Dolar 32,3793
Euro 34,6542
Altın 2.395,33
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kilis 24°C
Hafif Yağmurlu
Kilis
24°C
Hafif Yağmurlu
Çar 24°C
Per 23°C
Cum 21°C
Cts 18°C

Çerkez Dede

Çerkez Dede
A+
A-
22.05.2023
173
ABONE OL

Dr. Mustafa TEKÇE

Değerli Dostlarım,

Çocukluğumdan başlayan unutulmaz hatıralarımdan birisi de ÇerkezDedeydi.

O’nu ilk kez çocukluğumun hayal meyal sislerinin arasında bile net olarak gördüğümü hatırlıyorum.

Sonraki yıllar ise ailemizin hep içinde, çevremizde, bizim için korku ile karışık bir yiğitlik önderi, bitmeyen bir masalın yaşayan kahramanı olarak aramızdaydı.

Bir elbise fırçasını andıran gür kaşları, kınından çekilmiş kılıç gibi dimdik yürüyüşü, bir hançer gibi insanın içine işleyen bakışlarıyla bir gurur ve atalarına has mağrurluk anıtı gibiydi.

Daha çocuk yaşlarda atlarla arkadaş olmuş, onların huyunu suyunu öğrendiğinden midir nedir ne zaman yanından bir at geçse kişner, gitmek istemez sanki gizli bir kuvvetle ona bağlanır dururdu. Neden sonra sahibi;

– Yahu hacı emmi bu ata n’oldugetmor, der sanki ondan imdat isterlerdi. O zaman yavaşca ata sokulur kulağının arkasını okşar, gözünü gözüne diker, sessizce birbirine bakarlardı. Daha sonra atın sahibine döner;

-Hadi uğurlar ola, der ve atın yanına hafifçe vurarak;

– ‘Deh deh’ der ve at derhal hareket ederdi.

En deli atları yanına getirirler, kuzuya dönmüş halde evlerine götürürlerdi. Hele bir keresinde çılgın halde azgın bir atı onun evine getirmişlerdi. Ben de oradaydım atı beş kişi zorla getirebilmişlerdi. Gülümsedi evin kapısının önünde, “Bırakın yularları yere” dedi.

Adamlar; “Aman hacı emmi at kaçarsa bir daha tutamayız” dediler. Kızdısert bir şekilde ‘bırakın ulan yularları’ dedi. Demeye kalmadan koynundan bir şimşek gibi parıl parıl parlayan hançerini çıkardı yularları göz açıp kapayıncaya kadar kesti adamların şaşkın bakışları arasında ata bir zıpladı atın bir iki metre yükseğinden sanki damdan atlıyormuşçasına atla beraber rüzgar gibi gözden kayboldu.

Adamlarla ben yalnız kalmıştım. Sözlerini iletirim diye benden de çekiniyor ama dayanamayıp söyleniyorlardı.

– ‘Yorum Haci emmi attan daha deli ha, amman hüsün ha’ derken köşeden üstünde sanki oyuncak bir atın üzerinde imiş gibi görünmüştü.

O ne heybetti aman yarabbi. Geldi attan indi, ‘Yeri bakalım evinize götürün” dedi. Biraz önceki rodeo atı gibi olan at şimdi sütçü beygirine dönmüş süklüm püklüm olmuştu.. Hepsi birden ellerine sarıldılar.

-Sağolhaci emmi sağol, dediler..

Onlar giderken bu defa o söyleniyordu.

‘At binenin oğlum at sizin neyinize gidin babanıza selam söyleyin size bir eşek alsın’ diyor koca adamlar hiç alınmadan haklısın der gibi başını sallıyorlardı.

Ansızın bana döndü, “Bana bak” dedi.

-Bir işi yapacaksan en iyisini yapacaksın. Okuyacaksan da en iyisini, çiftçi olacaksan da en alasını’ sonra hıııı der gibi sağ elinin işaret parmağını bana salladı. Çocuk yüreğim tir tir titrerken elimden tuttu.

– Hadi bakalım küçük nenen ne yemek yapmış içeri girelim, dedi.

Küçük nenem dediğim yani annemin teyzesi, anneannemin kızkardeşiydi. O kadar yakındık ki bizi o kadar severlerdi ki esas anneannem ile aralarında bir fark görmezdim. Daha dört beş yaşlarımda iken bile onlara gittiğimde benim için

– Amman hoşlar sefalar, aman kimler gelmiş, aman bu gelen hangi paşa imiş’ der yerinden fırlar beni öperek ikram yarışına girerdi.

Öyle iyi bir kadındı ki melek anlatılırken aklıma hep o gelirdi.

Çok güzel ve alımlıydı. Bir Çerkez gelini olmanın bütün mesuliyetine sahipti. Kocasından çok çekinir onu kızdıracak bir şey yapmamak için azami gayret gösterirdi. Kocası uyurken sessizleşir zaten asla yükselmemiş olan sesi kısıla kısıla dilsize dönerdi.

Küçük nenem hiç boş durmaz, hep bir şeyler yapar. Biraz dinleneyim uyuyayım demezdi. Reçeller, çeşit çeşit zeytinler, çörek otlu peynirler, salçalar, biberler, enva-i türlü turşular, kurutulmuş sebzeler, kuru dolmalar, hedik kaynatmalar, bulgur çekme, mercimek öğütme, ceviz kırma, badem saplama, sabun pişirtme, pekmezler, şıralar. İşler yağmur gibi peş peşe gelir o yılmaz çalıştıkça daha çok çalışırdı. Biraz oturduğunda komşu hanımlara elbise biçer;

-Şu model sana çok gider, senin vücuduna bu iyi olur’ der herkes de onu dinler huşu ile dediğini yaparlardı.

Çerkes dedem her sene 21 Mayıs geldiğinde hüzünlenir. Dedemler bugün sürüldüler, derdi.

Tüm Kafkaslıların birleşerek Rus ordularına karşı yürütülen “Özgürlük Savaşı”, 6 Eylül 1859’da İmam Şamil’in de artık etkisiz hale gelmesinin ardından Batı Kafkasya’da 21 Mayıs 1864’te 17 Çerkez kabileleri kitleler halinde yurtlarından koparılarak, Ruslar tarafından “kırk katır mı, kırk satır mı?” gibi iki vahşet seçenek sürülerek sefalet içinde Osmanlı İmparatorluğu topraklarına zorunlu olarak göçe maruz kaldılar.

Bu olay, tarihte; Muhaceret, Büyük Göç, Sürgün, Soykırım, gibi adlarla da anılır.

Sürgünde yaşanan acı ve hüzünlü anılar, yaşayanlar tarafından hep birlikte unutulmaz bir destan halinde kuşaktan kuşağa iletile gelmiştir.

Nesilden nesillere Çerkezler atalarının yaptıkları bu savaşları, yolda nice canların kaybedildiği çile dolu göçü, asla unutmadan bir kutsal metin gibi tekrar tekrar yaşamaya ve yaşatmaya kulaktan kulağa aktarmaya devam etmektedirler.

ÇerkezDede dediğim Hacı Mehmet Karasu nerdeyse doğduğu günden itibaren çok uzun yaşayan dedesinden bu acıları hıfzederek özümlercesine öğrenmişti. Rüyasında bile dedesinin anlatmakla bitiremediği kuzeybatı Kafkasya topraklarını, Karaçay’ı, Şapsığ köylerini görür, rüyadan uyanınca bile o kutsal vatanını düşünürdü.

Dedesi her zaman onun ilerde bir savaşçı olmasını ve birgün ata topraklarını almak için harbe hazır olmasını isterdi.

Daha 6 yaşında küçük bir çocuk iken İskenderun’da bizzat dedesi tarafından bir Çerkez geleneği olan “atalık” olarak Werkh bir aileye teslim edilmişti.

Çerkezlerin geleneği olan bu atalık için teslim edildiği bu ‘Werkh’ aile kibarlık ve asaletiyle onun hareketlerine de hayat boyu daima rehber olmuştur. Werkh, Çerkes dilinde kelime anlamı olarak bey ve asil demektir. Atalık ise Çerkezlerin çocuklarının savaşçı, yiğit, silahşör olarak yetişmesini sağlayan, bizim kirveye benzeyen ama iki aile arasında daha güçlü bir aile bağı oluşturan bir gelenektir.

Kendisine sanki ikinci baba gibi olmuş, emek vermiş bu değerli aileyi zaman zaman duygulanarak anlatırdı.

Mehmet yıllar sonra onyedi yaşında baba evine döndüğünde artık atların dilinden anlayan müthiş bir binici, her türlü silahı, tüfeği, bıçağı, kılıcı kullanabilen, savaş oyunlarını bilen ama her zaman görgülü, saygılı, sert prensipleri olan şövalye gibi bir genç olarak Kilis’e geldi. Dedesi onu ve emek veren aileyi bayram günü gibi bir şölenle karşıladı. Kurbanlar kesildi. Herkesin içinde söz aldı. Çerkezce;

-“Çocuk iken geleneğimizce atalık olarak teslim ettiğimiz ve bugün onu bize bir yiğit olarak getiren bu değerli werkh aileye şükran duygularımı ifadeden acizim” dedi. Daha sonra Mehmeti çağırdı. Elini tutarak havaya kaldırdı.

– ” Erkek çalışmak için değil, savaşmak için yetişir. Başka bir iş katiyen tutmayacaksın vasiyetimdir” dedi.

Mehmet, ölünceye kadar bu vasiyeti tuttu.

İskenderun’da at ve savaş ile ilgili herşeyi bu arada körüklü çizme yapmayı, at koşumlarını en kalitesiyle yapmayı, Arapça, Fransızca ve Kürtçe konuşmayı öğrenmişti.

Bu özelliği nedeniyle Kilis’in Fransız işgali yıllarında Kuvay-i Milliye tarafından ona istihbarat görevi verildi. Fransızların öğrendiği her hareketini gizlice çetelerimize iletti.

Bir ŞapsığÇerkezi olarak çok prensipli bir insandı. Gittiği, ziyaret ettiği her yerde oturacağı yer belliydi. Bir yere geldiğinde onun oturacağı yerde başka biri oturuyorsa o gelince herkes hemen o yeri boşaltır, kalkardı. Şayet çok nadiren bilmeyen birisi olur da onun yerinden kalkmazsa asla oturmaz yarım dakika ayakta durur, halen boşaltılmıyorsa ne kadar israr edilirse edilsin asla başka yere oturmaz orayı derhal terkederdi. Bizim eve geldiklerinde de rahmetli babam bize, “Çabuk Çerkes Hacının yerinden kalkın” diye bizi ikaz ederdi.

Çocukları olmadı. Bu nedenle bizlere çok önem verirdi. Annemler küçük yaşta iken babalarını kaybedip yetim kaldığından onları koruyup, kollamayı sert bir amca gibi kendine fahri bir görev kabul etmişti.

Zaman zaman kardeşi Hasan ve çocukları İskenderun’dan misafir olarak gelirlerdi. Bu sırada bol bol çerkesce konuşur içinde kalmış hasretini biraz olsun dindirirdi. Soyadı kanunu çıkınca Karaçay’ı hatırlatan Karasu soyadını aldı.

Askerde iken Yemen’de, Kanal’da çok ihanetler gördüğünden Arap ülkelerini sevmezdi. Eşi küçük nenemin yıllar süren ısrarlarına dayanamayarak nihayet 1962 yılında hacca gitti.

Yemek yerken çok tertipliydi. Ayrı tabaklarda çatal ve bıçağıyla gayet düzgün ve görgülü olarak sofraya özen gösterirdi.

C.Allah onun cedlerinin çektikleri çilelerin sanki mükâfatını verircesine dedesi, babası gibi kendisi de çok uzun bir ömür yaşadı. Bazen,”Allah beni dünyada unuttu” derdi.

Yüz yaşından sonra bile dedesinin anlattığı kuzeybatı Kafkasya’yı hatırlar, dimdik doğrulur, gözlerini ufka diker, sanki o toprakları, yüzlerce metre boyundaki ağaçlarla kaplı muhteşem ormanları, özgür koşan atları, atalarını, savaş için yetiştirilmiş ama o topraklar için fırsat bulup savaşamamış olmanın hasretiyle bir sigara yakar, “Cennet orasıdır Allah bu hayatta bana orayı göstermedi. Hakkımı isterim. Eminim ölünce doğru oraya gideceğim” derdi.

Acılarla dolu tam da bu gece gibi 159 sene önce yaşanmış bu Çerkez sürgününün yıldönümünde o kahraman Çerkesleri ve Çerkez dedemi saygıyla, rahmetle anıyorum.

Ruhları şâd, cennette kuzeybatı Kafkasya’yı hatırlatan mekânları öyle bir cennet olsun inşallah.

Değerli yazar aziz dostum Sayın Hulusi Üstün’ün şahsında tüm Çerkez dostlarımıza bu destanı yaşatmaları için saygılar sunuyorum. 

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.