Memleketin Birinde
Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ
Mehmet Akif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı, şemsiye kuruluşumuz kısa adı TGTV olan Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı’nın bir üyesi. Her davetine icabet ederek, temsilci gönderir, görüşlerini aktarır. Geçtiğimiz günlerde TGTV ve İnsani Yardım Vakfı’nın ev sahipliğinde Edirnekapı’daki SETA binasında Dünya İnsani Yardım Uluslararası Zirvesi (WHS) toplandı. Dört grup ayrı ayrı atölye çalışması yaptı. Birleşmiş Milletler yetkilileri de gelmişti. Zaman zaman komisyonlara girerek çalışmaları izledi ve yorumladılar. Bu çalıştaydaki sonuç bildirileri; BM yetkililerine sunulacak, uygulamayla kaynak ve kadrolar yeniden gözden geçirilecek sanırım. Katılımcı sivil toplum temsilcileri görüşlerini aktardı. İHH gibi önemli bir kuruluşun gerçekleştirdiklerini ve kadrolarını görünce sevindim. Tecrübeleri ve ufukları çok ilerde…
Fakat katılımcı sivil toplum temsilcilerinin çoğu siyasallaşma veya cemaatleşme sürecine girmiş. Üzüldüm. “Abim daha iyi bilir” beklentisi içindeler. Bu toplantıyı tahmin ediyorum Birleşmiş Milletler istemiştir Türkiye’ye milyon mülteci geldiğini görünce ve yardıma söz veren bazı ülkelerin taahhüdünü yerine getirmeyince. Peki ne olacak şimdi diye endişeleniyor?!
Bu noktaya gelmede BM gerekli görevini yerine getirmemiştir. Ankara da önlem almamış, pahalı bir fatura ödemektedir. Geç kalırsan olacağı da bu. Türk Dil Kurumu; icat edildiğinde bilgisayarı vaktinde buldu, belgegeçeri zor kabul ettirdi, ama cep telefonu ile kendi resmini çekmekle örtüştürülen öz çekim sınıfta kaldı, ecnebilerin bulduğu selfie tuttu gibi görünüyor. Madem sorumluluk almışsın geç kalmayacaksın. İş başa gelmeden düşüneceksin.
BİR MİLLİ ÖYKÜCÜMÜZ ANLATIYOR
Ömer Seyfettin’in çok güzel bir hikâyesi vardır “düşünmek” konusunda. Adamın biri İstanbul’da parasız dolaşıyor. İş ve aş bulamıyor. Bir lokantanın önünde ağzı sulanarak aşçıbaşının servis yaptığı yemeklere bakıyor. Gözünü hiç oradan ayırmıyor. Ah bir para olsa da bu yemekleri yese, hatta tümünü bile midesine indirebilir. Bu sırada içerde yemek yiyen birisi kendisini içeri çağırıyor. Gözlerine inanamıyor. Görüyor ki arkadaşı. Hemen oturuyor yanına. Yemekler geliyor masaya. Birbiri ardından kaşıklıyor ve patlayana kadar yiyor. Arkadaşına dönüp, “Hep düşündüm, ah bir param olsa da şu yemekleri yeseydim” diye anlatıyor. Daha sonra arkadaşı müsaade isteyerek ayrılacak iken şaşkın şaşkın bakıyor. Arkadaşı hiç oralı bile oralı olmuyor ayrılırken. Sadece dönüp “Az önce nasıl karnımı doyuracağım diye düşünüyordun, şimdi bu parayı nasıl ödeyeceğim diye düşün” diyerek çekip gidiyor.
Hayat böyle resimlerle doludur.
GÜZEL ve ÖZAL’I ZİYARET
1979 yılında SSCB, kukla lider Babrak Karmal yönetimindeki Afganistan’ı işgal ettiğinde, kurucu ve genel başkan yardımcısı olduğum Türkiye Yazarlar Birliği adına Başkent Kabil’deki yazar, müellif, akademisyen, sivil toplum temsilcilerini Ankara’da davet ettik. Bize Afganistan işgalini, sorunlarını ve ihtiyaçlarını gelip anlattılar. Rahmetli TYB kurucusu ve Şair Erdem Beyazıt ağabeyin Ajans 14000 heyetiyle Afganistan’a seyahatleri bundan sonradır. O sırada Hasan Celal Güzel Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı idi. Prof. Dr. Musa Tavana, Nurullah Amad, Dr. Üstad Sadık ile birlikte makamında ziyaret ettik ve sorunu anlattık. Hasan Celal Güzel hemen Başbakanlık müsteşarı Turgut Özal’a bilgi verdi ve heyetimiz hemen makama çıktık. Turgut Özal rahmetli bu ziyaretten memnun olmuş, Türkiye’nin yapabileceği yardımı anlattı, özel girişimler için İstanbul’u salık verdi. Ardından çeyrek asır sonrasını tahmin etmiş gibi bize dönüp demez mi? “Hemen bir Dünya Mülteciler Dayanışma ve Yardım Derneği kurun. Sivil toplumun katkılarına uluslararası tepki olmaz. Tam tersi yardım alırsınız. Bunu hemen gerçekleştirin” deyiverdi. Ben ve arkadaşlarımın hiç de bilmediği konulardı. İlgililere ilettik. Kimse üzerinde durmadı.
Suriye iç savaşı çıktıktan sonra bu olayı yeniden hatırladım. Rahmetli Özal gerek Saddam’ın Halepçe katliamı sonrasında Türkiye’ye gelen Kürt sığınmacılar olayı ve gerekse Diktatör Tedor Jivkov’un ad değiştirme bahanesiyle mezaliminden kaçan 500 bin kadar Türk Asıllı Bulgar vatandaşı soydaşlarımızın iltica etmesi sorununu rahat olmasa bile çözmüştü. Hatırlarsanız her ihtimale karşı yedekte bekletilen; Ramazan Bakkal’ın yapımcı, Hüseyin Karakaş’ın yönetmen ve Avni Özgürel’in senaryo yazarı olduğu Belene isimli bir dizi filmi TRT’de yayına koydurmuştu Rahmetli Özal. Sanat yardımcı olmuş, Jivkov yönetimi daha sonra gitmişti.
SANAT VE KÜLTÜR SORUNU ÇÖZMEYİ KOLAYLAŞTIRACAK
1990 yılıydı. Saddam’ın Kuzey Irakta Kürtlere karşı Halepçe Katliamı sonrası 500 bin kadar insan dağları adeta delerek Türkiye’ye sığınmıştı. TRT’de görevliydim. Hakkâri ve Çukurca bölgesindeki dağlarda mülteci Kürtlerle bir ay kadar beraber kaldım. Kızılay bize bir çadır, yatak ve yiyecek vermişti. Hatta yöneticileri çilingir sofrası bile kuruyorlardı. Bizim gibi olayı takip edenlerin bir sorunu yoktu veya gözükmüyordu. Mülteciler akın akın geliyordu. Kızılay gibi Kızılhaç da oradaydı. Kızılhaç Heyetine dâhil bir rahip ve rahibe özel giysileri içinde mültecilere şişe şişe su veriyor, “hoş geldiniz” diyorlardı. Örtülü bir propagandaydı esasında. Misyonerlik yapıyorlardı. Arkadaş olduk. Kaç kişi geldiklerini ve neleri niçin yaptıklarını öğrenmek istedim Kızılhaç Heyetinin. Başkanı açık ve net konuştu bana, kameraman arkadaşım çekti, onların objektifi de bizi görüntüledi. Kızılhaç Heyeti Başkanı Çukurca’da dedi ki “ İsviçre’den 40 kişi geldik. Orada bizim bir enstitümüz var. Aynı zamanda bizler orada da öğretim görevlisiyiz.”
Gelen meslek gruplarını sıralarken şaşırmadım desem doğru olmaz. Şöyle dedi; “-Heyetimizde bir rahip, bir rahibe var. Bizleri zaten gördünüz. Bir kameraman, bir yapım elamanı, bir senaryo yazarı, birer roman ve hikâye müellifi, bir sosyolog, bir psikolog, bir estetikçi, bir iletişim uzmanı…” Gerisini dinlemedim bile. Bizim ne su dağıtan din adamlarımız vardı, ne de bir sosyologumuz, bir iletişimcimiz, bir estetik uzmanımız. Nedenlerini de şöyle izah etti:
– Enstitümüzde bunları ders olarak okutuyoruz. Bu tür gelişmeler dünyada çok az gerçekleşir. Yazarımız not tutar, senaryosu için, gözlemler gerçekleştirir. Öyküleri ve romanı yazılır olayın. Estetik uzmanımız mültecilere sıcak ve pozitif görünmemiz için fizikimizle meşgul olur, kameramanımız yapımcının programını gerçekleştirir, senaryoya uygun çekimler yapar. Mültecilerin hem ruh halleri bizi ilgilendiriyor, hem de sosyal yönleri.
Durum anlaşılmıştı. Bu işi profesyonelce yapıyorlar, her şartta böyle bir hizmete hazırlar, yedekte de insan kaynakları hazır, kadro yetiştiriyorlar ve propaganda için de zemini ve zamanı iyi değerlendiriyorlar. Olay bu. Daha sonraki bu tür tabii ve doğal afetlerde hazır ve nazırlar.
BU KUMBARALAR VAR YA YANGIN SÖNDÜRÜYOR
Bir Almanya ziyaretimde ise bir yakınımın master çalışmasını görmek için ziyaret ettim. Akşam buluştuğumda anlattıkları Türkiye’de henüz olmayan gelişmelerdi. Kızılhaç gelen yabancı öğrenci de olsa ona kendi birimlerinde çalışma imkânı veriyor, araçlarla hayırseverlerin dev kumbaralara bıraktığı hediyelik her türlü eşyayı toplatıyor. Sonra bunları merkeze götürüyor ve buradan da fakir ülkelere TIR’larla gönderiyorlar. Orada iken iki tane Kırgızistan için TIR’a yükleme yapılıyordu.
Yine Almanya’da bir başka gelişme ise, kasabaların itfaiyeleri sivil toplumun organize işleri içinde bulunuyor. Her semt sakini ve özellikle yerli-yabancı gençler kadrolu itfaiyeci gibi burada nöbet tutuyor, sabahlıyor, varsa yangına gidiyor. Hiç bir ücret de almıyor.
WHS toplantısı bana bu yaşadıklarımı hatırlattı. Çalıştayda da anlattım. Maalesef Türkiye’de hala sivil toplum kuruluşları “Bülbül Sevenler Derneği” ile eş tutuluyor. Her sivil organizasyonun sorumlulukları, kadro ve kaynakları çok farklı…
YENİ BİR DERS İÇİN YENİ BİR MÜLTECİ AKINI OLMAMALI
Önceden tedbir almaya bir örnek daha. Deniz seviyesinin altındaki Adalar ülkesi Hollanda’da yollar suların altından gidiyor. Her yol girişinde ise tusunamiye ve nehirlerin taşmasına karşılık sensor koymuşlar. Taşmalar ve faylar harekete geçince bilgisi oluyor halkın.
Pakistan’da bile Kaliteli Eğitim Derneği var. İlk duyduğumda ben de şaşırmıştım. Bunun için 9’dan fazla Nobel Ödülü aldı bu ülke. Buna rağmen ciddi sorunları var. IHH sel felaketi dolayısıyla bu ülkeye yardım için sutyen de göndermiş. Ancak sutyenleri erkekler kulaklık olarak başlarına geçirmişler. Blucin değil de kumaş istemişler insanlar.
Türkiye’ye gelince, İstanbul’da maatteessüf sivil toplum kuruluşlarının bir koordinasyon ofisi bile mevcut değil. Önemli işlerde imzası olan STK’lar fiziki mekândan mahrum. Allahtan tümünde gönüllük var, fedakârlık var da sorun olmuyor. Oysa STK’lar ödüllendirilmeli. ESKADER buna aday olmalı mesela. Ayrıca bilgiler paylaşılmıyor. Aynı cemaat veya partiden iseniz bu bağlamda sorun olmuyor sadece.
Türkiye, sivil toplumda ağır aksak yol alıyor sorumluluğuna, nüfusuna ve konumuna göre. Gençleri ve aileleri Ankara cemaat ve siyaset dışında devreye sokamıyor. Oysa insani yardım, faydalı olmak, hayırlı işlerde bulunmak yepyeni bir sektör.
Başta insani yardım olmak üzere bütün STK’ya yerli-yabancı fonları kullanabilir hale getirilmeli, kadro ve kaynak verilmelidir. Böyle bir bakanlık kurulmalıdır belki de. Ama bakanlığın kadrosu sivil toplum kuruluşlarından oluşmalıdır. İşte bir yeni düzen…