Dolar 32,2020
Euro 35,0069
Altın 2.504,53
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kilis 29°C
Az Bulutlu
Kilis
29°C
Az Bulutlu
Cts 31°C
Paz 30°C
Pts 32°C
Sal 32°C

Dedemle Ankara’dan Kilis’e Yolculuk

Dedemle Ankara’dan Kilis’e Yolculuk
A+
A-
29.08.2018
352
ABONE OL

Mahmut KANMAZ

 

Bütün herkese selam ve sevgilerimi sunarak, sözlerime başlamak istiyorum.
Bugün, biraz daha büyümüş halimle, yani 16-17 yaşlarımın deli doluluğuyla, hani hep söylenir ya, “başında kavak yelleri esiyor” denen çağlarımın anılarıyla, sizlerle hemhal olmak istiyorum değerli dostlarım….
Gerçekten de zor bir dönemdir bu yaş grubu. Bir yandan, çocukluktan gençliğe terfi ediyorsunuz, delikanlılığın getirdiği, doğal bedensel ve zihinsel değişimleri yaşıyorsunuz, ama diğer yandan da, bu farklı durumu, kendi küçük dünyanızın elverdiği bilgi kırıntılarıyla, algılamaya çalışıyorsunuz. Bazen de karşınıza çıkan sorunların üstesinden gelmeye gayret ediyorsunuz. Eskiden biz öğretmen adaylarına, okullarda öğretilen, “Eğitim Psikolojisi” dersiyle verilen eğitimin, sonradan bu dönemin günlük yaşamında, pratikte uygulama alanı bulduğunu görüyorsunuz. Tabi o an için bunun ayırdında olmayabilirsiniz, ama durum, aşağı yukarı böyledir yani… Bu söylediklerimi Öğretmen kardeşlerim, Pedagoglar ve özellikle Sevgili Ömer Faruk Kandemir kardeşim çok daha iyi anlayacaktır ve bana hak vereceklerdir umarım.
Haddim olmayarak bu saptamayı niye yaptım, durup dururken diye sorarsanız, bu yaşların… Belki daha önceden başlayarak çocukluk ve hatta, bebeklik dönemlerinde yaşanan sorunların, o kişinin ileriki yaşlarında, yine karşılarında olacağı gerçeğinin bilinmesini ve anne babaların, çocuklarını bu olgunun ışığında yetiştirmelerinin, önemini vurgulamak kastıyla, dile getirmek istedim. Bunu yalnızca, biraz da Eğitimci yanımla sizlerle paylaştım. Yani sadece bilgi babından… Yoksa bundan sonra anlatacağım şeylerle, pek bir alakası yoktur…
Delikanlılık yaşlarındayım, Ankara’da ikamet eden büyük Teyzem Zekiye Dağdelen’ler 2-3 yılda bir Kilis’e ziyarete gelirler, hem Anne Babalarını ziyaret ederken, hem de diğer akrabalarıyla hasret giderirlerdi. Benden biraz büyük iki de kızları, yani kuzenlerim vardı… Hep Ankara’yı, evlerini, Anıtkabir’i anlatır dururlar, evlerinden bu anıtın görülebildiğinden dem vururlardı. Haliyle bende de bir Ankara’yı görme merakı başlardı ister istemez. Çok sık duyduğum Ankara’yı zihnimde canlandırmaya, acep orası nasıl bir yerdir diye, düşünmeye başlardım. Akabinde, orayla ilgili sorular sorardım. Zira Kadirli ve Kilis’ten başka bir yerde hiç bulunmamışım. O yüzden şiddetli bir şekilde Ankara’yı, Anıkkabir’i ve Türkiye’mizin Başşehrini görme isteğine karşı koyamazdım. Bir gün teyzem anneme, seneye bu çocuğu bize yollasana, bindirin otobüse direkt gelir Ankara’ya dedi. Dünyalar benim oldu. Hayallerim gerçek olacak ve artık o düşlerini kurduğum Ankara’ya, bir yıl sonra da olsa gidebilecektim. O yıl okulların açılmasına az bir zaman kalmış ve bizler de yavaş yavaş, daha önce geldiğimiz, gri minibüsle Kadirli’ye dönecektik. Yani mecburen ertesi yıl gidecektim. Yoksa belki teyzemler beni giderken götürürlerdi. Neyse, zaman geçti ve ben, bir sonraki yıl, Kilis’ten Ankara’ya gittim. Artık en az, bir ay falan kalırdım orada. Yalnız dedem biz Kilis’e gelmeden önce, çok hasta olduğu için, onu teyzemlerin yanına götürmüşler ve Hastaneye yatırmışlardı. Yani dedem de oradaydı. Tabi o can derdinde, ben ise farklı duygular içindeydim. Sevinç ve sıkıntı iç içe girmişti. Hep öyle olmaz mı ki, aynı zaman diliminde, iki uç duyguyu bir anda yaşarız bazen. Yaşam bilinmezliklerle doludur derler, doğrudur. Aslında bir muammadır yaşamımız.
Ben Ankara’da teyzemlerde ilk kez televizyonla karşılaşmıştım. Siyah beyaz, günün belirli saatlerinde açılıp kapanan, tek kanallı (TRT) bu alet, bana çok ilginç gelmişti. Haberleri ve müzik programlarını büyük bir merakla takip ediyordum. Dedemi de ziyaret ediyorduk Hastanede, ama Doktorlar, pek ümitli değildi durumdan. Derken, birkaç gün sonra zaten onu taburcu edip eve yolladılar. Yapacak fazla bir şey yok denerek. Dedem eve geldi, ama orada fazla durmak istemiyor, biran önce kendi evine, memleketine, yani Kilis’e dönmek istiyordu. Karar verildi ve dedemi Kilis’e benim götürmem uygun görüldü. Böylece Ankara maceram, hepi topu bir haftayla sınırlı kalmış oldu. Biletler alındı ve biz, eve çok yakın olan Tandoğan’daki eski otogardan, Kilis’e doğru yola çıktık rahmetli dedem Mustafa Çavuş’la. Dedem 70’inin üzerinde, çok hasta, yürümekte ve nefes almakta zorlanır bir haldeydi. Sanıyorum, şoförün 2-3 sıra arkasında oturuyorduk. İlk molada dedem inmek istemedi ancak sonrakinde, dışarı çıkacağım, beni indir dedi. Osmaniye’den sonra, o zamanlar adına “Alaman pınarı” denilen bir yer vardı. İşte orada durmuştu otobüs. Yaz ayı olduğu için, herkes dışarda masalarda oturuyor, kimi çaylarını yudumlarken, kimileri de yemeklerini yiyorlardı. Bizim yolluğumuz vardı. Teyzem koymuştu bir şeyler, hani adettir ya. Otobüste yemiştik dedemle, yani karnımız toktu. Sadece ihtiyaç giderilecekti.
Zor hareket eden dedemi güçlükle aşağı indirip, yavaş yavaş tesis içindeki tuvaletlere doğru götürmeye başlamıştım ki, dedem aniden durdu bahçenin ortasında. Ben kolundayım, “Noldu dede niye zınk diye durdun öyle aniden” dememe kalmadı, dedem birden uçkurunu çözmeye ve şalvarını indirmeye başladı. Akabinde arkasını iki adım ilerde, çay içen ve yemek yiyen kişilere, ana yola doğru da yüzünü dönerek, olduğu yere çömeldi.
Yani, küçük abdestini yapacak. “Dede gözünü seveyim ne yapıyorsun, hiç burada bu iş yapılır mı” diye söylensem de, beni dinlemiyor. “Segene, ne karışon” diye beni ittirip duruyordu. Daha önce demiştim ya, Rahmetli Dedem biraz asabi ve tersti. Laftan ve halden anlamazdı… Benim halimi hiç sormayın. Kızarıp bozarıyorum, çok utanıyorum bir yandan, ya birileri görürse, ya da birileri gelip de, “Kardeşim siz ne yapıyorsunuz burada?”… “Neden adamcağızı tuvalete götürmüyorsun?”, “Aha şuracıkta helalar var, ayıp değil mi?” diye bana söylenseler, ne yaparım diye düşünürken, Dedem hiç istifini bozmadan işini yapmaya devam ediyordu. Tesislerin bahçesine bir güzel çişini yaptı ve ayağı kaldırdım kendisini. Sağa sola hiç bakamıyorum mahcubiyetimden, Allah’ım yer yarılsa da içine girsem diye dua ederken, ben Dedemi tekrar arabaya doğru götürmeye başladım. Ya gerçekten kimseler görmedi, ya da görseler bile, yaşlılığına verip ses çıkarmamışlardı. Şimdi şimdi düşünüyorum da, belki rahmetli tutamadı, o kadar mesafeyi göze alamadı ya da, kendi sıkıntısından ve derdinden, o kadar insanı gözü görmedi. Her neyse ama bu anımı hiç unutmadım.. Ne zaman otobüse binip te, bir yerlerde mola verilse, hep bu sahne gözümün önüne gelir, hep Dedeciğimin yere çömelip te, defi hacet yapmasını müstehzi bir ifadeyle anarım… Zaten 6-7 ay sonra da kendisini kaybettiğimiz haberi gelmişti Kadirli’ye… Allah onun ve cümle geçmişlerimizin mekânlarını cennet eylesin…
İşte yaşam böyle bir şey… İçinde geçirilen tatlı ve acı anılar, kişinin psikolojik dünyasını da şekillendiriyor… Onu olgunlaştırıyor…
Bugünlük de bu kadar diyelim ve anıları anlatmaya, önümüzdeki günlerde devam edeceğimizi bildirelim sizlere… Yine rahmetli dedemin bilindik bir fotoğrafını ve o dönem benim, şekli suretimi gösteren siyah beyaz bir fotoğrafımı da eklemeyi ihmal etmeden…

kanmaz

Yaşama arzunuz içinizden, gülme eylemi yüzünüzden ve sevme duygusu yüreğinizden hiç eksik olmasın sevgili arkadaşlarım ve Kilisli hemşehrilerim. Sağlık ve esenlikle kalın.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.