Suriye’de İç Savaş Sürerken Gaziantep’in Muştuları veya Kilis’in Umutları-4
Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ
KARAMİZAHI HEMEN GÖREN ŞAİR
Mahmut Kaçarlar bir sürpriz yaptı. Bir de baktım ki eskimez bir kadim dostumuz kimya mühendisi, şair, hiciv yazarı, üç ciltlik “Ortaçağı Özledim” kitabının yazarı Fikret Oğuztürk (1955-Polateli) karşımda. Sarıldık, hasret giderdik. İnce bir sakal bırakmış emekli olunca. Duygusal, dini, siyasi ve karamizah dizeleri var. Cesur bir sanatçı… Bir şiirinden dolayı daha yeni aklandı mahkemelerde Fikret Oğuztürk. Yasaklara yasak koymaya çalışıyor doğrucu Davut bir mizahçımız Fikret Usta. Erken mütekait olması da belki bundandır. Haksızlığa fazla tahammül edememiştir. Dize başlıklarından birkaç örnek vermek gerekirse şöyle; Erkek Eşek, Ben Ağlarım, Başımın Belası, Yürek Mahkûmu, Elimdeki Ceset, Yakma Yanarsın gibi. Hasbi biri üstelik… Taze bir Kilis Milletvekili için arka çıktığına bin pişman.
Ayaküstü sohbet ediyoruz. Bizi bahçesine davet ediyor. Bir davet de Kudamacı Osman’dan. Onların dükkânının önünde kalabalık ediyoruz, ikaz edileceğimize tam tersi bir şeyler ikram etmek, yiyip içirmek üzere Sesliokuyuculara konuk olmamız isteniyor. Sağ olsun, var olsunlar. İki adımda bir davet alıyoruz artık dostlardan, hemşehrilerden.
Ömer Şekeroğlu’nun yerine gittik hep birlikte. Kilis ürünlerini tanıttık konuk heyetimize. Bir alışveriş başladı ki sormayın. Nar ekşisinden ceviz sucuğuna, firikten gerebice, kırmızıbiber çeşitlerine, dağlı tuzlu fındığa, Kilis karası üzüme kadar her ürün. Çoğunun da tadına baktık.
– Muharrem Bayar nasıl?
Bu soruma Şekeroğlu Ailesinin tüm fertleri üzülerek, kaygı duyarak cevap veriyor. “İyi değil, bildiğiniz gibi!” Muharrem Bayar mektep ve dava arkadaşımız. Fedakâr bir yanı var her konuda. İdealist bir insan… Tek zaafı ise şeker ve şeker mamulleriydi. Sonunda şeker hastası oldu, hastanelere yattı, tedavi gördü, ama yine de şekeri bırakamadı. Sonunda şeker tiryakiliği onu yatağa düşürdü. Kaç yıldır da öyle yatıyor. Allahtan fedakâr bir karısı var, yetiştirdiği değerli çocukları mevcut da hastalığında yalnız değil. Allah şifa ve sabır versin.
ŞIH EFENDİNİN TEKKESİ VEYA DARÜLFÜNÜN
Sait Baytaz Kilis’in kanaat önderlerinden maruf bir aydınımız. Bir zamanlar adına medrese denilen, bugün için üniversite ve kampüsü bağlamında bir yer olan ata dedeleri Mehmet Vakfı Efendi’nin Tekkesinin sorumluluğunu yürütüyor. Tazebay Ailesi Abdullah Sermest Efendi’nin dedesi Süleyman ağa Taşkent’ten gelmiş ve Kilis’e yerleşmiş. Abdullah Sermest Efendi hattat, hakkâk, şair, hekim ve mutasavvıftı. Şeyh Nakşibendi Hazretlerine bağlıydı. İçinde bulunduğumuz tekkeyi kendisi yaptırmış. Mehmet Vakıf Efendi de babasının yolundan gitmiştir. Arapça ve Farsça da bilirdi. Âlim ve fazıl bir insandı. Sait Beytaz da üçüncü nesil torundu. Hala tekkeye Ortadoğu’dan ve bölgemizden onlarca insan gelerek dua eder, mistik havayı yaşar, sorularına cevap arar, eğitim görür. Kaç asır burası mantık ve felsefeyle edebiyat okulu olarak görev yaptı, nice alim, edip, şair, fakih, müfessir ve mutasavvıf yetiştirdi. Değişen ve gelişen günümüzdeki dünyada bugün rölantide olsa da, hala aynı ruh ve heyecanı, örf ve geleneği devam ettirebiliyor. Sait Baytaz Beye telefon edince hemen “buyur” etti. Gittik.
Her zamanki gibi yine bizden başka ziyaretçileri vardı. Bize zaman ayırdı. O tarihi dokusunu hala koruyan, kitaplarla dolu odasında konuk olduk. Önce mırralar içtik. Mırra’nın geleneğini bilmeyenler vardı aramızda. Merakla dinledik mırranın yapımını. Bilenler de takviye etti anlatımı.
– Ortadoğu bölgesinde, ülkemizde de Şanlıurfa, Gaziantep, Mardin’de kültürel açıdan anlamlı ve sunumu özel bir içecek. Acı kahve mırranın anlamı. Arapça mır-mur kelimesinden geliyor. Dibek kahvesi olarak havanda dövülür önce. Kaynama süresi özel ve uzundur. Kıvamına gelince telvesi alınır. Mutbak denilen bir gereçle süzülür. Üzerine yeniden kahve ve su ilave edilir. İsteyen kakule de katabilir. İmbikle aktarılır. Kulpsuz fincanda servis yapılır.
Mırra servisini genç bir delikanlı servis yapıyor. Mırrayı içen uzatınca yeniden mırra dolduruluyor. Kişi onu da içmek mecburiyetinde… Bir arkadaşımız masaya koydu fincanı ve sordu:
– Mırranın içerkenki adabını bilmiyorum. Dolayısıyla masaya bıraktım.
– Siz bir daha mırra içmek istemiyorsanız fincanı bir hafif sağa sola sallayıp ikram edene teslim edilmesi gerekiyor.
– Siz o zaman bu ikramda bulunan bu delikanlıyı evlendirmelisiniz!
Bunu Sait Bey söyledi tebessüm ederek. Gerçekten eğer mırrayı içtikten sonra masaya bırakan biri ya fincan kadar altın bırakacak, ya da ikram edeni ya evlendirecek ya da çeyizini dizecek.
Mırra seremonisi bitince sohbet daha da derinleşti.
– İyi günlerde değiliz maalesef. Genel ahlak çözülüyor. İyi ve faydalı insan yetiştirmede zorluk çekiliyor. Münevverlerimizin ve sorumluların sosyal sorumluluk almaları sürekli azalıyor. Temsilde sıkıntı yaşanıyor. Savaşların çıkacağını hadislerden anlıyoruz. Bir hadise göre fitne Irak’tan çıkacak ve yayılacak. Öyle de oldu.
Sait Baytaz’ı hepimiz dikkatle dinliyoruz.
– Yine kitaplarda bir başka yazılı husus da Müslüman diye bilinen bir grubun yine Müslümanlara zalimce muamele edeceğini, bu zulmü Müslümanlık adına yapacağı zikrediliyor. Günümüzde bunu yaşıyoruz.
Sait Baytaz’ın hatırlattığına Mehmet Çetin ve Mustafa Karakaya karşılık verdiler.
– IŞİD’in yaptığı zulüm aynen böyle.
Sait Baytaz Kilis’te 7 dini ekol olduğunu söyledi. Birincisi içinde bulunduğumuz Şıh Efendi’nin tekkesi, sonra Cumhuriyet Meydanındaki Mevlevihane. Üçüncüsünü Sudanlı Karababa olarak saydı. Heyecanlandık. Kilis’te Karababa diye bilinen bir yatır vardı. Halk oraya hem dua etmeye ve hem de piknik yapmaya giderdi. Öyküsünü anlattı:
ŞAHİN TAVUKLA, AT İNEKLE ÖRTÜŞEBİLİR Mİ?
– Sudanlı Karababa’ya padişah sormuş. Şahin kuşumu nasıl buldun. Sonra atım için ne dersin söyle bakalım Karababa?
Sudanlı Karababa hem atı ve hem de şahini iyi bir izlemiş. Düşünmüş. Sonra görüşünü açıklamış:
– Padişahım bu şahinin anası tavuk, atı da bir inek emzirmiş.
Padişah kızmış ama belli etmemiş. Sonra da sormuş:
– Nasıl bildin?
Eğer ispat edemezse Karababa cezasını biliyor. Ama öyle korkan bir hali de yok. Kendinden emin.
– Padişahım şahin kuşunuz yumurtadan çıkmış ama tavuk gibi sürekli yere bakıyor, şahinler ise öyle yapmaz, başı dik ve yukarı bakar.
Padişah bu tespite hak vermiş.
– Peki ya atımı inek nasıl emzirmiş olabilir ki?
Sudanlı Karababa çok rahat anlatıyor ve kendinden emin:
– Atınızı bir inek emzirmiş padişahım. Çünkü atınız işerken güneşe bakarak öyle yapıyor çişini. Atlar öyle yapmaz. Başını öne eğerek işerler.
Padişah Sudanlı Karababa’nın bölgesinde yaşamasına müsaade etmiş ve bolca da bahşiş vermiş.
Sait Baytaz’dan müsaade istedik önce vermek istemedi “Bugün tekkede ikram günümüz. Bastırma ve pilav ikram edeceğiz konuklarımıza. Siz de buyurun, bizi mutlu edersiniz!” dedi. Teşekkür ettik. Çünkü hem kahve, hem de çay içmiştik. Ayrıca programımız yoğundu. Musafaha ederek ayrıldık Sait Beyden. Tekkenin bahçesine geçtik. Konukları yavaş yavaş gelmeye başlamıştı zaten. Bahçede iki tane tavus kuşu kuyruklarını açmadan dolaşıyordu. Bizi de hiç yabancılamadılar. Doğru bahçedeki mezarlara gittik. Baytaz Ailesinin vefat eden bireyleri buraya defnediliyordu. En son da İstanbul’da Avukat, değerli bir hukukçu olan Abdullah Mazhar Baytaz tekkeye gömülmüştü. Ailenin hanım bireyleri de öyle. İsimleri yazılıydı teker teker mezar taşlarında. Bu isimler artık örf gereği çocuklara maalesef verilmiyordu: Beşire, Sakine, Ganimet, Zahide, Nigar ve Saliha.
Bahçede kapalı alandaki yatırları da ziyaret ettik. Ayakkabılarımızı çıkarıp içeri girdik. Dualar yaptık, Fatihalar verip, Kur’an okuduk. Burasının manevi hazzı daha değişikti. O mistik hava sizi hemen yakalıyor ve etkiliyor. Yeşil örtüler altındaki maruf insanlarımız için Yaradan’a yakardık. Dualarımıza ortak ettik. Şefaatlerini diledik.
Tekkeden çıkarken kabak bastırmasının kokusu gelmeye başlamıştı bile.
KİLİS’E İKİNCİ BİR HASTANE
Ver elini Tibil yahut Öncüpınar’daki muhacir Suriyeliler diyerek Halep yoluna çıktık. Sağımız solumuz inşaat. Bazıları dev apartman… Bu konuda gerçekten TOKİ son yıllarda çok kötü örnek oldu. Turgut Özallı yıllardaki inceliğini, letafetini, duyarlılığını, kabiliyetini, vatandaş önceliğini kaybetti. Kentleri apartman ve çimento mezarlığına çevirdi.
Kilis Devlet Hastanesi’ne geldiğimizde ilk gözümüze çarpan kalabalıklar oldu. Daha önce bahçe olan ön kısmına ise ek bina yapılarak bir inşaat garibesi gerçekleştirilmiş. Oysa yanı başındaki tarlalar
(Devam edecek)