım olsun.”
Babamın, o gün için, beni çok şaşırtan bu sözlerinin doğruluğunu zaman ve yaşananlar bana ispat etmiştir. Anlayacağınız, ilahiyat seçeneği de böylelikle ortadan kalkınca bana kalan tek yoldan yürüdüm.
Ankara Hukuk Fakültesi öğrencisi iken önce Ankara Hukuk Fakültesi Öğrenci Derneği Başkanı daha sonra Türk Talebe Birliği Başkanı oldum. Bir öğrencinin kendi gayretleri ile açtığı bir eğitim imkânının dahi önünü kesmeye kadar indirgenmiş olan partizanlığın ruhumda yarattığı fırtınalarla bilenmiştim. Ülkede her sahada etkili olan partizan yaklaşımlar ve adaletsizlikle mücadele eden 50’li yılların gençliğinin siyasi hareketine, üniversite yıllarımda önderlik ettim. Ve o dönemin CHP yönetimi ile yakınlaştım.
Üniversite bitince, benim için de memlekete dönme zamanı geldi. Avukatlık hayatıma Gaziantep’te atıldım. Kendime hukuk alanında seçtiğim uzmanlık dalı ceza avukatlığı oldu. O dönemde nüfusun ekseriyeti köylerde yaşadığından, özellikle kırsal alanda pek çok ağır katil vakası olurdu.
Avukatlık hayatım başarılı ve hareketliydi. Ancak Üniversite yıllarımda kanıma girmiş olan siyaset, çocukluğumdan beri derimin içine işlemiş insan ve vatan sevgisi, hizmet aşkı beni göreve çağırıyordu.
1961 yılında Cumhuriyet Halk Partisine üyesi oldum. Bir ömür sürecek siyasi hayatım ve sürekli çalışmalarım böylece başladı.
1963 yılında, bana üçü birbirinden değerli çocuğumu hediye etmiş olan ve bir ömür boyu çok değerli desteğini benden esirgemeyen çok kıymetli hayat arkadaşım, eşim Jale (Sacır) Çolakoğlu ile hayatımızı birleştirdik.
1961-1977 arasında Gaziantep Belediye Meclis Üyeliği, Gaziantep CHP İl Sekreterliği, İlçe ve İl Başkanlığı görevlerini yürüttüm.
Bu dönem benim üç güzel ve bir birinden özel çocuğumun da dünyaya geldiği yıllar. 1965’de Rabbim bize ilk pırlantamızı, kızım Adile Gül’ü hediye etti. 1966’da ikinci kızım Ayşe Bengü dünyaya geldi. Tam biz “Artık tamamdır” derken 1972 yılında gönlümüzün ve evimizin prensi Abdullah Yunus Emre hanemizi şenlendirdi. Hepsi yaşamlarının ilerleyen yıllarında bizi her alanda kazandıkları başarılar, kişilikleriyle onurlandırdılar. Ve bize Deniz, Doruk, Dora adlı torunlarımı hediye ettiler.
Bu yıllar boyunca, ben parti toplantılarında, demokrasi için mücadele edip toplum için çırpınırken, desteğini benden esirgemeyen, bir taraftan kendi, kariyesinde sağlam adımlarla yürürken, çocuklarımı da en mükemmel şekilde yetiştiren ve beni her ortamda saygın duruşuyla, üstün nitelikleriyle onurlandıran eşime ne kadar müteşekkir olduğumu ifade etmek isterim.
Bu dönem benim karış karış Gaziantep’in ve o dönemde Antep’in ilçesi olan Kilis’in her köyünü dolaşıp, her meclisine girdiğim, yöre insanının dertlerini her platforma taşıdığım ve gerçekten insanımızla omuz omuza halk için halkça bir düzen için mücadele verdiğimiz yıllarımızdı.
O dönemde partilerde tabana inmiş bir demokratik düzen vardı. İl başkanları kendi illerindeki parti üyelerince oylanarak seçilirlerdi. Şimdiki gibi Genel Başkanın atamalarıyla halktan kopuk ve emek harcanmamış insanların makam mevki sahibi olması söz konusu değildi. Bizler seçilmişler olarak gücümüzü bizi seçenlerden alır ve her platformda sakınmadan sözümüzü söyler, doğru bildiğimiz yolda, mücadelemizi verirdik. O günler siyasetin onurunun olduğu ve siyasetçinin bir onuru ve saygınlığı taşıdığı günlerdi.
1977 Haziran ayında CHP üyesi olarak Gaziantep İli Senatörü seçildim. TBMM’de CHP Senato Grup Yönetim Kurulu, Hesapları İnceleme Komisyonu Başkanlığı, Kitleri İnceleme Komisyonu üyeliği, Dış İlişkiler Komisyonu üyeliği görevlerini yürüttüm. Ancak yapacaklarımız ve demokrasi bir asker postalıyla yarı yolda kaldı. Ülkenin kendi dinamikleri ile sorunlarını çözmesinin önü kesildi ve Türkiye’yi bugünlere kadar getiren sessiz değersizleştirme süreci böylece başlamış oldu.
Bu sadece 1960-1980 döneminin ilkeli siyaset kavramına bir darbe indirmedi, aynı zamanda “memurum işini bilir”, “asıl olan kısa yoldan köşeyi dönmek” zihniyeti önce siyasetçileri, sonra tüm toplumun değerlerinin çözülmesine neden oldu.
Çıkar paylaşımlarının, genel başkan tahakkümündeki partilerde atama yolu ile gelen il başkanları ve vekiller kendi görüşlerini ve temsil ettikleri kitlelerin sesini duyuran değil, genel başkanın otoritesini yürüten mekanizmalara dönüştüler. Demokrasi ortadan kalktı, seçim yoluyla gelmiş despotların hâkimiyeti altında Türkiye bugünlere geldi.
Neyse ben kendi hikâyeme geri döneyim:
Daha sonraki yıllarda Gaziantep Büyükşehir Belediyesi ve Şehit Kamil Belediyesi Belediye meclis üyeliğinde bulundum.
Kilis’imizin İl oluşuyla birlikte İlçe Kilis-İl Kilis, GAP’ın İki İli Kilis-Gaziantep, Kilis Kurultayı Dosyası, 7 Aralık’ta Kilis’i Konuşalım, Kilis’te Mizah Kilis Söylemi kitaplarımı kaleme aldım. 2006 yılında “Kendini Arayan Kent” kitabıyla “yetkili ve sorumlu kişilerdir” diyerek son kitabımı yazdım. Söyleyeceklerimi söyledim.
Bu arada konuya ilgi duyan değerli hemşerim Kilis Vakfı Mütevelli Heyeti başkanı Yaşar Aktürk beni birkaç kez İstanbul’a Vakıf toplantısına davet etti.
Konu: Kilis’i refah toplumu haline getirmek için ne yapılabilir? Kitaplarımda dile getirdiğim önerilerimi dostlarla paylaştım. Ve topluca fikir alışverişinde bulunduk. Bugüne kadar, dönem dönem, siyasi ve sosyal içerikli konularda yerel basında ve Cumhuriyet gazetesinde yazılarım yayınlana geldi.
Şimdi benim geriye çekilip, bayrağı taşıyan benden genç dostlarıma yolu açma ve onlara destek olma zamanım geldi. Elbette eski hareketli günlerimle kıyaslayınca olgunluk dönemimin durağanlığını yaşıyorum.
Kilis benim vatanım. Orası hayatımın başladığı ve biçimlendiği köklerimin beslendiği topraklar. Beni ben yapmış, kimliğimi ve kişiliğimi nakış gibi işlemiş olan bu topraklara borcumu ne yapsam ödeyemem. Bu nedenle her fırsatta, sohbetlerimde her yönüyle Kilis var.
Geçen hafta Kilis Kurtuluş günü için konuşma yapmam istendiğinde Yoksullara Yardım ve Eğitim Vakfı (YOYAV)’da bu konuyu dile getirdim.
2) Sayın ÇOLAKOĞLU, size şöyle bir soru soralım: Acaba sizin zamanınızdaki siyasi durum ile bugünkü durumu mukayese eder misiniz?
2) Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu bağımsız Türkiye Cumhuriyeti; laik, demokratik, hukuk devletidir.
Bizler siyaset yaparken öncelikle halk katında kabul görme çabası içinde mücadele verirdik. Halkın ihtiyaçları için onun yanında yer alarak dertlerine ortak olur hem kısa vadede hem de uzun vadede çözüm üretmek için çaba harcardık. Birlikte ağlar birlikte gülerdik. En önemlisi halk bizi seçer ve geleceğini kime teslim ettiğini, ne için tercih ettiğini, beklentisini bilir ve denetlerdi. Şimdi ise memur tayin edercesine iktidara kim ne kadar menfaat sağlarsa ne kadar boyun eğerse o tercih ediliyor. Karar mekanizmasında halk yok. Menfaat ön planda… Söz hakkı iki dudağın arasına kilitlenmiş durumda…
Günümüz Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise “Ilımlı İslam Devlet Politikası” ile yönlendirilmektedir. Bu dönemde “Demokratik laik Türkiye Cumhuriyeti
Devleti” kuralları yerine din esaslarına dayalı yönetim anlayışının yerleştirme politikası güdülmektedir. Toplum yapısı bu doğrultuda dönüştürülmeye çalışılmaktadır.
Önceki dönemlerde amaç, emek, devlet katkısı ve sermaye iş birliği ile sonuca ulaşmaktı. Günlük yaşam standartlarımız da bu denli farklı değildi. Ürettiğimizi tüketmek anlayışı hâkimdi. Şimdi ise üretmeden tüketen, olmayanı harcayan, emek vererek elde etmek yerine gayretsiz kazanç sağlamak anlayışı hâkim oldu.
Kolay emeksiz kazanç isteyen, talepkâr bir toplum ve doyumsuz tamahkâr bireylere dönüştük.
Tüketim toplumunu körükleyen, üretmeyi değil de tüketmeyi ön plana alan bu ekonomik anlayışın biçimlendirdiği düzen içinde büyüme ve refah için tüketmek gerektiği bilinci yerleşti.
Bu yüzden babadan kalma birikimlerini ve malını, mülkünü nefsini tatmin için satıp yiyen bir topluma dönüştük. Yarının dünyasını, gelecek nesillerin ihtiyaç duyacakları kaynak ve yatırımları sorgulamayan “biz günümüzü yaşayalım, yarını yarın düşünürüz” anlayışı her şeye hâkim oldu.
Nasıl bir geleceğe koşuyoruz? Bütün etik değerler, sosyal değer yargıları alt üst oldu. Toplumun rol modelleri kimler, diye bir baksak durumun ne denli endişe verici olduğunu görmek işten bile değil.
Oysaki dünyamız, bir mihver değişikliğine hazırlanıyor. Geleceğin dünyası ne dünün ne de bugünün dünyasına asla benzemeyecek. Her şeyin aynı düzen içinde sürüp gideceğini her kim düşünüyorsa büyük bir yanılgı içinde…
Ben asla umutsuz değilim. Her karanlık günün bir sabahı olduğunu bilecek ve görecek kadar uzun yaşadım. Deneyim kazandım. Ancak yine de sözün bittiği yere yaklaşıyoruz diyorum. Kaçınılmaz olan çözülmeleri, yaşayalım görelim.
Güzeli anlamak için çirkini görmek, Işığı takdir etmek için karanlığı yaşamak, doğruyu anlamak için yanlışı yaşamak gereken zamanlar vardır. Biz de bu zamanlardan birini yaşıyoruz.
Sahip olduğumuz değerlere sahip çıkmak, elimizdekinin kıymetini bilip onu yaşatmak için yeterince inancımızın ve gücümüzün olup olmadığının sınandığı günlerden geçiyoruz.
3) Sayın ÇOLAKOĞLU, Kilis için, Kilis’in kalkınması için uzun yıllar çarpıştınız. Şimdi pes mi ettiniz?
3) Sayın ELMALI, Asla! Buna pes etmek denmez. Ancak değişen süreçte, “İmkânlar el vermedi” demek doğru olur.
Bu konuda hız kestiğim zamanlarım oldu ama hiç boş durmadım. Konuyu sürekli gündeme taşıdım. Yukarıda dile getirdiğim gibi çevremle paylaştım.
Yazdığım kitaplarla Kilis’in zengin kültür tarihini ve öne çıkarılması gereken değerlerini, güzelliklerini paylaştığım kadar sorunlarını da irdeleyip göz önüne serdim.
Bugün yazdıklarıma dönüp bakacak olursanız, bunların hâlâ Kilis’e katkı sağlayacak ve fark yaratacak çözüm yolları olduğunu görürsünüz.
4) Sayın ÇOLAKOĞLU, Kilis’in kalkınması için birçok kitap yazdınız. Sonuç ne oldu?
4) Sayın ELMALI, basın önerilerim ve itelenmelerim sonucunda Kilis meselesi masaya yatırıldı. Kilis Kurultayı, Çiftçigüzeli’nin, gayretleriyle yapıldı.
Kilis Türkiye’nin özellikle Suriye politikasında önemli bir yerleşim merkezidir. Kurtuluş savaşı sonrası Misak-i Milli, Türkiye-Suriye, sınır tespitinde Kilis’ten geçici kaydıyla 30 km. derinliğindeki saha, 500 parça Türkmen köyü Suriye’de bırakılmıştır. Bu geçici durum daha sonra süreklilik kazanmıştır. Bu ve benzeri olaylardan dolayı Kilis devletten alacaklıdır.
Yapılan Kilis Kurultayı ve girişimlerimiz sonucunda devletin her kademesinin ve Kilisli aydınların konuya yönelik duyarlılığı arttı, Kilis’in ele alınması gereken sorunları ile ilgili farkındalık yaratıldı. Ben bu konuda görevimi yaptığıma inanıyorum.
5) Sayın ÇOLAKOĞLU, sizin Kilis için sağlık turizmi projeniz var. Bu konuyu açıklar mısınız?
5) Sayın ELMALI, Çok doğru!… Kilis için, bazen beni dinleyenlere, radikal ve aykırı gibi görünen, ancak benim fark yaratacağına inandığım çözüm önerilerimi her zaman ortama sundum ve tartışmaya açtım.
Ben, Kilis’in sağlık turizmi ile öne çıkması gerektiğini her zaman vurgulamışımdır. Bu yürekten inandığım bir projedir. Bu konuyu özellikle değinmemin nedeni Kilis’in ılıman iklimi ve oksijen yüklü havasıdır. Doç Dr. Ökkeş Kesici’nin yaptığı bilimsel araştırma, “Kilis Yöresi Coğrafyası” kitabında yayınlanmıştır. Kilis güzel iklimi, coğrafyası, ılık meltemi, sıcak sevimli cana yakın insanları ve kenti çevreleyen tepeleriyle bir bütündür.
Karuca ve Ravanda tepeleri arasında oluşan kanaldan yılın her günü ve her saatinde güçlü bir hava cereyanı vardır. Enerji ve oksijen yüklü bu akım güçlü akan su enerjisi gibidir. Azor adalarından ülkemizin bu yöresine kadar ulaşan bu akımın, oksijen yüklü olması Kilis’i doğal bir şifa merkezi haline getirmektedir. Bu sağlık turizmi için önemli bir konudur.
Ayrıca Kilis 7 Aralık Üniversitesi Biyoloji Anabilim Dalından Kâmil Aydın’ın Resul Osman Dağı ve Acar Dağı yöresi florası incelemesinde 780 çeşit endemik bitki türüne rastlandığı tespit edilmiştir.
Bu durum Kilis’in alternatif tıp, doğal bitkilerle şifa yöntemleri gibi artık tüm Dünya’da kabul gören ve klasik tıbbın bir kolu haline gelen bir sahada Kilis’i bir odak haline getirebilecek potansiyeli barındırmaktadır.
İşte bütün bunlar bize kentimizin daha nice doğal varlık ve güzelliğine sahip olduğunu göstermektedir.
Bugün Irak’tan, Suriye’den tüm Güneydoğu Anadolu’dan hastalar Gaziantep’e, Ankara’ya, İstanbul’a taşınıyorlar. Hemen burunlarının dibindeki Kilis bu imkânları sunan bir merkez haline getirilmiş olsaydı çoktan ön plana çıkan kaliteli işgücü ve insan kaynağına bir cazibe merkezi haline dönüşebilirdi. Hâlâ da dönüşebileceğine inanıyorum.
Dün ilgi görmeyen konuların artık hayata geçirilme zamanı gelmiştir. Ancak bundan sonra bu konuda mücadele vermek ve bu yolda yürümek yeni kuşakların görevi… Unutmayalım, hayal etmezsek gerçekleştiremeyiz.
6) Sayın ÇOLAKOĞLU, bugünkü Kilisli siyasetçiler Kilis için yeterli çalışıyor mu?
6) Sayın ELMALI, benim içine doğduğum kültür ve o günün insanları köklerini Kilis’in topraklarında derinlere salmış, bu toprakların on binlerce yıllık kültürel zenginliği, ruhsal kültürü, doğal zenginlikleri ve tarihiyle bütünleşmiş kimliklerdi.
Onlar sayesinde bizlerde köklerimizi en derinlere salabildik. Kökü derinlerde olan ağacın dalları da ulu olur. O ağaçları yerinden sökmek zordur. Onlar kendilerini tarihe mal ederler.
Bugünün sadece siyasetçinin değil genel olarak toplumun kökleriyle bağları zayıf. Ne geçmişin derin kültürüne dalabiliyorlar ne de ufka bakabiliyorlar.
Benim gördüğüm ve gazetelerden edindiğim intibaa göre güncel olaylara daha çok ilgililer. Günümüzün Kilis’ini değerlendirmek için geçmiş Kilis’in görünümünü ciddi anlamda irdelemek gerekir. Hayal edebilmek ve bu hayali gerçekleştirecek adımları atmak gerekir. Bu nedenle, bizden sonrakilere güzel kalkınmış bir Kilis bırakmanın gereğini duyumsamak tüm sorumluluk ve yetki devlet görevlilerinin önceliği olmalıdır.
7) Sayın ÇOLAKOĞLU, Ankara’da bir Kilis Kültür Derneği var. Çalışmaları sizi tatmin ediyor mu?
7) Sayın ELMALI, Ankara’da Kilis Kültür Derneği Genel Merkezi var. Faaliyetlerine gelince yılda birkaç kez katmer günü, semsek günü düzenliyorlar. Bir de derneğimiz içinde 7 Aralık Kurtuluş Günümüz küçük bir grubun katılımı ile kutlanıyor.
Ankara’da yaşayan Kilislilerle her fırsatta bir araya gelinmeye çalışılıyor. Kilisli aydınlarımızın bazılarının yazdıkları kitaplar Dernekçe basılarak toplumun hizmetine sunuluyor. Bunlar güzel çalışmalar. Gayretlerini esirgemeyen tüm arkadaşlarımı canı gönülden kutluyorum.
Ancak bir taraftan da Kilis için projeler geliştiren, Kilis’in geçmişiyle geleceği arasında köprü kuran çalışmalara önderlik eden, bu alanda öncü etkinlikler düzenleyen bir anlayışı da özlüyorum.
8) Sayın ÇOLAKOĞLU, Gaziantepli tarihçiler Gaziantep savunması için sempozyum düzenlediler. Şanlıurfa’yı, Kahramanmaraş’ı, Antakya’yı kattılar. Kilis’i çağırmadılar. Ne diyorsunuz?
8) Sayın ELMALI, konu edilen sempozyum hakkında bilgim olmadı. Bu nedenle bir yorum yapamıyorum.
9) Sayın ÇOLAKOĞLU, siz eski bir Kilislisiniz, aileniz Kilis Kültürü ile çok ilgili. Bugünkü Kilis Kültürü ne durumda, bir edebiyat dergisi bile yok, TV yok! Bu konuyu biraz yorumlar mısınız?
9) Sayın ELMALI, bugün dünyamız kurulan iletişim ağı ile bir köy haline gelmiştir. Kilis sınır bölgemizde önemli illerimizden biridir. TV yayınına kavuşması şüphesiz ki çok önemlidir. Kilis’in sesinin duyurulmasına, kültürünün tanıtılmasına ihtiyaç vardır.
28.04.1993 yılından beri Kilis Kültür Derneği Kilis Şubesi’nce Zeytin Dalı dergisini Muhlis Salihoğlu’nun gayretleri ile yayınlanmaktadır. Edebiyat dergisi ise sponsor bulunması halinde geniş yayın ailesi ile birlikte Kilis Kültür Dernekleri Genel Merkezince hayata geçirilebilir.
Kilis’te yaşamasalar da kökleri Kilis olan tüm işadamlarının bu konuda harekete geçirilmesi gerekir. Bana göre bu görev Kilis Kültürünü bilen ve yaşatmak isteyen çınarlarla, Valilik ve Belediyenin el ele vererek genç nesillere ulaşmasıyla mümkündür. Bu iş artık sizlere düşüyor.
10) Sayın ÇOLAKOĞLU, Kilis Kültürünün ve Kilis’in kalkınması için Kilis Valiliği, Kilis Kültür Müdürlüğü ve Kilis Belediye’sinden beklentiniz veya istekleriniz nelerdir?
10) Sayın ELMALI, Günümüz dünyasında ekonomik hayatı canlandırmak biraz da yöre halkının istemesi ile yaşama geçmektedir. Sivil toplum örgütlerinin hazırlayacağı projelerle tetiklenmektedir. Örneğin: “Kilis zeytinyağını marka haline getirmek”; “Fotoğraflarla Kilis”; “Endemik bitkileri tanımak için doğa yürüyüşleri (Tracking)”, “Zeytinyağı ve Bağ bozumu festivali düzenlemek” vb. daha pek çok konuyu uygulamaya geçirmek gençlerin etraflarındaki değerleri tanımalarını ve harekete geçmelerini sağlayacaktır.
Bu tip etkinlikler insanları pozitif düşünceye, geleceğe yatırıma yönlendirir. Ve şüphesiz bütün bu ve benzeri organizasyonlarda Halk-Üniversite-Devlet işbirliğini sağlamak gerekir.
İşte, benim bahsettiğimiz kurumlardan talebim Kilis için umut yaratmaları ve gençlere kendileri için Kilis’te bir gelecek olduğu inancını yaratacak girişimlerde bulunmalarıdır. Bunu da yaparken Kilis’in gerçek değerlerini onlara tanıtmak ve geçmişle geleceğin köprüsünü kurmak da yine bu otoritelerin işidir.
Geleceği yaratmak için önce hayalleri ve olumlu düşünceyi harekete geçirmek gerekir. Sonra da hayalleri nasıl hayata geçireceğimizin yollarını bulmak…
İşte bu aşamada gençlere büyük görev düşüyor…